İnsan fıtrat olarak hep bir özlem meraklısı, kışın yaza hasret, yazın kışı gözler. Yaz ne zaman gelecek bir türlü ısınamadık feryatları başlamışken, sıcaklıklar kendini bize hatırlatmaya başladı.
Yazın ilk ayı Haziran’ın geldiğini ıhlamur kokusundan anlıyorum. Penceremin önünde bir ıhlamur ağacım var. Sabah gözlerimi açar açmaz bayram çocuğu sevinci ile pencereye koşuyorum. Bu sabah o beklenen koku buram buram her yeri kuşattı. Yaz boyunca yaprakların arasına gizlenmiş sarı küpeleri andıran çiçekleriyle sokak, park, bahçe, kasırlarda ıhlamurlar bizi selamlayacak.
Ihlamur öyle narin, öyle sakin, kendinden emin rüzgârın kollarında salınıyor. Gölgesinde insanlar kokusu ile huzur buluyor, dinleniyor. Kendisine şifa olan, gölgelendiği ağacın dibine vefasız insan, eline geçen ne varsa yiyip içip atıklarını bırakıp gidiyor. İnsanın yaratılış ihtişamına yakışmayan hallerin başında tabiata verdiği zarar geliyor. Her yaz aylarını kabusa çeviren orman yangınları, kuraklık sinyalleri tarih tekerrür edip duruyor, insan duyarsızlıkta kararlılıkla ilerliyor.
Burcu burcu ıhlamur kokar hatıralarım. Bahçeli evler ile apartman hayatının henüz keskin ayrışmadığı, nefes alacak bahçeli evler bulabildiğimiz yıllar. Anneanne kucağı, sımsıcak mahalle kültürü, bakımlı bahçeler, temiz sokaklar. Her sabah herkes kapısının önünü temizler derken tüm bir mahalle tertemizdir. Mahallede bir bahçede ıhlamurlar toplama kıvamına gelince komşular toplaşır ıhlamur toplama günleri vardır. Hani derler ya “başın gözün sadakası olsun” neşe, hüzün kadar bir ıhlamur yaprağı dahi paylaşılır. Paylaştıkça dünya güzelleşir. Dostluk köprüleri bazen bir ağacın etrafında inşa edilir ve yıllara meydan okunur.
Orta Avrupa tarihinde de köylerde çok fazla ıhlamur yetiştirilirmiş. İnsanların buluşma noktası ıhlamur ağacı altıymış. Köy mahkemeleri ıhlamur ağacı altına kurulurmuş. Bu nedenle “mahkeme ağacı” da denilmiş zamanında. Slav ve Germenler için kutsal sayıla bir ağaçtır.
İstanbul’da hemen her sokak,cadde, park, bahçede ıhlamur ağacı görmek mümkünken ıhlamurun temaşa edileceği mekân şüphesiz Ihlamur Kasırları’dır. Ihlamur Kasırlarından adım attığınız andan itibaren, ıhlamur kokulu meltemler yüzünüzü okşar, bir padişah heybeti, valide sultan endamıyla salınırken kendinizi saraylı gibi hissedip plaza yaşamından, metropol keşmekeşinden uzaklaşırsınız.
Beylerbeyi Sarayı, Hidiv Kasrı Korusu’ndaki ıhlamur gölgelikleri de yazın tadını çıkarıp, tefekkürü doruklarda yaşayabileceğimiz yerlerden.
Ihlamur denilince edebiyatımızda ilk akla gelen Bahaettin Karakoç’u da unutmamalı:
“Ne güzellik ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman”