İslam'ın ana ve değişmez kaynağı Kur'an'da, Müslümanlar aşırılıklardan uzak, ortada bir toplum olarak nitelendirilir.
Sağduyuyu uçlarda aramayan Müslümanlar, düşünce ve eylemde olduğu gibi, dünya coğrafyasında da, Doğu ile Batı ve Kuzey ile Güney arasında ortada yer alırlar. Dünya haritasına bakıldığında, Müslümanların diğer ülkeler arasındaki dengeleyici konumu açıkça görülür. İslam medeniyeti kültür ve coğrafyadaki merkezi konumunu tarihi boyunca korumuştur.
İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık bütün peygamberlerin atası olan Hz. İbrahim'de buluşur. İslam, Hz. İbrahim'de birleşen kitap sahibi dinlerin hem sonuncusu, hem de bütünleştiricisidir. İslam'ın ana kaynakları olan Kur'an ve Sünnet olmadan, Hz. İbrahim'in geleneğini tamamlamak mümkün değildir. Bunun için, İslam Doğu ve Güney'de olduğu kadar Batı ve Kuzey'de de vardır. Çünkü İslam Hristiyanlara uzak ve yabancı değildir.
İslam Doğu ve Güney gibi, Batı'nın ve Kuzey'in de geleneğine yerleşmiş ve toplumla bütünleşmiştir. Kuzey'de Tataristan ve Başkurdistan, Avrupa'da Endülüs, Bosna ve Arnavutluk, Pasifik'te Endonezya ve Malezya, İslam'ın Arap, Fars, Türk ve Hint dünyasıyla birlikte büyük ve köklü bir dünya dini olduğunu gösterir. Dünya Müslümanlar için bir mescit olduğu kadar bir işyeri de olmuştur.
Hristiyanlık Batı dışında başka bir yerde kabul görmezken, Mekke'den yola çıkan İslam kervanı, dünyanın her köşesine ulaşmıştır. İslam'ın böylesine ilgi görmesinin kaynağında Hz. İbrahim geleneğini diri tutmasının büyük payı vardır. Onun geleneğinin başında ise, kurban ve hac gelir.Hac ve kurban ekonomik,siyasal,kültürel yönleri olan çok boyutlu, çok anlamlı,çok değerli bir ibadettir.
Kurban olgusu Hz. İbrahim geleneğinin, hayatın içinde, güncelliğini hiç yitirmeyen ve Kıyamet'e kadar diriliğini koruyacak en önemli halkalarından biridir. Bugün olduğu gibi, dünyada savaşlar devam ettiği sürece, kurban olgusu güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyecektir. Çünkü savaşlarda insanlar, bayramlarda da koyunlar kurban edilir. Savaşlarda bir insanı öldürmek çok kolaydır. Ancak hiçbir gücün ölen bir insanı geri getirmesi mümkün değildir.
Kurban, iktidar alanlarını genişletmek için, kadın ya da erkek bütün insanları öldürmeye hazır olanlara yapılan bir uyarıdır. Kanla beslenen, kan dökmekten kaçınmayan her iktidar uzun ömürlü olmayacağı gibi, silahla ele geçirdiği iktidarı da savaşla bırakmak zorunda kalır. Bu yüzden, Hz. İbrahim'in kurban bayramlarıyla diri tutulan geleneğinin temelinde insan kanı değil, kurban kanı vardır. Toplumlar arasında olduğu kadar aileler ve insanlar arasındaki dostluklar da kurban kanıyla beslenir.
Sezai Karakoç'un "Yitik Cennet" isimli kitabında destansı bir dille anlattığı gibi: Kutsal geleneği diri tutan "Hakikat medeniyeti, üç gücün bileşkesi sonucunda ya yükselişe, ya durgunluğa, ya da düşüşe yönelir." Toplumları ayakta tutan ya da çökerten bu üç güç: "Yıkıcılık, yapıcılık ve koruyuculuktur." Hz. İbrahim kutsal geleneğin simgesi Kabe'nin yapıcısı, Hz. Muhammed de koruyucusudur. Onların geleneğinin diriliği insan değil, kurban kanından kaynaklanır.
Spengler'in "Yırtıcı bir hayvan" olarak tanımladığı modern insanın saçtığı dehşetin üstesinden, insan kanlarından daha çok kurban kanları gelebilir. Biri barışın, diğeri de savaşın simgesidir. Kurban kanı barışta, insan kanı da savaşta akar. Amaç, barışı insan kanıyla değil, kurban kanıyla sağlamaktır. Dünyanın hiçbir ülkesinde savaş savaşla önlenmez,kan kanla temizlenmez.