TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ
Bayıldığım tarihçilerden John Lukacs Türkiye’de daha çok Yirminci Yüzyılın ve Modern Çağın Sonu adlı zekice yazılmış ve çok satılan kitabıyla tanınmıştır. Daha sonra Türkçeye çevrilip yayınlanmasını sağladığım kitaplarından “Tarihin Hitler’i” (Hitler of History) Türkçeye Hitler Problemi diye çevrilmiştir.
Lukacs “Tarihin Hitler’i” adlı kitabında 20. yüzyılın açık ara hakkında en çok kitap yazılan lideri Hitler’le ilgili temel yargıları sarsmakta, kendi zamanına kadar yazılanları da çelişki ve kusurlarını göstererek ağır bir şekilde eleştirmektedir.
Nazi Partisi olsun, Adolf Hitler’in dünya görüşü ve siyaseti olsun 2. Dünya Savaşı’nın ardından ortaya çıkan Siyonist ve liberal kesimlerce çarpıtılmış, gerçekte var olmayan başka bir hikâyenin yazımına girişilmiştir. Oysa bu, tarihçilerin inşa ettiği Hitler’dir. Bir de gerçek Hitler vardır ama onun hakkındaki bilgiler, tıpkı Gazze’de binlerce şehidin harabelerin altında yatması gibi orada bizi beklemektedir.
Bu, Hitler’i yüceltme veya Neo-Nazilik gayretkeşliği manasında bir restorasyon çabası değildir. Hakkı ve hakikati dile getirmek, tarihte adaleti sağlamak için girişilmiş pek çok tehlikeye göğüs germektir ki, tıpkı Türkiye’de Kemalizmi eleştirmenin cesaret istediği gibi, Batı dünyasında da Naziliğin bazı olumlu taraflarını dile getirmek de aynı şekilde tabuya dokunmak olarak değerlendirilip anti-Semitizm diye damgalanmaktadır.
Türkiye’de nasıl Kemalizm nice tarihî gerçeğin üzerini yaktığı hakikat ormanların külleriyle örtmüşse 2. Dünya Savaşı’nın ardından oluşan “Denazification”, yani dünyayı Nazilikten arındırma gayreti de hakikatlerin üstünü öylece örtmektedir.
John Lukacs’ın bu Donkişotça girişimi her türlü takdirin üzerindedir.
Aşağıda size onun tespitlerinden birkaç demet sunacağım.
Lukacs’a göre Hitler demokrasiye her zaman sırtını dönmemiştir. Nitekim Avusturya’ya girdikten sonra Almanya ve Avusturya’nın birleşmesini istemekle birlikte bunu halka sormayı tercih etmiştir. 10 Nisan 1938 günü yapılan halk oylamasında Avusturyalılar Almanya’yla birleşmeyi onaylamıştır. “Bu, Hitler’in en büyük ve en inandırıcı zaferlerinden biriydi” diyor John Lukacs. Bir anlamda demokratik bir zafer olarak da selamlayabilirdi onu.
Lukacs, Hitler’in ırkçı olduğu iddiasına karşı çıkmaktadır. Ona göre Hitler ırkçıdan çok aşırı bir milliyetçiydi. Öyle olmasa ve Ari ırkına tapan birisi olsaydı hiç kuzeyin Ari halklarından Norveçliler, Hollandalılar ve İngilizlere karşı elin Japonlarıyla, Çinlileriyle, Romenleriyle ve Araplarıyla ittifak yapmaya kalkmazdı. Hatta 26 Mayıs 1944’de bir grup general ve subay önünde yaptığı bir konuşmada şunları söylemiştir:
“Irk ile eş görülmemesi gereken bir Volk [Halk] vardır… Burjuvalar bana “Volk ile ırk aynı şeydir” demektedirler. Hayır! Volk ile ırk aynı şey değildir. Irk kanın, çekirdeğin bir parçasıdır ama Volk tek bir ırk tarafından değil, 2, 3, 4 veya 5 değişik ırksal çekirdek tarafından oluşturulur.”
Düşüncesinde ırkçı bir unsur vardı kuşkusuz ama bu, hemen her milliyetçide görülebilecek olağan bir durumdu.
Hem 20. yüzyıldaki Yahudi düşmanlığı, ırkçı düşmanlık değil, bir yabancı düşmanlığıdır ki, daha farklı türleri dünyanın pek çok bölgesinde şöyle ya da böyle yaşanmıştır. Nitekim 1937 yılına kadar Hitler ile hükümetlerinin, kelimenin hiç olmazsa bir anlamıyla Siyonist olduklarını unutmamalıyız. Eğer İngilizler tüm Alman Yahudilerinin Filistin’e gönderilmesine izin vermiş olsalardı, Hitler bunu sevinçle karşılayacaktı ve belki de onbinlerce Yahudi, son nefeslerini gaz odalarında vermekten kurtulmuş olacaktı.
Hitler’in inanç, plan ve kararlarının belgesini Kavgam adlı kitabında bulduklarını düşünen tarihçiler çıkmıştır elbette ama yanılmaktadırlar. Hitler sırlı bir liderdi. Asıl fikirlerini yazarken değil, konuşmalarında ortaya koymuştur. Yine de söylediği şeylere inanıp inanmadığı da kuşkuludur. Mesela ömrünün son demlerine kadar “Yahudi Bolşevizmi” suçlamasını dilinden düşürmemiştir. Lakin Stalin’e hayran olduğuna ilişkin de pek çok kanıt mevcuttur. Viyana’daki yıllarında bazı Yahudilerin evlerinde misafir kalmış olduğunu biliyoruz. Bu nasıl bir Yahudi düşmanıdır ki, yok etmek istediği bir halkın evine misafirliğe gitmesine engel olamamaktadır?
Hatta 2. Dünya Savaşı’ndaki Alman ordusunda 150 bin Yahudi kökenli asker mevcuttu. Bu Yahudiler de kendilerini ‘Yahudi’ olarak düşünmüyor, sadece Alman milletine hizmet etmekle yükümlü olduklarına inanıyorlardı.
Bir konuşmasında da dile getirdiği gibi, totaliter bir devlet kurmak bir yana, devletin geçmişte kaldığını düşünüyor ve artık onun yerine Volk, yani halk almalıdır diyordu. Devlet, katı ve sınırlayıcı bir çatıdan ibaretti. Halk esastı ve halkın devleti olan Üçüncü Reich, Halkın aletinden başka bir şey değildi.
Devleti modası geçmiş bir form olarak gören birinin totaliter devlet kurmak istediğini söylemek ne kadar gerçekle bağdaşan bir fikirdir, kararı siz verin.