At kestanesi, romantizm davetçisi, estetiğin simgesi, yıldırımınsa isabet etmediği abide ağaçtır.
Eylül ayı ile birlikte, yeşilden bronza dönen yaprakları, dikenli topları ile İstanbul’un park, meydan, caddelerini süsleyen at kestaneleri sonbahar gözdemdir.
Mevsimler kendi güzellikleri ile gelir. Her birimiz insanları, hayatı, farklı karşılayıp, anlamlandırdığımız gibi mevsimleri de kendi dünyamızca kucaklıyoruz. Birbirinden farklı hissiyatlar yaşıyoruz. Sonbaharı hüzün ile özdeşleştirenlerin aksine benim dünyamda sevginin sıcaklığı, huzurun, romantizmin mevsimidir. Sonbaharın habercisi Eylül, kavuşmaların, başlangıçların, toparlanmanın ayıdır.
Ruhumuz da Eylül ayı ile birlikte farklı bir senfoniye kapılır. Rüzgârların şiddeti yaprakların hışırtıları ile karışınca üzerine boşalan yağmurların sesleri… Her biri ayrı bir melodi fısıldar kulağımıza. Doğa adeta bahçe-i letâfetnûmâdır. Bu bahçenin en nadide parçalarının başında şüphesiz ağaçlar gelir.
Dört mevsim yeşilliğini koruyan ağaçların yanı sıra, sararan, yapraklarını döken ağaçlar, turuncu, sarı, kahverenginin tonları ile eşsiz sanat eseri sergilerler. Çocukken bahçelerde kuruyan yapraklardan yatak yapıp içine gömülmek, bir çiçeğe konmuş kelebeğin mutluluğunu yaşamaktır. Bu mutluluğu yaşarken etrafta bir at kestanesi varsa, kargalar tepesinde uçuşurken kafanıza kurumuş bir kestane düşürürse vay halinize; sevimli meyvenin dikenleri, biraz da sertleşmiş kabuğu keyfinizin nazar boncuğu olabilir.
Buna karşın fırtına, sağanak yağmura tutulduysanız, şimşekler çakmakta ise yıldırım çarpmasına karşı korunacağınız güvenilir sığınak at kestanesinin altıdır.
At kestaneleri, İstanbul’un meydanlarında, parklar, caddeler, okullarda yaygın olarak varlığını göstermektedir. Büyük beyaz salkım salkım çiçekleri ile Mayıs ayında açtığı zaman meydanlarda düğün şenliği yaşatır. Beyaz, sade at kestanelerini bastıran, koyu pembe, gülkurusundan şarabi renge kadar kırmızının her tonu ile süzülen at kestaneleri de görülmeye değerdir. Bu renk cümbüşü, İstanbul’un endamına endam katar.
Yaz ayları ile birlikte yemyeşil dikenli meyvesi göz dolduran bir güzellik, canlılığa sahiptir. Acı ve zehirli olan meyvelerini geyikler dışında hiçbir hayvan yemez.
At kestanesinin adı ile ilgili iki görüş vardır. İlki, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Avusturya-Macaristan büyükelçiliği yapan Ghislain de Busbecq, 1576 yılındaki Topkapı Sarayı ziyaretinde at kestanesi ağaçlarını görür, lale soğanlarıyla beraber yanına at kestanesi tohumları da alıp ülkesine döner. Busbecq Türk askerlerinin atları at kestanesi ile beslediğini zanneder. Ağacın adının buradan geldiğini söyler. Atlara bu tohumun yedirilmesinin sebebi, soluğan hastalığını iyileştirmektir. İkinci bir görüşe göre ise ağacın adı yaprak sapının sürgünde at nalına benzer bir iz bırakmasından kaynaklanır.
At kestanesi Avrupa’ya İstanbul’dan Busbecq eliyle gitmiş olup, Paris at kestaneleri ile meşhurdur. Vatanı Balkan Yarımadası olan ağacın İstanbul’a Arnavut bahçıvanlar tarafından getirildiği tahmin edilmektedir.
Makedonya doğumlu ünlü ressam Ömer Kaleşi, ilki 400 yıl önce Osmanlı İmparatoru I. Ahmed tarafından Fransa'ya hediye edilen at kestanesi ağaçlarının kesilmesini tuvaline yansıttı. Paris'te Arago Bulvarı'ndaki evinde verdiği bir röportajda at kestanesi ağaçlarının kesilmesinin kendisine nasıl ilham verdiğini ve Türkiye'ye geliş öyküsünü anlatan ressam duygularını şu cümlelerle ifade etmiştir:
"Hep Paris'le ilgili bir şeyler çizmek istiyordum, bir türlü olmuyordu. Başları kesilen geriye sadece içi çürümüş gövdeleri kalan ağaçlardan çok etkilendim. O çürümüş gövdeler bana insanı ve ölümü çağrıştırdı. Tüm dünyadan sanatçılar buraya ilham bulmak için gelir. Ama ben 50 yıldır Paris'teyim fark ettim ki bu şehre dair hiçbir şey çizmemişim. İçin için üzülüyor, acaba ne yapabilirim diye düşünüyordum. Sonra bu at kestanelerinin kesilişi beni öyle etkiledi ki 100 gün ne dışarı çıktım ne kimseyle görüştüm. Yaşım 83, sonunda Paris'ten ben de esinlendim ve diyorum ki Paris'e borcumu ödedim."
Ancak Kaleşi, kestane ağaçlarının aslında Türkiye'den geldiğini ise tabloları tamamladıktan sonra tesadüfen öğrenmiş. Kaleşi, tablolarını, İstanbul'da beraber çalıştığı sanat galerisine getirdiğinde o an orada bulunan birisi "kestane ağaçları sonunda yurduna döndü" yorumunu yapmış. Kaleşi bu yoruma bir anlam verememiş, araştırıp öğrenmiş ki, Arago Bulvarı'ndaki atkestaneleri 17. yüzyılın başında İstanbul Boğazı ile Paris'teki Seine nehrinin kardeşliğini simgelemek üzere Osmanlı tarafından Fransa'ya hediye edilmiştir ve böylece Fransa at kestanesiyle Osmanlı'nın sayesinde tanışmıştır.
İstanbul’un Anıt At Kestanesi Ağaçları:
1) Beşiktaş, Vişnezade Mahallesi, Dolmabahçe Caddesi, Dolmabahçe Sarayı
- Kayıt numarası: AVR. AA. 0393
- Anıtsal Nitelik: Fiziksel özellik- tarihi özellik
- Ağaç yaşı: 188 yıl
2) Fatih, Cankurtaran Mahallesi, Gülhane Parkı
- Kayıt numarası: AVR. AA.1065
- Anıtsal Nitelik: Fiziksel özellik- tarihi özellik
- Ağaç yaşı: 173 yıl
3) Beyoğlu, Gümüşsuyu Mahallesi, Miralay Şefikbey Sokak, Gümüşsuyu Asker Hastanesi
- Kayıt numarası: AVR. AA. 0834
- Anıtsal Nitelik: Fiziksel özellik
- Yaş: 174 yıl
4) Küçükçekmece Halkalı Mahallesi, Halkalı Caddesi İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi
- Kayıt Numarası: AVR. AA. 1476
- Anıtsal Nitelik: Fiziksel özellik
- Ağaç yaşı: 174 yıl