Tarihte üç büyük imparatorluğa başkentlik yapan ve zengin bir kültür hazinesine sahip olan İstanbul cömert bir ev sahibi gibidir. Pek çok bilim insanı, mütefekkir, şair, yazar ve aydının ayak izlerini taşıyan İstanbul sırtında elit kesimi, göğsünde güngörmüş, kitapla meşgul olmuşları, esnaf ve memurları, kıyılarında ise yoksul ve yalnızları taşır. Farklı sınıflara ait insanlar gizil bir perdeyle ayrılmıştır ve birbirlerinin farkına varamadan yaşarlar.
Adı yetiştirdiği öncü şahsiyetlerle özdeşleşen güzide şehir İstanbul’un konforlu yaşamlara kucak açan semtlerinin yanında bir de göze çarpmayan arka sokakları vardır. Orta sınıf bireyleri barındıran arka sokaklar kendi içinde bir ülke gibidir.
Geçmiş dönemde ikamet ettiğim Fatih Horhor Caddesi arka sokakların tüm renklerini taşıyan bir şehir, bir ses cümbüşü gibiydi. Burada ülkemin her bölgesinden esintisini taşıyan komşularım vardı, Boşnak, Gürcü, Çeçen vatandaşlar ise kendi kültürlerini koruyarak ortama zenginlik katıyorlardı. Horhor caddesine hayat kuşluk vakti başlardı, saatler dokuzu vurduğunda kadınlar başlarını pencereden uzatır, günlük sohbetlerini yapar ve mutfakla ilgili hünerlerini paylaşırlardı.
Horhor Caddesinde tarihi bir apartmanın dördüncü katında yaşıyordum ve sabahları mutfağa geçtiğimde karşı apartmanın sakinlerinden Zenfira teyze ile göz göze gelirdim. Zenfira emekli bir öğretmendi ve şizofren hastasıydı. Zenfira çok konuşur, çok küfreder ve hemen her gün evdeki eşyaları camdan fırlatır sonra da hiçbir şey olmamış gibi başını eğer ve oyun oynayan çocukları seyrederdi.
Bir hafta sonu ziyaretime gelen arkadaşım Zenfira’nın savurduğu küfürleri işitince utancından duvara doğru kıvrıldı ve yüzünü avuçları ile kapattı. Mahalle küfür sözleri ile yankılanıyordu, pencereyi açıp sesimi yükselttim ve savurduğu küfürlerin kendisini çirkinleştirdiğini ve çekilmez hale getirdiğini söyledim. İfadelerimin bir uyarı olduğunu anlayınca öfkesi daha da kabardı ve başını pencereden çıkarıp bağırmaya başladı. Arkadaşım “ Rahatsız olduğu için küfrediyor değil mi” diye sordu. Düşündüm… Zenfira gerçekten hasta olduğu için mi küfrediyordu? Allah göstermesin hayatını ilimle, hayır hasenat işleri ile geçirmiş erdemli bir insan böyle bir rahatsızlığa tutulmuş olsaydı küfreder miydi? Hayır, hayır, hayır… Bu kişiden sadece önceki hayatında meşgul olduğu iyilikler sadır olurdu ve siz ondan hastalığı döneminde de istifade ederdiniz. Sevgili Peygamberimizin her kap içindekini sızdırır ifadesi bilinçaltımıza attıklarımıza işaret eder. Bilinç düzeneğimizi bozan bir hastalığa maruz kalmışsak bilinçaltımıza attıklarımız ortaya çıkar ve bunları ortaya koyarız.
Arkadaşım sorduğu soruya verdiğim cevaptan ikna olmayınca ona Fatih’te mahalleli tarafından himaye edilen Münir amcayı hatırlattım. Vakti zamanında ilimle meşgul olan Münir amca kırkından sonra şizofreni hastalığı ile tanışınca çalışamaz hale gelmişti fakat insanlara nasihat etmeye, iyilik ve ikramın önemini anlatmaya devam etmiş ve insanlar onu bu özelliği ile sevmiş ve kabul etmişlerdi.
Bilinçaltı bir deryadır ve gündelik hayatta meşgul olduğumuz işler, insanlardan saklı tuttuğumuz niyetlerimiz, ifadelerimiz, eylemlerimiz buraya yüklenir ve zihnimizin düzeni bozulsa dahi burada depolanan bilgiler kalır ve kritik dönemlerde su yüzüne çıkar.

YORUMLAR