Dünyada bir yerden bir yere konanlara sınır yoktur. Toplumları dönüştürenler, dünyada bir göçebe gibi yaşamasını bilenlerdir. Onların dönüştürücü gücü, yeri ve zamanı gelince, bir ülkeden başka bir ülkeye, bir şehirden bir şehre geçmesini, sınırları aşmasını, bilmelerinden kaynaklanır.
Anadolu insanı tarihin her döneminde, Doğu’dan Batı’ya sürekli hareket halinde olmuştur. O ekonomik, siyasal ve kültürel alandaki yolculuklara, yeni boyutlar kazandırmıştır. Mevlana gibi: ‘’Her gün bir yerden göçmek ne iyi/ Her gün bir yere konmak ne güzel/ Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.’’ Diyerek, görünen ve görünmeyen zenginlikleriyle, bütün dünyayı kimsenin burnunu kanatmadan, fethedebilecek bir kızıl elma gibi görmüştür.
Konargöçer kültürüyle yoğrulan Türklerin, Doğu’dan Batı’ya yolculuğu, yirmi birinci yüzyılda yeni boyutlar, kazanarak devam etmektedir. Yeni yüzyılda Avrupa başkentlerinin, kapılarını açacak olanlar ordular değil, pazarlarda aranılan ürün ve hizmet üretmesini bilen kuruluşlardır. Onların dönüştürücü gücü, ürettikleri ürün ve hizmetlerin kusursuzluğundan kaynaklanır. Kusursuz ürün ve hizmet üretmesini bilenler, her alanda kusursuz olmasını bilirler.
Osmanlı döneminde Balkanlarda buluşan Doğu ve Batı, yeni dönemde Avrupa’nın Doğusunda olduğu kadar, Batısında da buluşacaktır. Artık bütün Avrupa, dünya kültürlerin harman olduğu, büyük bir Anadolu’ya dönüşmüştür. Türklerin Doğu’dan Batı’ya, yolculuğu devam etmektedir. Altmışlı yıllarda başlayan işgücü göçüyle, Batı Avrupa ülkelerindeki Türklerin nüfusu, Balkan ülkelerindekini çoktan aşmıştır. Artık Yeni Rumeli Balkanlar değil, Batı Avrupa ülkeleridir.
Yirmi birinci yüzyılda Türkiye’nin bütün kurum ve kuruluşları, sanayi toplumundan daha çok, bilgi toplumunun kurum ve kuruluşlarıyla rekabet etmesini öğrenecektir. Türkiye’nin, ekonomideki rakipleri, Çin ve Hindistan değil, Almanya, İngiltere ve Fransa olacaktır. Bunun için de, Türkiye’deki bütün kurum ve kuruluşların, bilgi toplumunun getirdiği kazançlarla, yeniden yapılanmaları gerekmektedir. Ekonomide rakipler, futbol takımlarında olduğu gibi, yıkıcı değil yapıcı işlev yüklenirler.
Türkler gibi hareket etmesini bilen toplumlar, önlerine çıkan engelleri aşmak için kendileriyle birlikte, kurum ve kuruluşlarını da dönüştürmesini bilirler. Onların elinde Bursa’nın verimsiz alanlarındaki işletmeler, peşlerinden onlarca küçük işletmeyi sürükleyen, büyük sanayi kuruluşlarına dönüşmüştür. Toplumların dönüşmesi finansal sermayeden önce, entelektüel sermayeden kaynaklanır. Kültürel ve ekonomik canlılık, kaynakların akışına kazandırılan, hız ve yoğunluğa dayanır.
Ülkeler arasında yolculuk yapmasını seven toplumlar, hiçbir alanda yoksul düşmezler. Hareketin olduğu yerde bereket olur. Yoksulluk hareketsizlikten kaynaklanır. İşleyen demir nasıl parlarsa, hareket eden insan da öyle parlar.