Saat akşam on sıralarıydı. Koğuşta arkadaşlarla sohbet ederken dışardan gelen gürültü ve kargaşa ile irkildik. Az sonra anladık ki yarın teskereye gidecek olan İdris isimli genç, daha alt tertiplerce tartaklanmıştı. Sebebi ise İdris`in zamanında onlara ızdırap olmasıydı. Yani onları ezmesiydi. Güya onlar da intikamlarını almışlardı.
'Izdırap olmak' tabiri kışlada çok kullanılır. Başkalarına eziyet eden, çile çektiren için denilir. Izdırap çavuş, ızdırap onbaşı, ızdırap tertip hatta ızdırap komutan tabirleri sıkça geçerdi. Bazen de üstler astları 'size/sana ızdırap olurum' şeklinde sözlerle istenilen davranışa çekiyorlardı. Tertipçiliğin ve devreciliğin hâkim olduğu bölüklerde bu söylemler çok etkili oluyordu.
İşte, İdris de bu akşam kendisini tartaklayan, daha alt devrelerdeki askerlere zamanında ızdırap olmuştu. Yani çok eziyet çektirmişti. İdris`in bütün devreleri gitmişti. Onun geçkalmasının nedeni ise hapis yatmasıydı. Sahte manyetik telefon kartı üretmişti. Ayrıca bunları ucuz fiyata diğer askerlere sattığından dolayı hapis yatmış ve tertiplerinden bir hafta sonra teskereye gidiyordu.
İdris`i böyle bir ortamda yalnız başına ele geçiren daha alt devreler, intikamlarını almak için onu tartaklamışlardı. 
Hasise sonrası nöbetçi subayı geldi. Nutuklar çekti. Meseleyi yatıştırdığını düşünerek gitti. O gittikten sonra İdris`in bir alt tertipleri yani ondan üçay sonra askere gelenler toplanarak İdris`i tartaklayan gençlerden birisini dövdüler. Yediği okkalı bir yumrula dalyan gibi gençkomaya girmişti.
Kışlada teskereye gidecek tertiplere misafir gözüyle bakılır. Teskereci tertipler de bölükle ilgili hiçbir iş ve işleme karışmazlar. Daha çok ağabeylik ve hakemlik rolü oynarlar. Bölükle ilgili iş ve işlemlerin hepsini kendilerinden sonraki tertiplere bırakırlar. Yazılı kural olmasa da teamül böyledir. Bu nedenle İdris`in bir alt devresindeki askerler, İdris`i dövenlerden birisini dövmüşler. Dayanakları ise 'Erkek adam teke tek dövüşür. O kadar gücü yetiyorsa İdris`in tertipleri var iken gereğini yapsalardı. Hep birlikte yalnız bir kişiye saldırmak erkekliğe sığmazdı.' Mantığı idi. Bundan dolayı olaya taraf oldular.
Neticede gece on ikiye doğru bütün bölüğe Astsubay Kıdemli Başçavuş olan nöbetçi subayı gayrisiz yani nöbetçi ve görevlilerin de katıldığı içtima olmalarını emretti. Hepimiz dışarıda toplandık. Yani içtima olduk. Sanırım nöbetçi amiri yoktu. Ufak bir tahkikattan sonra sorumluların bir kısmı ortaya çıktı. Yumruk yiyen de, atan da ortadaydı.
Nöbetçi Astsubay önce kıdemini söyledi. Sonra toplum psikolojisinden bahsetti. Klasik toplum psikolojisi gereği sorunlarını konuşarak çözmelerinin mümkün olmadığını onların yerine yüz astsubay ya da subay´ da olsa aynı sonucun ortaya çıkacağını vs. bahsetti. Bu konuları konuşurken benim zihnimden Gostave Le Bon´ un, Kitleler Psikolojisi kitabında yazılanlar geçti. Her ne kadar şu anda hatırlamadığım sebeplerle rahmetli Erol Güngör yazılarında Le Bon ve eserini tenkit etse de kitaptaki 'Kitle psikolojisinin sürü, deli ya da çocuk psikolojisi' olduğu yönündeki ifadeler tekrardan hafızamda canlandı.
Nutkunun devamına doğru anladım ki, nöbetçi subay da meseleyi kapatmak istiyor. Nitekim de çektiği iyi ama etkisiz nutuktan sonra, 'bir daha olmasın' diyerek meseleyi kapattı. Yani, asıl olan nöbet tutarken resmiyete herhangi bir vukuatın intikal ettirilmemesiydi.
Hâlbuki mesele birlik disiplini bozmaya yönelik bir davranıştı. Taraflarda orada bulunduklarına göre olaylar tutanağa geçirildikten sonra disiplini bozan askerlere gereken ceza verilmeliydi. Çünkü disiplinin uygulanmaması disiplinli ve iyi askerlerin haklarını da gasp etmekti. Yani onları da disiplinsizliğe sevk edebilirdi. Hadisenin bu yönünü de ısrarla vurgulayan nöbetçi subay maalesef kâğıt üstünde 'vukuatsız nöbet' olsun anlayışıyla disiplini uygulamamıştı. Hepimizi de içtima alanında toplayarak bir bakıma gecenin on ikisinde mağdur etmişti.
Nitekim bir sonraki gün taraflar kendilerini kahraman olarak takdim ediyorlardı. Bunların taraftarları da artıyordu. Anlaşılan askerler -tertipler-  arasında gerilim daha da artacaktı. Ama muhtemelen olası bir hadisede bu geceki subay nöbetçi ve sorumlu da olmayacaktı. Çünkü o görevini kâğıt üstünde 'vukuatsız bir biçimde' sonraki nöbetçiye devretmişti.