İttifak Gazetesi Sözlü Tarih Yazı Dizisi-VII: Mehmet Esen

Abone Ol

İttifak gazetemiz nezdinde Sözlü Tarih çalışmalarına devam ediyoruz. Hemen her meslek ve meşrepten bu toprakları şenlendirip âvâzelerini gök kubbeye Dâvut gibi salan, cemiyetin ortak hafızasında iz bırakan insanlarımızı günümüz neslinin irfanına arz etmek, ‘sadırda kalmaz satırda kalır’ mülahazasıyla kendilerinden tefeyyüz edeceğimiz şahsiyetlerin çalışmalarını, hizmetlerini, irfânî değerlerini, meslek sırlarını, sanat izzetlerini, zanaat kabiliyetlerini, insanlık erdemlerini kayıt altına almak ve dahi insani, vicdani, ahlaki güzelliklere ayna olmak mülahazalarıyla hazırladığımız Sözlü Tarih çalışmamızın yedinci bölümünde portalımızın ve gazetemizin satır aralıklarında iş adamı Mehmet Esen’i misafir ediyoruz.  

İbrahim Ethem Gören: Mehmet Bey, bizi 80 yıl öncesinin Gaziantep’ine, Nizip’e götürür müsünüz?

Mehmet Esen: Nizip’e 10 km. uzaklıkta Mizar köyünde doğdum. Buranın yeni ismi Uluyatır’dır. Mizar köyü Nizip’in dere köylerinden biridir. Ağaçlık, meyvelik, sebzelik güzel bir köyden söz ediyorum. Köyümüzün etrafı dağlarla çevrilidir. İçerisinde her tülü sebze-meyve yetişir, suyu boldur. 

Hâlen öyle midir?
Kısmen öyledir. Ben orada doğdum. Çocukluğumun Mizar’ını tarif ve tavsif ediyorum haliyle.

Ne zaman dünyaya gelmişsiniz?
1.1.1943 tarihinde…

Farazî bir tarih değil mi?
Evet, tarih bahsettiğiniz gibi öyle; hikâyesi ise şöyledir: O yıllarda babam ölen ağabeyinin hanımı ile evlenmiş. Bu evlilikten büyük çocuk olarak ben, küçük çocuk olarak da kardeşim Mükerrem dünyaya geldi. 

Mehmed ismi nereden geliyor?
Amcamdan. Askerde intihar ettiği söylenen, lakin hemen herkesin kim vurduya gittiğini düşündüğü amcamın ismini bana vermişler. 

Sonra?
İkinci çocuk (Mükerrem) doğduktan sonra babam annemi istemedi!

Neden?
Bir nedeni var mıdır bilemem! Belki de vardır. Bildiğimiz “Ağabeyimin hanımı ile ben yapamıyorum” demesi. Geçersiz bir sebep tabii ki. Çünkü annem babama “Ben senin nikâhında kalayım, resmî nikâhı da vereyim, dini nikâh ile senin hanımın olarak kalayım, beni kimse istemesin!” dedi. 

Çünkü annemin üç de ölen amcamdan çocuğu vardı. 

Eviniz…
Mütevazı bir köy evi olan hânemiz iki bölüm halindeydi. Bir bölümü taş yapı idi. İyi olan kısım burasıydı ve annem bu bölümü babama bıraktı. Kerpiç olan kısma talip olarak “Biz çocuklarımızla birlikte burada oturalım. Sen sadece bize sahip çık yeter, başka da bir şey istemiyorum” dedi. Fakat babam maalesef kabul etmedi. 

Sonra?
Annemi evden kovdu. Annem, böylelikle anneannemin yanına gitti. Benim nasibime babamın yanında kalmak düştü! Anneciğim benim küçüğümü (Mükerrem’i) yanına aldı, çünkü o henüz bebekti. Annem, kardeşim Mükerrem’e ilave olarak amcamdan olan üç üvey kardeşimle birlikte annesinin evine taşındı ve orada kaderini, bir adım öte kederini yaşadı.
Ben arz ettiğim üzere babamın yanında kaldım. “Babamın yanında kaldım dediysem de haddizatında babaannemin yanında kaldım. Benimle o alâkadar oldu. Liseye gidinceye kadar babaannemle birlikte yaşadım.

Sözlü tarih çalışmamıza Esen Ailesi’nin Gaziantep’teki hikâyesiyle devam edelim…
Dört yaşından itibaren babaannemle birlikte yaşadım. Babam bu süreçte ben henüz iki yaşındayken tekrar evlenmişti. Babaannemle beraber yaşadım, bana sahip çıktı, aklım ermeye başladığında evin işlerini deruhte ettim.

Bu meyanda neler yaptınız?
Köy hizmetleri… Kuzu, inek otlatıyordum. Sabah erken vakitte, henüz güneş doğmadan hayvanları otlatmaya götürüyordum. Hayvanlar doyunca saat 10.00 sularında da hayvanları eve götürüyordum.

İkinci annem bana bir taraftan “neden erken geldin?” diye söylenirken diğer taraftan da “babana söylerim” diye tehdit ediyordu. 

Hayy Allah…
Böylelikle tekrar meranın yolunu tutuyordum, lakin hayvanlar tok olduğundan otlamıyorlardı, yatıyorlardı. Ben de onları bekliyordum. Öğlende sürüyü önüme katıp köye getiriyordum. Evde yemeğimi yiyordum. Öğleden sonra bir saat kadar arkadaşlarımla oynadıktan sonra saat 15:00 sularında hayvanları tekrar otlatmaya götürüp akşam getiriyordum.

Öz annenizle ilk karşılaşmanız?
Köyümüzde pek çok koyun var. Bir akşam koyunların çobanlar tarafından nasıl toplandığını, akşam nasıl eve getirildiğini, her koyunun kendi ağılını nasıl bulduğunu merak ettim. Sürüyü karşılamaya çıktım. O esnada bir kadın elimden tutarak “benimle gel” dedi. Kim olduğunu bilmiyordum ama ona teslim oldum, beraber evine kadar gittik. 

O tarihte kaç yaşındaydınız?
5 yaşında filan. Beni evine götüren kadının 10-15 kadar koyunu vardı. “Az bekle, koyunları sağacağım” dedi. Gitti, bir kap getirdi, hayvanları sağdı, kovada biriken süt, köpük oluşturuyordu, kadın işaret parmağını köpüğe bandırıp bana veriyordu. Sağma işi bitince bana sarıldı, ben eve geldim. Babaanneme olup biteni anlattım. Ertesi gün o kadın beni yine alıp götürdü. “Kimsin sen?” dedim. “Oğlum” diye bana sarıldı. Böylelikle annem olduğunu öğrendim. Eve geldim. Babaanneme “Ben annemi gördüm” dedim. “Oğlum, o annendi” dedikten sonra, oturup birlikte ağladık. Böylece annemi tanımış oldum. 

Biraz babanızdan bahseder misiniz?
Babamın ismi Davut olup mesleği çiftçiliktir. Köyde tarla-tezekle geçimini temin eden biriydi babam.

Sizinle ne kadar ilgilendi?
Pek ilgilenmedi. Ben onu hep kahvede otururken hatırlıyorum. Daha sonra bir bakkal dükkânı açtı.  Bahçe ve hayvan işlerinden arta kalan zamanlarda bakkala gidip kendisine yardım ediyordum. Bahçede domates yetiştiriyordum ama tasarruf hakkım yoktu. Köyde belediye muhasebecisi bir adamcağız vardı. Bir gün öğle üzeri bakkal bakkal gezip domates aramış bulamamış. Beni gördü. “Ne arıyorsun?” dedim. “Domates” cevabını verdi. “Ben sana getireyim” dedim. Koştum tarlaya! Oradan alabildiğim kadar, birkaç kilo domates toplayıp verdim. Teklif ettiği parayı da kabul etmedim. Bu hadiseden bir gün sonra adamcağız babamı görmüş ve ona “Davut Ağa, ne kadar iyi bir oğlun var. Misafirim vardı, domates bulamadım. Mehmet’i gördüm. Ne kadar iyi bir çocuk. Koştu, tarladan bana domates getirdi. Parasını da almadı” demiş. . Babam akşam eve geldi. “Ulan sen nasıl domates toplar da adamlara götürüp domates verirsin. Parasını da almamışsın bir de!” diye hiddetle çıkıştıktan sonra “Sakın hiç kimseye domates verme, domateslere de dokunma” dedi. 
 

Valideniz?
Validem Safiye hanım çilekeş bir Anadolu insanıydı. Rahmet olsun. 

Öz kardeşinizden bahsetmiştiniz…
Kardeşim Mükerrem el’an İstanbul’da, Kadıköy’de emekli hayatı yaşıyor.

Nasıl bir evde büyüdünüz? 
Evimiz kesme taştan yapılmış, iki katlı, altında hayvan ahırı olan bir evdi. İki oda bir holden müteşekkildi. Ben babaannemle kalırdım. Odanın birinde kışlık erzaklar bulunurdu, burası babaannemle yatığımız yerdi. Babam ise yeni hanımı ve ondan olan çocuklarıyla beraber taş olan evde yaşıyorlardı. O dönem için köyün en lüks eviydi. Yaz günlerinde damda yatardık.

Evin karşısında cami ve de çeşme vardı. Çeşme yoldan iki metre aşağıdaydı ve etrafı havuzla çevriliydi. Dağdan tabii olarak gelen suyu bu çeşmeden içerdik. Köylüler, özellikle de hanımlar çeşmeden evlerine kovalarla su taşırdı.

Çocukluk arkadaşlarınız?
Beş-altı arkadaşım vardır. Onlarla gündüz vakitlerinde benim vaktim olmadığı için bir saatin haricinde oynayamazdık. Gündüz işleri bitirdiğimde karanlık basınca oyuna sıra gelirdi. Gece yarısına kadar saklambaç ve muhtelif oyunlarla vakit geçirirdik. 

Arkadaşlarınızın isimleri?
Hemen evimizin yan tarafında Ali Kutlu, köyün karşı tarafından Mehmet Böcük Kutlu, Hayri Yavuz, Arif Bozyılan ve Mehmet Karayılan evvelemirde isimleri aklıma gelen çocukluk arkadaşlarımdır.

Çocukluk yıllarınıza dair neler hatırlıyorsunuz?
Bir gün arkadaşlarla oyun oynarken “Hıyar köyünden –Bizim köye iki km. kadar yakınlıktaki bir köyün adıdır- bir misafirimiz var. Ama bu misafir köyde herkese meydan okuyor! “Sen onunla güreşir misin?” dediler. Muhatabım benden bir yaş kadar büyük olmasına rağmen “Tabii ki, güreşelim” dedim.

Sonra…
Karşı karşıya geldik. Henüz güreşe başlamazdan önce rakibim bana bir tokat attı. Ben bir an aldığım darbeyle yere kapaklanmakla birlikte kısa sürede toparlandım. “Daha başlamadan vurdu!” cümleme, muhataplarım “hazırlıklı olsaydın” ya şeklinde mukabelede bulundu. Tekrar güreşe tutulduk, bir tokat daha attı. Yıkılmadım, kısa sürede tekrar toparlandım. Rakibimin güreş felsefesini anladım! Tekrar bir hizaya gelince hızlıca belinden kavrayıp kaldırıp yere vurdum. Pes edinceye kadar da üzerinden inmedim! Pes etti. Böylelikle galip gelmiş oldum.

Eyvallah. Tahsil hayatınız?
Köyde beş sınıflı bir ilkokulumuz vardı. İlkokulun hemen bitişiğindeki mahalde belediye muhasebecisi, onun bitişiğinde de sanat öğreten öğrenmenler vardı. O dönemlerde Millî Eğitim nezdinde köylerde köylülere demircilik, marangozluk gibi meslekleri öğreten, uygulamalı olarak gösteren öğretmenler bulunurdu. 

Ben yaşım geldiğinde ilkokul birinci sınıfa gitmeye başladım. Sınıfımızdaki sıralar bildiğimiz inşaat tahtalarından yapılmıştı. Bir de kum havuzumuz vardı. Yazıyı kum havuzunda öğreniyorduk. 

İlkokulda birinci, ikinci ve üçüncü sınıfı bir öğretmen, dördüncü ve beşinci sınıfa da Müslüm Tekçen isimli başöğretmen okutuyordu. Az önce arz ettiğim üzere okul zamanlarının dışında bahçe işleriyle meşgul olsam da çok çalıştım ve ilkokulu birincilikle bitirdim.

Ortaokula gitmek istediğimde babam “Hayır, sen okumayacaksın, çiftçi olacaksın” dedi. “Ben çiftçi olmam” dedim. Köyün ileri gelenleri babama geldiler. “Davut Ağa, neden bu çocuğu okutmuyorsun. Çok istiyor. Herkes çocuğunu okutmak istiyor, çocuklar okumuyor, senin çocuğun okumaya istidatlı, okumak istiyor, sen okutmuyorsun! Okutacaksın!” diye ısrar ettiler. Babam hiçbirini kabul etmedi. “Okutmayacağım” dedi. Bu keyfiyetten başöğretmenin de haberi olmuş. Doğruca evimize geldi. “Davut Ağa, Mehmet’i okutmayacağını duydum. Bu çocuk okumalı, ben beş yıl içerisinde bu çocuğa daha bir defa sert konuşmadım. Benim bakışımdan ne demek istediğimi anlayan bir evladı nasıl okutmazsın?” dedi. Babam ona da itibar etmeyerek “Okutmayacağım” dedi. Bunun üzerine köyümüzün ilk yüksek tahsil yapmışlarından birkaç kişi evimize geldi. Onlar da beni okutması yönünde ricacı oldular. Babam onları da reddetti. 

Ben artık ağlamaktan başka çare bulamadım. Sabaha kadar babaannemle birlikte ağlıyoruz. Babaannem genç yaşta kocasını ve genç yaştaki oğlunu kaybetmiş. Sabaha kadar onlar için ağlıyor. Benim de ağladığımı görünce “Oğlum sen yat uyu” deyip beni uyutuyor, kendisi bu kez benim için de ağlıyor! Netice itibarıyla babam, babaannemle yaptığı pazarlık sonrasında beni okutmaya razı oldu. Babaannemden öteden beri istediği zeytinliği pazarlık konusu yaptı. Babaanneme “Zeytinliği bana verirsen Mehmet’in okumasına müsaade ederim” diyerek zeytinliği kaptı!

Babaannemle birlikte Nizip’e taşındık. Topal Memik Amca’nın evini kiraladık. O sene köyden rekor olarak yedi kişi okumaya geldi. Ortaokulu Nizip’te okudum. Ortaokulu bitirdikten sonra liseyi Gaziantep’te okudum. 

Edebiyat öğretmeni Celile Göğüç beni son sınıfta edebiyat dersinden bıraktı. Liseyi iki yıl gecikmeli olarak bitirdim. Bu esnada bir yıl Nizip’in, Mizirin köyünde, bir yıl da Hıyam köyünde öğretmenlik yaptım. Yaz dönemlerinde ise imar işlerinde çalıştım. 

Üniversitede okumak istediğiniz bölüm?
Tıp tahsili istiyordum. İki yıl kazanamadım. İki yılın ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Oraya devam ettim. İkinci sene devam mecburiyeti gelince hem çalışan hem de okuyan biri olduğumdan hukuk fakültesini bıraktım. Hemen akabinde Galatasaray Yüksek İktisat ve Ticaret Akademisi’ne kaydolarak bu okuldan mezun oldum.

Askerliğiniz?
Ankara Polatlı Topçu Okulu’nu bitirdikten sonra yedek subay olarak Şanlıurfa Mekanize Tugayı’na topçu subayı olarak gönderildim. Orada on iki ay boyunca hizmet ettim.

Evlilik hayatınız?
Üniversiteyi okurken, ikinci sınıfta evlendim. 

Kiminle evlendiniz?
Yedikule’de bahçıvanlık yapan Kemal Ardal ve Fatma Ardal’ın kızı Melahat hanımla evlendim. 

Tarih?
1968. 

Çocuklarınız?
Büyük kızım Yasemin 1969, oğlum Murat 1971, küçük kızım Nilüfer ise 1976 yılında dünyaya geldi. 

İkinci evliliğinizi de konuşalım.
1995 yılında gördüğüm lüzum üzerine Funda hanımla evlendim.

Funda hanımdan çocuklarınız?
Funda hanımdan 1996 yılında oğlum Mehmet Hilmi Can, 1998 yılında kızım Fulya ve 2003 yılında kızım Fatma Gül dünyaya geldi. Fatma Gül babaannemin ismidir. 

Bu esnada Kurtkaya Müesseseleri’nin muhasebe bölümünde çalışıyordum. 
Maaşım yetmiyordu.

Ticari hayatınız?
Öğretmenlikten sonra üniversite tahsili için İstanbul’a geldim. Hiçbir gelirim yok. Nâmı da kahrı da büyük olan bu kadim şehre ailemden hiçbir destek almadan tutunmanın gayreti içerisinde bulundum.  Evvelemirde Beyoğlu’nda bir mimarlık firmasında ruhsat işleri yaptım. Biraz sanata ve zanaata yatkınlığım vardır. Daha sonra Beyazıt’ta bakır kakma işi yaptım. Akabinde Sirkeci’de Mustafa Kurtkaya Müessesesinde muhasebeci olarak çalıştım. Burada bir yıl kadar çalıştıktan sonra maaşımı artırmadılar, ben de geçim derdi çekiyordum. “Maaşımı artırın” şeklide bir talep ilettim. Bu talebim olumlu karşılanmadı. Bu esnada orada aldığım ücretin iki katını veren bir deterjan şirketinde ön muhasebe elemanı olarak iş buldum. O müessese iflas etmişti haddizatında. Konkordato ilan etmişti, borçları vardı. Onları ödemeye çalışıyordu. Çok zor durumdaydı şirket. Ben orada çalışmaya başladıktan sonra patronun yeğenleri –biraz da işin keyfiyetine mazhar olduğumu görünce- benimle uğraşmaya başladılar, zor kullanmak istediler. Diş geçiremeyince bana teslim oldular! Ve üç ay içerisinde oranın personel müdürü oldum, imalat müdürü oldum ve akabinde de genel müdür oldum. 

Bahsettiğiniz firmanın ismi neydi?
Bom Kimya Deterjan Fabrikası.

Devam ediniz lütfen…
Bir zaman patron yanıma gelip “Biz şu anda zor durumdayız, bize yardım et, sen kendine geçinecek kadar para al, şu borçları ödeyelim, ondan sonra ben ana şirketin kârından %20 hisse vereceğim.” dedi. Bu minval üzere çalışmaya devam ettim. Günde 5-6 saat çalışan firmayı 24 saat çalışır hale getirdim. Böylelikle kapasite de %30’lardan %100’lere geldi. Türkiye’nin o dönemin deterjan sanayii alanında en güçlü firması Mintax’ın rakibi olduk. Tüm Türkiye’ye deterjan sevkiyatına başladık. 

İşler haliyle büyüdü, kâr etmeye başladık. Bir süre sonra patrona %20 kâr payını hatırlatınca “yok öyle bir şey!” dedi. Bilahare kerhen de olsa bana hizmetlerim mukabilinde yüz bin liralık senet verdi. Oradan ayrıldım. 

O gün için büyük para olmalı yüz bin lira. Nasıl değerlendirdiniz bu sermayeyi?
60 bin liraya bir adet minibüs aldım. Araca hoparlör sistemi taktırdım. İçerisini de deterjanlarla doldurup İstanbul sokaklarında, Tekirdağ’da ve İzmit’te pazarlarda, sokaklarda, köylerde satışa çıktım.

İki sabun 5 lira!
“İki sabun 5 lira” diyerek satmaya başladım. O zaman Evyap Sabun Fabrikası Alibeyköy’deydi. Meşhur Duru markalı sabunları üreten firma. Bu şirkete sabun almaya gittiğimde bana müesseselerinin İstanbul distribütörlüğünü teklif ettiler. Anlaştık. 

Seyyar distribütör!
Aynen öyle İbrahim Ethem Bey. Piyasa öyleydi. 50 yıl öncesinden bahsediyoruz. Tek araçla Evyap’tan distribütörlük aldım o dönemde. 1961 model Wolkswagen marka minibüsümü tıka basa el sabunlarıyla dolduruyordum. Parolamız belli: İki sabun 5 lira! Böylelikle epeyce sabun sattım. İki günde bir kendimi Evyap’ın önünde aracıma yükleme yaparken buluyordum. Hamd olsun bu ticaretten alnımın teriyle epeyce para kazandım. 

Askerliğinizi de konuşalım…
Bittabi. Polatlı Topçu Okulu’nda yedek subay eğitimi aldıktan sonra bir yıl boyunca Şanlıurfa Er Eğitim Tugay Komutanlığı’nda kıta hizmetinde bulundum. 

Askerlik dönüşü.
Askerlik dönüşün de deterjan ve sabun ticaretime gıdayı da ekledim. İstanbul ve çevresinde pazarlarda sattım. Toptancılara mal sattım. Esnafla ticaret yaptım. 

Nizip sabun diyarı!
Zeytin üretimi dolayısıyla Nizip sabun diyarı! Kendi memleketime sabun almaya gittim. Oradan İstanbul’a kamyon kamyon sabun getirip toptan/perakende sattım. 

Ticaretime maddi destek sağlayan Güven Nakliyat/Zekeriya Çiner ile birlikte sabun işinde ortaklık yaptık. Ege bölgesinden envai çeşit sabunları alıp İstanbul’da sattık. 

Mehmet Esen’in ilk üretim atölyesi.
1976 yılına geldiğimizde Eyüpsultan’da küçük bir imalat atölyesi olan bir zat bana imalathanesini devretti. Böylelikle ilk üretim serencamımız başladı. Bu tesiste beyaz krem deterjan, çamaşır suyu, tuz ruhu ve taş soda üretimine başladık. Burada 4 yıl kadar çalıştık. Orada çok disiplinli çalışıyorum, sabah 05.00’te tezgâhı açıyorum. O zamanlar Unkapanı’nda Yeni Gıda Sitesi Toptancılar Çarşısı vardı. Üretimlerimizin neredeyse tamamını Unkapanı’na satıyordum. Hemen her gün tabiri caizse doldur boşalt yapıyordum. Hamal parası vermemek için erkenden gidip dükkânların önüne malı koyuyordum.

Hamal parasını da konuşalım…
Şöyle, ürettiğim sabun ve deterjan gurubu ürünleri benden sürekli mal alan toptancıların dükkânlarının önüne talep edilen miktar kadar -5-6 koli her neyse- bırakıyorum. Bu hizmeti gün henüz doğmadan gerçekleştiriyorum. Mesai saatleri içerisinde malı götürecek olsam hamallar racon kesiyor. Orada bir zamanlar hamal grupları vardı. Unkapanı Toptancılar Çarşısı’na mal götürenler mutlaka hamallara taşıtmak mecburiyetindeydi. Farzımuhal ürünlerinizi kendiniz taşıyacak olsanız bile sizden mutlaka hamal parası tahsil ediyorlardı.

Enflasyonist yıllarda neler yaptınız?
1978 yılında enflasyon zirve yaptı. Mal yetişmiyor, üretim tesisimiz yirmi dört saat çalışıyor. Yine da mal yetiştiremiyorum. Para akıyor bir nevi! 

Arz ettiğim yılda Fehmi isimli bir zat üretim tesisimize geldi. Javel isimli bir deterjan fabrikası varmış. “Ben artık yaşlandım, evlendim, çocuğum olmadı, çocuk yerine de Javel’i yetiştirdim. Bunu öldürmeyecek, geliştirecek birini ararken bana seni önerdiler. Bu markayı sana vereceğim” dedi. Komple bir tesisten söz ediyoruz. Bedford marka bir kamyon da tesise dâhil. Kısmetmiş bu tesisi satın aldım. Altı ay içerisinde de parasını ödedim. Fabrikayı Alibeyköy’e taşıdım. 

1980 öncesi İstanbul’da, Türkiye’de ticaret nasıldı?
Söz senetti. Sözler tutulurdu. 1978’den itibaren enflasyon belası ortaya çıkınca çok mal satmaya başladık. Ne üretiyorsak gidiyordu. Hiç hile yapmadık. 

Kimya sektörüne hangi mülahazalarla girdiniz?
Zaten sektörün içindeydim. 

Şirketleriniz?
Selvi Deterjan Sanayi Ltd. Şti. ve Kardeşler Anonim Şirketi.

Ticari başarılarınız?
Hamd olsun bir zaman kendi üretim alanımızda, özellikle jel deterjanda ve çamaşır suyunda İstanbul’da sektör lideriydik. Unilever firmasının tespitidir: Jel deterjanın İstanbul ve Türkiye çapında %90’ını biz üretiyorduk. “Kim bunlar?” diye bizi araştırdılar. Bununla birlikte biz gelişen teknolojiye ayak uyduramadık. O esnada Unilever “yeşil ışık” spotlu jeli piyasaya sürdü. 

Bir alana bir bedava!
Bizim fiyatımıza sattılar ve yanına bir de hediye verdiler. 100 koli alana 100 koli de hediye takdim ettiler. Akabinde Ace çamaşır suyunu çıkardılar. Bizim fiyatımıza satıyorlar, yanında bir de hediye veriyorlar. 

Onlar endüstriyel anlamda üretime geçince biz de rekabet edememeye ve pazar kaybetmeye başladık. 1990’lı yılların başına kadar İstanbul’da çamaşır suyu piyasasının neredeyse tamamına hâkim iken 1990’dan sonra pazar payımız önce %40’a, sonra da %10’un altına düştü. 

Söz namustur ve söz Allah’a verilir. 
Bununla birlikte ne çekim döndü, ne de söz verdiğim günün sonrasında ödeme yaptım. Bir ticaret umdem vardır. Ticaret daha doğrusu hayat umdem: Söz namustur ve söz Allah’a verilir. 

Sosyal-cemiyet hayatınız?
Milliyetçi-muhafazakâr bir çizgim vardır. 1980 yılına kadar MHP saflarında yer aldım. 1980 yılında Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri’ne intisap ettim. 

Hasan Celal Güzel ile hukukunuz?
1990’lı yılların ortasında Hasan Celal Güzel Yeniden Doğuş Partisi’ni kurarken Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri’nin damadı, Adalet Partisi Kütahya ve İstanbul eski milletvekili Kemal Kacar beye müracaat etti. Kemal Kacar Bey de benim riyasetimde beş kişiyi parti kuruluşu için görevlendirdi. Partiyi kurduk. Teşkilatları tamamladık. Partinin İstanbul İl Başkanlığı gibi önemli kademelerinde görev yaptım. Bir müddet sonra siyasetin benim yapamayacağım bir şey olduğunu anlayınca “bana müsaade” dedim. İstifa ederek ayrıldım. 

Halihazırda işlerinizin durumu?
İşleri, oğlum Murat Esen’e devrettim. Şu anda mahdumun Murat, şirketimizi Kardeşler A.Ş. olarak devam ettiriyor. Murat, şirketinde endüstriyel büyük ambalajlı deterjan ve sıvı deterjan çeşitleri ile sıvı deterjan cinsine giren ne varsa; Arap sabunundan şampuana kadar üretiyor. 

Geriye dönüp baktığınızda şunu şöyle yapsaydım daha iyi olurdu dediğiniz bir şey var mı?
Evet var. Kendi yakınlarımı yanıma almazdım. Onlara yardım edeceksem açıktan yardım ederdim. Onların bilmesi gerektiği şekilde yardım ederdim.

Küçük ölçekli aile şirketlerine, yakın akrabalarıyla iş yapanlara neler tavsiye edersiniz?
Yakın akrabalarından uzak dursunlar! Onları evlendirsinler, yardım etsinler, ev parası, araba parası versinler, lakin kurumsal bir yapıları yoksa yanlarında çalıştırmasınlar. 

Yakın arkadaşlarınız?
Epeyce arkadaşım var. Emin Nemli, Veli Ünlü, Özkan Öztürk, Hüdaver Türkdoğan, Ahmet Eviz, Talip Esen, İbrahim Ethem Gören, Mehmet Külahlı, Hacı Ahmet Günbürdek, Yunus Tozlu, Mehmet Şirin ve İbrahim Taş yakın görüştüğüm, yıllara sârî kardeşlik hukuku geliştirdiğimiz arkadaşlarımdır. 

Hac ve umre ziyaretleriniz…
Hamd olsun Rabbimizin nimetlerini saymakla bitiremeyiz. Defalarca hacca ve umreye gitme, Beytullah’a yüz sürme, Efendimiz Aleyhisselâm’ı ziyaret etme imkânımız oldu.

Sonra…
Sonra vaktin yaklaştığını anlarsan mirasçılarını zorda bırakmamak için onları toplayıp onların da memnun olacağı bir şekilde İslami ölçüler dâhilinde herkesin malını vermek. 

Sonra…
Asla bankanın önünden bile geçmemek. Faize asla ve kat’a bulaşmamak. Sonra faiz yükünün-günâhının/vebâlinin altında ezilirler. Esnaf, tacir, sanatkâr, sanayici her kimse faizden uzak dursun ve Cenab-ı Hakk’ın Bakara Sûresi’nin 275’inci âyet-i kerêmesinde buyurduğu mühim ikazı hayat düsturu haline getirsin: “Ribâ (fâiz) yiyenler (kabirlerinden), ancak kendisini şeytan çarpmış kimsenin, cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar! Bu, şüphesiz onların: “Alış-veriş (de) ancak fâiz gibidir” demeleri yüzündendir. Hâlbuki Allah, alış-verişi helâl, fâizi ise haram kıldı! O hâlde kim kendisine Rabbinden bir nasîhat gelir de (fâizden) vazgeçerse, artık geçmişte olan (İslâm'a girmeden önce aldıkları) kendisinindir. Onun işi (hakkındaki hüküm) ise Allah'a âiddir. Kim de (helâl sayarak fâize) dönerse, işte onlar ateş ehlidirler! Onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar.”

Memleketinizde irtibatınız?
Memleketimde, kendi köyümde her sene gitmek için bir ev yaptım. Maalesef köylüler, “Bu adamın burada ne işi var? Ne menfaati olacak? Memleketi İstanbul’da, buraya ne için geliyor?” şeklinde dedikodu üretince orasını hayır kuruluşlarına vakfettim. Ayrıca İstanbul’da, Gaziantep’te ve Şanlıurfa’da Kur’an Kursu binaları tesis edip vakfetmeye muvaffak kılındım.

81 yıldan geriye kalanlar?
Belki bu söyleyeceklerim bazılarını üzebilir! Yanlış anlayıp yapmak istedikleri şeyleri yapmayabilirler. Bu durumda üzülürüm! İyilik yapınız. Mütemadiyen infak ahlâkına sahip olunuz. Yaptığınız iyilikleri de unutunuz. İyiliklerin hesabını tutmak akıl kârı değildir. İyilik yapan kişi karşılığını beklemesin! Zaten yaptığı iyiliklerin karşılığını beklemek iyilik ticaretinden başka bir şey olmaz! 

Eyüpsultan mülahazalarınız…

Dahilisurda, Eyüpsultan’da bulunma sebebim Eba Eyyûb Halid Bin Zeyd el Ensârî Hazretleri’nin bizatihi kendisidir. 

Ticaret/üretim/sanayi hayatı size neler öğretti?

Çok çalışmayı, yalan söylememeyi, pazar kazanmak için değil, Allah rızası için çalışmayı, akrabalarına bakmayı, kimsesizlerin, yetimlerin elinden tutmayı…

Ticari tavsiyeleriniz…

Doğru sözlü olmak. Kimsenin hakkına tecavüz etmemek. Mücadele etmekten korkmamak. Çalışmaktan yılmamak. “Yoruldum” kelimesini hayatından çıkarmak. Çok okumak. İstişare etmek. Malı temizlemek (zekât vermek). İbadetten asla taviz vermemek. Geriye mal bırakacağım diye çalışmamak. Çok çalışmak, ama servet yapmak, yığmak için değil, Allah rızası için çalışmak... Rıza yolunda harcamak için çalışmak… 

Filistinli kardeşlerimiz Gazze’de yalnız kaldı? Ümmet-i Muhammed maalesef sınavını veremedi. Bu husustaki kanaatleriniz?

İslam tarihini okuduğumuz zaman Müslüman komutanlar karşı devletin çok silahı, askeri var diye düşünmemişler. Eğer bir beldeye Peygamber (sav) ya da dört halife sefer için emir buyurmuşsa 30 bin kişi ile 300 bin kişilik orduyu yenmişler. Bugün “biz Gazze’deki zulmü durdurmak için İsrail’e müdahale edersek ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa bize saldırır, bizi yok ederler” şeklinde bir mülahaza var. Bunlar hiç mi Allah’ın resulünü,  Raşit Halifeleri okumadılar. Şehitlik mefhumunu hiç mi duymadılar!

Okuyucularımıza son olarak neler söylemek istersiniz?
Söylemek istediklerim söylediklerimin içinde mündemiçtir.

Bununla birlikte çok okusunlar. Bilhassa İslam tarihini çok okusunlar. Asım Köksal’ın İslam Tarihi kitabını özümseyerek okusunlar. Orada düne, bugüne ve yarına dair hemen her şeyi bulacaklar.

Bir şey daha…  
Her kimde benim hakkım varsa, kim bana kötülük yapmışsa, her kim bilerek bilmeyerek benim hakkıma girdiyse, benim her kimden maddi-manevi alacağım varsa helâl ediyorum. 

Var olunuz. Zatıâlinize sağlık, sıhhat, âfiyet niyaz ediyorum.

Ben de nazik alakanız için teşekkür ediyorum.


Hamiş
İttifak gazetesi camiası nezdinden hamiyetperver iş adamı Mehmet Esen’e sağlık ve afiyet niyaz ediyoruz.

Fotoğraflar

1-Yazarımız İbrahim Ethem Gören ve iş adamı  Mehmet Esen İyilik Sağlık Vakfı'nda-Şubat 2023
2- Nizip Uluyatır (Mizar) beldesi, fotoğraf Uluyatır Kasabası FB Grubu'nndan alıntıdır.
3-Mehmet Esen’in babası Davut Esen
4-Mehmet Esen’in annesi Safiye Esen
5- Mehmet Esen
6-Mehmet Esen'in Şanlıurfa'da Er Eğitim Tugay Komutanlığı'ndaki yedeksubaylık günlerinden bir hatıra
7-Mehmet Esen’in ve hayrülhalefi Mahdumu İş adamı Murat Esen’in büyüttükleri marka: Javel
8-Yazarımız İbrahim Ethem Gören ve iş adamı Mehmet Esen, Nisan 2024
9-Mehmet Esen Eyüpsultan Camii’nde


İbrahim Ethem Gören 14.06.2024-Yazı No: 597