Bu şahsiyetler ümmetin içinden hiçeksik olmamıştır. Daima insanlığa yol göstermişler, Peygamber Efendimizin yolunu takip etmişlerdir. Belki de en ağır görev olan, insanlara doğruyu anlatarak, toplumu manevi yönden geliştirmeye ve güçlendirmeye çalışmışlardır. İslam’ın bu davetçilerini ve fikir önderlerini tüm yönleriyle tanıtmak pek kolay değildir, fakat onları tanımak tüm müslümanlar için fazlasıyla önem taşımaktadır
İbrahim Subaşı Hoca Efendi, İstanbul’un eski nesil hocalar silsilesinin son temsilcilerindendir. Klasik Osmanlı-İslam kültürünün yeni nesillere aktarılmasında köprü şahsiyetlerden birisi olarak tanınmaktadır. Aynı zamanda yaşantısıyla örnek bir şahsiyettir. Çok sayıda akademisyen ve din adamının yetişmesinde rol oynamış, geleneksel sanatlarımızın gelişimine destek vermiştir. Biri kız beş evladını ilim ve sanat yolunda yetiştirmiştir. İbrahim Subaşı hocamızı kıymetli kızı müzehhibe Hafize Subaşı Özkaya’dan dinlemek istedim.
Hafize Subaşı Özkaya:
Babam İbrahim Subaşı, 1926 Niksar Dalkaya köyünde doğmuş. Çocukluğu köyde geçmiş, ilk öğretmenleri hoca olan amcalarıymış. Çocukluğunda hayvanları otlatmaya giderken amcasının kitaplarını da yanına alırmış, ilme düşkünlüğü o zamanlarda başlamış.
Daha sonra Niksar’da Dursun Gümen Hoca Efendinin yanında ilim tahsiline devam etmiş ve köylerde imamlık yapmış. Babam Mısır’a El Elzher Üniversitesine gitmeyi çok istemiş fakat büyükleri ailenin ilk torunu olduğu için onu Mısır’a göndermemişler. Babam bu duruma çok üzülmüş. 1953 senesinde İstanbul’a gelmiş, ilim tahsiline kardeşiyle beraber burada devam etmişler. Saffet Efendi, Bekir Haki Efendi ve Aziz Efendi gibi alimlerden ders almış. Beyoğlu Kasımpaşa’da yaptığı imamlık vazifesinin ardından Fatih vaizliği görevinde bulunmuş. Uzun yıllar burada hizmet ettikten sonra emekli olmuş. Sonraki yıllarda babam sahibi bulunduğu Dersaadet Kitapevinde edindiği ilimleri talebeleriyle paylaştı.
İlme merakı çoktu. Ben çocukluğumda babamın gece saat iki üçgibi koltukta kitap okurken uyuya kaldığına şahit olmuşumdur. Bize de ilim aşkını babam vermiştir. Küçük yaşta bizi kucağına alır bize hep bir şeyler öğretirdi, ilahiler ezberletirdi. Musikiyi de çok severdi. Ömrünü kitap okumaya adamış bir insandı. Öğrenmek ve öğretmek onun en büyük hasletiydi. Evimize gelen talebelerin sayısı çoktu ve bu talebelere eski usul karşılıksız ders verirdi.
Hassas ince düşünen planlı programlı bir kişiliği vardı. İnsan ilişkileri çok güzeldi, arada yaptığı nükteler sohbete değer katardı.
Öğrencilik yıllarımda kardeşlerimle beni her cumartesi karşısına oturtur, bize Yasin suresini okutur, ardından ilahiler söyletirdi. Musiki sevgim o günlere dayanır.
Küçük yaşlardan beri kardeşlerimle beni Dolmabahçe ve Topkapı sarayı gibi İstanbul’un tarihi yerlerine götürür, bilinçlenmemize gayret ederdi. Yaz gelince de ailecek pikniklere giderdik çokça. Babam tüm yoğunluğuna rağmen ailesini ihmal etmezdi.
Babamdan en çok duyduğum cümleler “Yavrum iyiliğe iyilik her adamın işi, kötülüğe iyilik er adamın işi. Her adam mı olmak istersin er adam mı olmak istersin? Karşındaki ne kadar kötü olsa da sen iyi halini sakın bozma.” derdi. Abim Hüsrev Subaşı ile beni, hocalarını ziyarete giderken yanına alırdı. O hocaların duasını çok aldık, ikimizin çok benzeşmesini bu ziyaretlere yorarım. Ben Arap filolojisi okudum. Okuldaki profesörüm bile babamla istişare ederdi. Gerçekten Arapçada üstattı. İnsanlara çok değer verir onlara taltif ederdi. Fatiha suresinin insan ilişkisi ve hitabeti öğreten bir sure olduğunu söyler, “Önce Allaha sen mâlik’el mülksün deyip sonra yardım istiyoruz” derdi.
Yaşlılığında babam demans hastalığına yakalandı. Alimin demansı da başka oluyor. Ağzından kötü cümle hiççıkmadı. Bu süreçte 6 defa felçgeçirdi. Annem, babama o kadar iyi bakardı ki onca hastalığına rağmen onu ayağa kaldırırdı. En ağır dönemlerinde bile ders ve talebelerden söz ettiğimizde kendini toparlar dinçleşirdi.
Babam İbrahim Subaşı ile anlatmakla bitiremeyeceğim o kadar çok hatıram var ki bir tanesiyle bitireyim:
Lise birinci sınıftayım. O zamanlar yasaklardan dolayı hocalar başörtümü görünce başımdan çekip alıyorlardı ve gerici diye hakir görüyorlardı beni. O zamanlar beyaz iplikle firkete modası vardı, ben de kendime onunla bir şal örmüştüm. Başıma taktım “Babacığım beğendin mi?“ dedim. “Çok güzel olmuş, hem moda hem de başını kapatır” dedi. Bunun gibi taviz vermeden gerçekleşebilecek yeniliklere açık bir insandı. Benimle her zaman gurur duymuştur, her sergimde bulunmuştur. Çok duasını aldım. Mekânın cennet olsun canım babam...