İnsan olmanın dayanılmaz ağırlığı

Abone Ol

Kuşlar gibi uçabilmek, ağırlığını hissetmemek... 

Bu duyguyu çoğunuz yaşamışsınızdır, insan bir iyilik yaptığında ya da diğer insanlarca meziyet sayılan bir başarı yaşarsa kuş gibi hafifler. Yürüyüşü bile hızlanır. 

İnsan, vicdanının sesini dinlediğinde hafifler. 

İnsan, bir hatayı hoş gördüğünde hafifler. 

İnsan, diğer canlılara merhametli davrandığında hafifler.

Birkaç ilave daha yapabiliriz. Bir muhtaca yardım ettiğimizde, yapılan bir kötülüğü bağışladığımızda, adaletle davrandığımızda, yalansız ve dürüst yaşadığımızda... ve hepsinin de ilerisinde, çevremize sevgi saçtıkça hafifleriz.

İnsan olmanın asli unsurlarıdır bunlar. Amacım kendimizi methetmek değil. Sadece insanın dünyadaki serüvenine kısa bir bakış “göndermek” istiyorum. Birilerinin kendilerini saklamak için uydurduğu maymun teorilerine dair bir kaç kelime etmeyi de zulüm addediyorum açıkçası.  

İnsan yaratıldı, yaratıldığı ortamda “bir şeyler” yaşadı ve dünyaya geldi. Ama boş gelmedi. Yaratıldığında kendisine işlenmiş olan bazı kodlarla birlikte dünyaya geldi. Vicdan, merhamet, iyilik, adalet, yardımseverlik, bağışlayıcı olmak, hoşgörülü olmak, sevgiyi zihninde ve kalbinde taşımak ve yaymak. Bizim yaratılış kodlarımızda bunlar var. İnsan genlerine dair bilgilerin henüz çok kısıtlı olması, hayal bile edemediğimiz diğer özellikler, yaratılışla yanımızda getirdiğimiz her şeyi madde dışı olarak algılamamıza yol açıyor. Oysa maneviyat dediğimiz kavram, bu evrene ait maddî özellikleri de içeriyor. Tıpkı evrenimizde maddesel olarak var olan rahmani güçler gibi. Maddesel evreni başı boş bırakılmış, genel kurgunun edilgen unsurlarından zannetmek de ayrı bir hatamız. Bu hata, kendimizi yalnız hissetmek gibi bir bedel ödetiyor bize. 

Ruh ve bedenin birlikteliği, ölüm dediğimiz aşamaya geçinceye kadar sürse bile; ruh, genlerimizde taşıdığımız kodları eyleme dönüştüren başka bir deyişle o bilgiyi işleyen bir görev üstleniyor. Nerede? Dünyada. Ölümden sonra ise dünyadan aldıklarıyla yoluna devam ediyor. Hani maneviyat ruhumuzu besler diyoruz ya, işte maneviyatla güçlenen ruhun, taşıdığımız iyilik ve sevgi dolu yaradılış kodlarını eyleme/hayata geçirme kapasitesi de o kadar artıyor. Biz maneviyatın bize sunulan bilgi yönünü göz ardı ediyoruz. Son gönderilen Kutsal Kitabın bizi bilgilendirmek için olduğunu da unuttuk, o yüzden okumaya, anlamaya çalışmıyoruz. Oysa din kavramını, yaratılışla birlikte yanımızda getirdiğimiz “insan” kodlarımızı hayata geçirmek olarak algılayabilirsek huzura ereceğiz. 

Bunlar bizim olması gereken farkındalıklarımız. Bir de yaratılıştan sahip olduğumuz kodların değişmesini isteyenlerin, insanla uğraştığı alanlar var. Onların görevi de bu zaten. Başarılı olmak için sahip olduğumuz genetik kodların değişmesini, yok olmasını istiyorlar. Bu çabaları dünya kurulduğundan beri sürüyor. Şimdilerde işlerini iyice aleni yapmaya başladılar. İnsanın tabiatında olmayan gıdalara yönelerek tüketmesi, yeme, içme ve yaşama alışkanlıklarını değiştirmesini istiyorlar.

Geçenlerde bir küresel gazete, üzerinde böcekler olan bir tabak makarna fotoğrafını paylaşarak, bu size çok yararlı şeklinde bir haber yaptı. Böcek yemeyi teşvik ediyorlar. Bir başkası da yapay etin, doğal et kadar lezzetli olduğunu insanlara kabul ettirmeye çalıştı. Her bilgisayara kapalı kodlu, içinde nasıl kodlar olduğu belli olmayan işletim sistemini satmış olan bir küresel zengin de, küresel iklim krizi yalanının reklamını yaparak, dünya atmosferini tebeşir tozuyla kaplayıp güneşten korunmamız gerektiğini söyledi. Dünyayı kendilerine uygun bir gezegen haline getirmek için çaba gösteriyorlar. Bunlar dünya hakimiyeti sağlamak için kullanacakları yeni yöntemler. Bir de eskiden beri kullandıkları yöntemler var. Az önce bahsettiğim yaratılıştan itibaren taşıdığımız insan kodlarımızın yok edilmesi ve işlevsiz kılınması için yaptıkları çalışmalar. Nelerdi onlar hatırlayalım? Vicdan, sevgi, merhamet, hoşgörü, adalet vb. demiştik.

Çevrenize bir bakın. Masumların acımasızca katledildiği savaşları, insanların ten rengi, kıyafeti, inançları, düşünceleri yüzünden hoşgörüsüzce hırpalandığı, göçe zorlandığını, adaletsizliğin ayyuka çıktığını, gezegenin kaynakları yeteceği halde fukaralığın adaletsizce çok arttığını göreceksiniz. Hiç birisi tesadüf değil. Bizi insan kodlarımızdan koparmak için yapılan çalışmaların eseri. Algısal operasyonlarla ruhlarımızı esir alıp, bilim adı altında geliştirdikleri yöntemlerle  de genetik kodlarımızı değiştirerek, bizi insanlığımızdan uzaklaştırmaya çalışıyorlar. İnsan olmanın dayanılmaz ağırlığını hisseder olmamız işte bu yüzden. Yaratılış kodlarımızdan uzaklaştıkça omuzlarımızdaki ağırlık artıyor. Kötülüğün, endişenin, korkunun altında kalıp, eziliyoruz. 

İklim krizi yalanının üzerine kurguladıkları operasyonları hayata geçirmek için organize ettikleri Paris İklim Anlaşması önümüzdeki ay bizim parlamentomuzda da görüşülecek. Eğer onaylanırsa, insanlığı gerçek bir cendereye sokacak olan bir dizi baskıcı yöntemi kabul etmiş, onaylamış olacağız. Ulus devletleri ve halkları, pandemi döneminde yaşattıkları baskıcı uygulamalar yetmemiş gibi, yepyeni yöntemlerle sindirmeyi planlıyorlar. Biz biliyoruz ki, dünyanın iklimi sürekli değişir, tarihte kıtlıklar, kuraklıklar, bolluklar bol yağışlar hep olagelmiştir.

Şimdi dünya bir buçuk derece ısındı diyerek ve bu tezlerini, ormanları yakarak insanlığa kabul ettirmeye çalışan küresel bir çete var karşımızda. Umarım meclisteki milletvekillerimiz neye el kaldırdıklarının farkındadırlar. Çünkü bu konu, meclis tatile çıkarken son saatte, apar topar milletvekili emeklilerine yaptıkları 14.000₺ seyyanen zam gibi bir abeslikten çok daha ötede, insan hayatını direkt etkileyecek kötücül maddeler içeriyor. Bizim başka bir derdimiz yok, kıyamete kadar insan olarak kalalım yeter.