Yükseklerden açılmış şemsiyeleriyle yağmur damlacıklarını tutan, kristal huzmeleriyle kış gecelerimizi aydınlatan, güzel tabiatın nazlı gelini çam ağacı, İstanbul’da semt adlarını da taçlandırır.
“Çamlıca güzeldir, sevdiğim dilberdir, sözleri sitemdir
Gönlüme girendir, hüznümü silendir, Çamlıca güzeldir”
Çamlıca yollarında mehtaba dalarken, kulaklarımızda bir musiki terennüm eder. Yeşille mavinin birleştiği İstanbul’un en heybetli, yüksek tepesi gözümüzün nurudur. Devlet-i Aliyye döneminde buralarda yüksek kademedeki Osmanlı bürokratlarının geniş bahçeli ahşap konakları bulunurdu. Çoğu yitip gitmekle beraber tepedeki düzlük alan asırlardan bu yana mesire yeri olarak bilinmektedir.
18. yüzyıl ortalarından sonra asıl şöhretini kazanan Çamlıca eski konaklarından biri, günümüzde Çamlıca Kız Lisesi binasıdır. II. Abdülhamit döneminde Hicaz Valisi Ahmet Paşa’nın kendisi için yaptırdığı konaktır. Varlıklı zümrenin yeğlediği bir doğa alanı olan Çamlıca adını “çam’’ ağacından almıştır. Buralar antik çağlardan bu yana Antik Frigya kavimlerinin ektiği kutsal çam ağaçlarıyla doluydu. Tepenin güney yamacı halk arasında Küçük Çamlıca olarak bilinir. İstanbul’da ilk açılan “halk parkı’’ Çamlıca’nın Sarıkaya kısmındaki doğal alandır.
Avrupa Yakası’na geçip Beyoğlu’na doğru uzanınca, Türk sinema endüstrisinin yüreğinin attığı sokağın adı Yeşilçam Sokağı’dır. Beyoğlu ilçe sınırlarında, İstiklal Caddesi’nin, Taksim’den Tünel’e doğru gidilirken sağ tarafında meşhur Emek Sineması’nın da üzerinde bulunduğu sokaktır. Rivayete göre vaktiyle dar bir toprak olan yol ve her iki yanında yeni yeni gayrimüslim konaklarının, evlerinin, yabancı elçiliklerin boy göstermeye başladığı yıllarda, bu sokağın bulunduğu yer çamlıktır. Adı da oradan kalmıştır. Derme çatma binaları ile efsanevi filmcilik büroları burada bulunduğu için sinemamız adını bu sokaktan almıştır. Yaz kış yapraklarını dökmeden her dem yeşil kalan çam gibi Yeşilçam Sineması, gönüllerimizde tazeliğini, güzelliğini, yerini korumaktadır.
İstanbul tepelerinin sırtlarında, özellikle Boğaz’da şemsiye gibi açılmış heybetli ve anıtsal boydaki fıstık çamları, İstanbul manzaralarının olmazsa olmazlarındandır. II. Abdülhamit zamanında İstanbul’da imar ve kentsel sorunların çözümü için birçok adım atılır. Bunlardan biri de Terkos su şebekesi ile Hamidiye içme suyu tesislerinin İstanbullular hizmetine sunulmasıdır. Bu tarihlerde Terkos su şebekesi yapımını üstlenen Fransız şirket yetkilileri, Terkos Gölü’nün hareketli kumullarla dolmasını engellemek için, Fransa’nın batısında doğal olarak yetişen sahil çamlarını Terkos Gölü civarına dikerler ve sahil çamı İstanbul’a bu yolla yayılır.
Adını kozalakları ve iğne yapraklarının üzerindeki gözyaşı damlalarını andıran duru reçinelerden alan ağlayan çam, Himalaya çamının iki güzel örneğini Dolmabahçe Sarayı’nın denize bakan cephesinde görmek mümkündür.
Halep çamı, İstanbul’da yapılan ilk ağaçlandırmalardan biri için, Orman ve Maadin öğrencileri tarafından Fransa’dan getirilir. 1892 yılında Halkalı’da yapılan bu ağaçlandırmada, iki buçuk hektarlık alan Halep çamıyla beraber, servi, karaçam, sedir, mazı ve dişbudak ağaçları da dikilir. Bu ağaçlar arasında servi ve Halep çamında başarılı olunur.
Çam ağacı dört mevsim tüm canlılığı ile arzı endam eder. Baharda cilveli rengârenk ağaçlar çiçek açarken kimi görseli kimi kokusu ile aklımızı başımızdan alır. Yazın dallarından meyveler dökülen ağaçlar arasında lezzet deryasına dalarız. Çam ağacı bu cümbüş arasında nazar-ı dikkatimizi celb eder. Karlara bezenmiş çam ağacı, tüm asaleti ile bir gelinin etekleri gibi kat kat, boğum boğum süzülürken tefekkür dünyamızın kapılarını aralar, Esmaül Hüsna tecellileri ile hayret ve hayranlığa sevk eder.