Anlatmak, su gibi hava gibi insanın temel yaşam kaynaklarının başında gelir. İnsan anlatandır. ‘’Ya ben öleyim mi söylemeyince’’ demiş Yunus Emre.
Söylemeyince ölmek; söyleme ile yaşamak arasındaki güçlü köprü. İnsan anlatınca rahatlar, içine atınca boğulur. İnsan hayatı bir hikâyedir. Söz ve kelime onun uzuvları. Anlatan olduğu kadar dinleyendir insan. İyi bir dinleyici olmak da anlatmak kadar güçlü bir meziyettir.
Edebiyatın gücü ve kıymeti insanı merkez almasıdır. Edebiyat başlı başına anlatmaktır. Hikâye de ilk ve asıl olandır. İnsanın hayatının esasıdır. İnsan ve toplumun kurucu unsurudur. Bütün zamanlarda, yerlerde, toplumlarda hikâye vardır. Anlatı insanlık tarihinin kendisiyle başlar, hikâyeler bir çerçeve çizerek, ortam hazırlar ve zeminini inşa eder. İnsan bu zemin üzerine kimlik oluşturur, hikâyeler aracılığıyla aidiyete dâhil olur, bir deneyime ortak olup toplumsallaşır. Hikâyeler bizi biz yapar. Zevk verir, öğretir, yaşam bilgisidir.
Hikâyede mekân ve zaman İstanbul’dur benim için. İstanbul edebiyatçıları besleyen bir ilham kaynağıdır, hikâye üretim merkezidir. Hikâye kahramanı, olay örgüsü için sosyolojik bir saha, âdeta edebiyatçının laboratuarıdır.

İki kıtayı birbirine bağlarken iki kültürü de birbirine bağlayan Boğaz’ı, bedestenleri, hanları, hamamları, sarayları, surları, kasırları ile mekân kavramını doldururken; Bizans ikonlarından, eski zaman elbiseleri, el işlerindeki motifleri, mücevherler, dokuma halılar, kilimleri ile hiç geçmişte kalmaz, eskimez. Saraydan günümüze uzanan lezzet haritası ile dünya mutfaklarını kıskandırmaya devam eder. Dönem değişir, tahribatın boyutları değişir, insan yobazlaşır, İstanbul hep yenidir, diridir, hareketlidir. Ne kadar kirletilse, dönüştürülse de kendini korur, temizler ve ezelden ebede güzeldir.

“İstanbul elbette fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir!” kutsi hadisine mazhar olan İstanbul hakkında, var olduğu günden bugüne sayısız hikâye, şiir, roman gibi edebi türlerde eserler yazılmıştır. Ezelden ebede dilimiz İstanbul’u anlatmaya, kalemimiz İstanbul’u yazmaya devam edecektir.

Edebiyat, bir toplumun siyasal, ekonomik yapıları, kültür ve medeniyetine dair görünür toplumun ifadesidir. Toplumlar edebiyatla yücelir, uygarlaşır. Ortak değerlerine hizmet eden edebiyata değer vermeyen toplumlar, şiddet haberleri ile sarsılmaya mahkûmken, yabancılaşma tehlikesi de kaçınılmazdır. Harfe, heceye, yazıya, edebiyata, sanat ve kültüre değer veren toplum süratle medenileşme süreci yaşar ve ivme kazanır.
İstanbul her medeniyete ilham olmuş bir şehir olarak, kendini koruyarak sonsuza kadar sanatçılara ilham olmaya devam edecektir. Buradaki çizgi insan tahribata karşı kendini, kültürel değerlerini ne derece korumayı başarabilecektir?

YORUMLAR