Çetinoğlu: Hepimiz, çocuklarımızın-torunlarımızın; ahlâklı, iyi karakterli, güvenilir, okulda-iş hayatında ve evliliğinde başarılı ve mes’ut olmasını istiyoruz. Çok şey mi istiyoruz?
Prof. Doğan: Kesinlikle çok şey istemiyoruz. Doğru olanı istiyoruz. Buna da hakkımız var. Önemli olan bunun yollarını doğru ve düzgün bir şekilde tespit ederek uygulamaktır. İnsan Allah’ın yeryüzündeki en büyük eseridir. Bu eser boşu boşuna zâyi olmamalı ve vaktini boş işlerle de geçirmemelidir. Bunun için iyi ve doğru yolu göstermek gerekir.
Çetinoğlu: İstediklerimizin gerçekleşmesi için ne tür katkılarda bulunmamız lâzım?
Prof. Doğan: Burada bir genci ele alırsak, kişiliğin oluşması için, tüm iyi yönlerini ve eksikliklerini de görerek gencin kendisini kabul etmesi gerekir. Bu sırada ortaya çıkan gerginliklere dayanabilmek ve katlanmak zorundadır. Yeni ve oturmuş bir kişiliğin oluşması uzun bir süreçtir ve devamlılığın yanı sıra bazı terslikler de bu sürecin belirgin işâretleridir.
Gençlik dönemi belirtilerinden ruhî hastalıklarla karşılaşabilir. Bu şekilde muayeneye getirilen gençlerin ebeveynlerine, durumu ‘ergenlik problemi’ olarak açıkladığımızda itiraz edenler oluyor. ‘Garip hareketler, olmadık fikirler görüyorum oğlumda. Bu delirme değil mi?’ veya ‘Benim kızım çok inatçı, mızmız. Artık baş edemez hâle geldim. Zehir gibi konuşuyor. Sonra da bana sarılıyor. Kafadan problemi yok mu sizce?’ şeklinde konuşuyorlar.
Aslında delikanlı, ergenlik öncesi tâkip ettiği yolu bırakmış, yepyeni hedeflere yönelmiş bir haldedir ve bu hedeflere gidecek yolu aramanın şaşkınlığı, cesâret kırıklığı ve güvensizliği içindedir. İşte bu devre öfke, şiddet, üzüntü ve gözyaşlarıyla dolu duygu krizlerine tutabilir.
Çetinoğlu: Dinî telkin ve bilgilerin, çocuk yetiştirilmesindeki yeri ve önemi hakkında neler söylemek istersiniz?
Prof. Doğan: Çocukta dinî duygu ve düşüncenin oluşumu ve gelişiminde, âile içindeki yetiştirmeden sonra, okul öncesi kurumlarındaki eğitim ve öğretim son derece önemlidir. Zira Anaokulu ve yuvalar, çocuğun bedenî ve zihnî gelişimine ve hazır oluş seviyelerine uygun olarak sağladığı yetiştirme programlarıyla, fıtrattan kaynaklanan din duygusuyla ve bireyin dini eğitimiyle de ilgilenmek durumundadırlar. Okul öncesi eğitim kurumlarında çocuğun temel ihtiyaçlarına cevap verecek bir program, istenen seviyede bir çevre ve yararlı-uygun metotlar uygulandığı sürece, bireyin her yönden gelişimi söz konusu olacaktır. Çocukların beden, zihin ve duygu bakımından dengeli bir şekilde yetiştirilmeleri, eğitimde bütünlük ilkesinin hem âilede ve hem de okul öncesi eğitim kurumlarında uygulanmasıyla mümkün olacaktır. Aksi takdirde bireyler, ilerleyen zaman dilimlerinde doyurulmayan bu duyguları tatmin etmek için farkında olmadan veya bilmeyerek de olsa sağlıksız dini oluşumlar içerisine girebilir. Din inancı küçük yaşta verilmelidir. Doğru ve düzgün dini eğitim verilmelidir. İslam’ın, İnsan yetiştirmede önerdiği genel maksatlar doğrultusunda, beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere sâhip insanlar yetiştirmekle mümkün olabilir. Çocuklardaki duyguların herhangi bir sıralamaya tâbi tutulması pedagojik açıdan uygun görülmemektedir. Duygular arasında yer alan din duygusuyla da, yeri ve zamanı geldiğinde diğer duygular gibi ilgilenilmesi ve bakımının yapılması eğitimde bütünlük ilkesi açısından son derece önemlidir. Din eğitimini genel eğitimden ayrı tutmak pedagojik kurallara uygun düşmez. Çünkü din eğitimi genel eğitimin ayrılmaz bir parçasıdır. İnsanı merkeze alan bir eğitim anlayışı, çocuğa bütün yönleriyle kaliteli eğitim sunmak durumundadır. Bu yüzden eğitimli âile evlatlarına, okul öncesi eğitim kurumlarına, programlarına, görevlilerine ve eğitim ortamlarının elverişli bulunup bulunmadığına, bu konularda pedagojik yatırımın yapılmasına her zaman ihtiyaç duyulmaktadır.
Çetinoğlu: Telkin ve bilgilerin verilmesinde kullanılacak yöntem ne olmalıdır?
Prof. Doğan: Çocuk eğitiminin giderek karmaşıklaştığı ve zorlaştığı günümüzde ana-babaların ve öğretmenlerin gelişim sürecinin tüm boyutlarına ilişkin yeterli donanıma sahip olmaları gerekmektedir. İnsanların günlük hayatında ve öteki gelişim alanları üzerinde çok etkili olduğu bilinen hareketlerle alâkalı gelişim konusunda yapılan yayınların çoğalması sevindirici bir durumdur. İnsanoğlunun gelişimi, döllenmeyle başlayan ve ölünceye kadar devam eden bir süreçtir. Geniş bir zaman yelpazesine yayılan bu süreci ele alan çok sayıda düşünür ve psikolog ortaya koydukları görüşleriyle alana önemli katkılar sunmuşlardır.
Gelişim sürecini anlayabilirsek çocukların ve gençlerin davranışlarının sebeplerini daha iyi anlayabiliriz. Ferdin içinde bulunduğu gelişim dönemi, şahıslara göre değişen farklılıkları, gelişim görevlerini yerine getirip getirmemesi, gelişiminin sağlıklı olup olmadığı vb. konularda bilinçli yetişkinler toplumun geleceğinde etkili olabilirler. Bir ülkenin kalkınması; bir toplumun refah seviyesinin yükselmesi vatandaşlarının potansiyellerinin artırılması ve değerlendirilmesine bağlıdır.
Gelişimi anlayabilirsek içinde bulunduğu gelişim dönemine göre şahıslardan ne bekleyebileceğimizi biliriz. Kritik zamanlar konusunda bilgi sâhibi olan bir ana-baba tuvalet eğitimine, okuma-yazma öğretimine ne zaman başlanması gerektiğini bilir. Zamansız yapılan müdâhalelerin gelişimi olumsuz etkilediği unutulmamalıdır. Çocuklara neyi ne zaman öğretmemiz gerektiğini bilemediğimizde birçok olumsuzluk yaşanmaktadır. Gelişimi anlayabilirsek, insanın gelişimi ve bu süreci etkileyen temel faktörlerle, sağlıklı ve normal dışı gelişim ölçütleriyle, psikolojik problemler, bunların oluşumu ve sebeplerini tanımamız mümkün olur.
Ana-baba ve eğitimcilerin gelişim sürecini anlamak kadar tâkip etmekle de yükümlü olduklarını unutmamalıyız. Gelişim bozukluklarına zamanında müdahale edilirse tedbir almak ve zararı en aza indirmek mümkün olmaktadır. Yetersizliklerin engele dönüşmemesi de erken müdâhale ile mümkündür.
Çetinoğlu: Yapılan ilmî incelemelerin neticelerine göre insanlarımız düşüncelerini muhatâplarının anlayabileceği şekilde ifâde edemiyorlar. Belki de bu sebeple, konuşarak değil tartışarak netice almaya çalışıyorlar. Kavgaların, yaralamaların, öldürmelerin başlıca sebebi bu olabilir. Yeni nesillerin ifâde gücünün artırılabilmesi için test edilmiş yöntemler var mı?
Prof. Doğan: Elbette vardır. Çocuğun oyun boyunca neşeli ve olumlu duygular içinde olması, oyun arkadaşını da etkiler. Çocuklar erken yaşlarda başkalarının duygularını anlamaya başlar. Bu da çocukların olumlu duygularını en rahat ve en erken ifâde etmelerini gösterir Olumlu duygular çocukların yeniden üretme ve ayırt etme yeteneklerinin gelişmesinde önemlidir. Çocukların gelişim alanlarının sürekli ve karmaşık etkileşimi sebebiyle hareket gelişimi açısından ana-babaların sorumlulukları artmaktadır. Uslu çocuk olsun diye hareketleri kısıtlanan çocukların sağlıklı gelişme imkânları ellerinden alınmaktadır. Giderek karmaşıklaşan ilişkiler ağı dolayısıyla çocuklarımızın girişken ve kendilerine güvenmeleri, gelişimlerinin doğru desteklenmesine bağlıdır.
Ebeveynler tahammüllü olmalıdırlar. Bu krizler, ergenlik çağındakinin kendisiyle ve dünyâyla yapması gereken çatışmaların işâretleridir. Bu dönemde genç, korumasız ve tehlikelere açık bir durumdadır. Desteğe, paylaşmaya ihtiyacı vardır. Duygusuzca zorlamalar ve bilmişçe tavırlardan rahatsızlık duyar. Benliğin yeniden yapılandığı bu geçiş döneminin tipik özellikleri, abartılmış bir egosantrizm (benmerkezcilik) ve narsizmdir (kendini aşırı beğenme ve hayranlık duyma). Genç her şeyi kendi üstüne alınır, sâdece kendini görür, başka bir şeye ve başkasına şans tanımaz. Bunlara da dikkat edilmeli ve orta yolda hareket edilmelidir. Daha fazla vakit geçirerek çocukları anlamaya çalışılmalıdır.
Çetinoğlu: Enfal sûresi 28. Âyette; ‘Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer imtihan vesilesidir. Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.’ Buyuruluyor. Gözlemlerinize göre anneler, babalar bu imtihandan geçer not alacak kadar bilgi-eğitim ve kültüre sâhip mi?
Prof. Doğan: Maalesef tam olarak sâhip olduklarını söylemek zor. Bütün peygamberler, insanları eğitmek, kemâle erdirmek maksadıyla, insanda var olan ancak serbest yaratılan duygu ve düşünceleri iyiye güzele, doğruya yönlendirerek, onları iyi ahlâk sâhibi yapmağa çalışmıştır. Son peygamber (s.a.v.) ‘Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim’ (Buhari, Edebü’l müfred) diyerek bu gerçeğe işâret etmiştir. Bunun yolu da insanın duygularını, düşüncelerini disipline etmesidir. Bunun temeli de çocukluk döneminde atılır. Bu konuda yol gösterici rehber ise, dindir, ilimdir, tecrübe ve deneylerin ortaya koyduğu kurallardır. Bu kurallara göre yetiştirilen bir çocuk, hem kendisini hem de toplumu mutlu eder, aksi takdirde, toplumun başına belâ olur, kendisi de yaptığı taşkınlıklardan dolayı, ya hapishane, ya hastane veya kabristana gider.
‘Ağaç yaş iken eğilir’ atasözünde ifade edildiği gibi, çocukların duygu ve düşünceleri küçük yaştan itibâren disiplin altına alınmalıdır. Arap atasözü der ki, ‘Küçük yaşta çocuk eğitmek, taşa nakış işlemek gibidir.’ Bu sebeplerle, çocukta serbest olarak var olan duygu ve düşünceler küçük yaştan itibâren iyi bir eğitim ve öğretimle kontrol altına alınmalı, iyiye, güzele ve doğruya yönlendirilmelidir. Aksi takdirde çocukta fıtraten yaratılan ve insan olma gereği olarak var olan bu duygu ve düşünceler, fıtrata aykırı olarak bilinçsiz bir şekilde emir ve yasaklarla baskı altında tutulursa ilerde patlar ve zararlı hâle gelir. ‘Yapma, etme’ yerine, ‘şöyle yap, böyle yap’ şeklinde o duygu ve düşünceler kanalize edilmelidir. İslâm, geleceğin ümidi olan çocukları koruma, ıslah etme, kabiliyetlerini geliştirme, hayır ve şerri öğretme sorumluluğunu, ana, baba ve akrabaya vermiştir.
Çetinoğlu: Mecbur kalındığında çocuklara cezâlar verilebilir mi? Verilebilirse hangi türde cezâlar olabilir?
Prof. Doğan: Eğitimde armağan ve cezâ öteden beri tartışılan bir meseledir. Cezâlar, çocuğun canını fizikî olarak yakmayacak derecede ve çocuğun yaşına, gelişim dönemine uygun olmalıdır. Aynı hatâlı davranışlara aynı cezâyı almalıdır. Çocuk o cezâyı daha önce öğrendiği ve yapmaması gereken bir durum için aldığını bilmelidir. Çocuk cezânın haklılığına inanır ve duruma uygun bir cezâ verildiyse onu hoşgörüyle karşılar. Cezâlar tehdit halinde kalır, anne babanın söyledikleriyle uygulamaları birbirini tutmazsa veya çocuk yapacağı şirinliklerle cezâyı affettirebileceğini öğrenirse cezânın bir anlamı kalmaz. Armağan da çoğu defâ âileler tarafından yanlış algılanmaktadır. Armağan, zâten yapılması gereken bir şeyi iyi yaptığı için verilmelidir. Oysa çoğu kez çocuğa sorumluluğunda olup, yapması gereken bir işi yapması için önerilen bir teşvik hâlinde kullanılmakta, bu da armağan değil rüşvet olmaktadır. Dersini çalışıp, ödevlerini yapmak, çocuğun aslî görevidir. Ders çalıştığı için armağan verilmez. Çalışmasından dolayı okul bilgi takımına seçilen çocuğa verilen armağan, gerçek anlamda armağandır. Dersini çalışan, ödevlerini zamanında yapan çocuk da aynı zamanda takdir edilmeli, olumlu davranışlarından dolayı kıymetinin bilindiği ona hissettirilmelidir. Cezâ ve armağan, çocuk eğitiminde yeri olan, ancak mutlaka yerinde, zamanında ve dozunda uygulanması gereken yöntemlerdir. Çocuğun yaşına ve durumuna uygun olmalıdır. Dövmek hiçbir zaman bir cezâ aracı olarak kullanılmamalıdır.