İstanbul Suriçi sokaklarında sonbahar

İstanbul’da Suriçi olarak da bilinen tarihi yarımada Fatih, İstanbul şehrinin kurulduğu, kadim kültürün yuvası özel korunmaya alınması gereken kıymetli bir ilçedir.

Abone Ol

İstanbul ile ilgili musikî, edebiyat mecmualarını okuduğumuzda kültürel hareketliliğin doğup, geliştiği, yaşadığı mekân tarihi yarımadadır. Geçen zaman içerisinde tahribatlar, yitirilenler yerine inşa edilen yeniler gelse de bölge kıymet bilenlerin gönlünde taht kurmaya devam etmektedir. 

Her mevsim ayrı bir kaftana bürünen şehirlerin sultanı İstanbul’a sonbahar bir başka yakışır. Sarayları, tarihi binaları, kasırları, Arnavut kaldırımlı yokuşları arasında parke taşlara desen veren yapraklar ile mevsim mimariyi sarar. Beyazıt, Süleymaniye, Vefa, Küçük Ayasofya, Kariye, Kocamustafapaşa, Cerrahpaşa gibi farklı köşelerde o kadar güzel mahalleler var ki keşfetmeye ömrümüz, sağlığımız yeter ümidindeyiz. 

Balat sokakları arasında başlayan sonbahar yürüyüşünde havanın serinlemesi, lodosun ürperten sert dokunuşları karşısında ahşap konakların sıcaklığı ile içimiz ısınıyor. Pazar günleri antikacılar önünde mezat izleyenler, herkesin kendince huzur bulduğu dinlendiği mekânlar arasından süzülüp geçiyoruz. Bir kilise ile caminin yan yana aynı semtte inşası medeniyetin hoşgörüsünü mimaride yansıtıyor bugüne mesajlar veriyor.  

Balat’tan yokuş tırmanmayı göze alanlar için her bir mahalle katman katman yeni semtlere açılır. Memleketimde kayboldum endişesi yaşamazsınız büyük camilerin minareleri pusula gibi size yol gösterir. 

Hayat yolculuğu gibi cesur, irade koyarak ilerleyince yokuşun sonunda bir hediye rahmet yolcuyu karşılar. Balat’tan Ayvansaray Mahallesi Molla Aşkı Teras’a çıkıp bir süre soluklandıktan sonra mahalle aralarında yol ayrımları keşif devam eder. Hava hafiften kararırken bir taraftan içimiz titremeye başlar. Sımsıcak bir tatlıcı dükkânı çıkıverir karşımıza halka tatlı mı tulumba mı karar vermekte ikilemde kalır sıcacık tatlıları kapıp yerken hemen bitişiğinde şehrin yeni yüzü olan semtlerde pek karşımıza çıkmayan tarihi bir simitçinin vitrininde kuru pastalar, küçük simitler ile çocukluğumuza gideriz. 

İlkokul yıllarımda meyve suyu, kek, abur cubur olmazdı. Ders arası öğretmenimiz elinde bir bastona geçirilmiş simit ve poğaça ile gelir poğaça sevmeyen ben simit kokusuna vurgun bitmeden simite yetişmek için dualar ederdim. Bu hatıraları simitçiye anlatırken tatlı yediğimi  unutup simite saldırdığımın farkında olmuyorum. Yol boyu yürürken karşımıza çıkan nasiplisi kimse simitimizi de paylaşıyoruz. 

Yol ilerliyor bizi Karagümrük Stadyumunun önüne getiriyor. Dört kişilik grubumuz stadyumun içini merak edip ayrı bir dünyaya kafasını uzatınca çocukların antremanını izlemeye karar veriyor. Karagümrük Stadı’nda, birer çay isteyip mola veriyoruz. İyice dinlendikten sonra sakin sessiz mahalle aralarından Fevzipaşa Caddesi’ne varıyoruz. Gelenekselden modern dünyaya adım atıyor, ışıl ışıl mağazalar, değişik kulağı tırmalayan müzik sesini kesen trafik içinde boğulmaktansa yürümeyi tercih ediyoruz. Fatih Camii civarına varınca martılar akşamın karanlığında inci gibi süzülüyor. İstanbul’un kalan sesi martılar ve rüzgârla salınan ağaçların dalları, yaprak hışırtıları belki de. Tatil gibi bir öğleden sonranın akşamında eve varmanın huzuru tarifsizdir. 

 

İstanbul yedi tepesinde yetmiş türlü hareketin bereketini yaşatan şehir. Sonbaharı, konser, sinema, tiyatro, sergi, müze gezileri gibi kültürel etkinliklerle sıcacık geçirmek, orman, park, bahçelerde  tabiat yürüyüşleri yapmak başka bir lezzet, her köşede insanın kendinden bir şeyler bulacağı ayrı zenginlikler sunuyor.  İstanbul’un mahalle, sokak aralarında kültürel dokuların izlerini keşfetmek de bambaşka bir sonbahar lezzeti sunmaktadır.