Hattat Muhsin Demirel’e rahmet!

Bir süredir Ankara’da tedavi görmekte olan Hattat Muhsin Demirel’in vefât haberiyle kederdîde oldum. Cenab-ı Hakk, muhterem hocamıza yazdığı hurufât adedince mağfiret buyursun.

Abone Ol

İttifak gazetesi nezdinde Hattat Muhsin Demirel’e rahmet; ailesine ve hat sanatı camiasına başsağlığı niyaz ediyorum. Ruhu için Fatihalar okuyalım.

Burdur-1954

Muhsin Demirel 1954 yılında Burdur’da dünyaya geldi. Babası Risâle-i Nur hâdimlerinden, Bediüzzaman Said Nursi’nin yakın çevresinden Teyyareci Ali Demirel; annesi ise Şükran hanımdır.

İstanbul-1971

1971 yılında Hattat Hamit Aytaç’tan hüsn-i hat meşk etmeye başlayan Muhsin Demirel, Hamit Aytaç’ın yanında ve yakınında bulundu.

1978 yılındaki İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezuniyetinin ardından mezkûr üniversitede işletme ve ekonomi tahsili gördü.

1980 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalışma hayatına başladı. 

Kalamazoo-1985

1985 yılında ABD’nin Western Michigan Üniversitesi’nde ekonomi alanında yüksek lisans derecesi elde etti. 

Ankara-2019

Kalkınma Bakanlığı’nda uzun yıllar hizmet eden Muhsin Demirel DPT ile başlayan 39 yıllık devlet hizmetini Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nda tamamlayarak 2019 yılında yaş haddinden emekli oldu.  

Ankara-2024

53 yıllık yazı hayatında kendini Mushaf kitâbetine vakfederek beş adet Mushaf-ı Şerif yazmaya muvaffak kılınan Muhsin Demirel 16 Aralık 2024 Pazartesi günü Ankara’da vefât etti.

Mütevazı bir hüsn-i hat dehâsı

Hattat Muhsin Demirel, son devrin büyük hat üstadı Hattat Hamit Aytaç’ın önde gelen talebelerinden biriydi. Bununla birlikte hat sanatı camiasının ismine fazlaca âşinâ olmadığı mütevazı bir hüsn-i hat dehâsıydı. 

Hattat Demirel, Ankara’da 49 yıllık memuriyeti esnasında günde sekiz saatini devlet hizmetlerine, 12 saatini ise Kur’ân-ı Kerîm kitâbetine vakfetmiş müstesna bir şahsiyetti.

Türkiye’de beş adet Mushaf-ı Şerif yazmaya muvaffak kılınan ilk ve tek hattat...

Sultan’üş-Şuara’nın, 'Laf var ki laftır, laf var ki iştir. İş var ki laftır. Bize iş kadrosunda laf, hamle çapında iş lazım' âvâzını işitmişsinizdir. Hattat Muhsin Demirel söz konusu âvâzın müşahhas misalidir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde beş adet Mushaf-ı Şerif yazmaya muvaffak kılınan ilk ve tek hattattır.

Adını Risâle-i Nur neşriyatı tarihine yazdırdı.

Risâleleri evvelemirde hocası Hattat Hamit Aytaç’a yazdıran ve akabinde hocasının yazı neş’esinde risâleleri kaleme alan Hattat Muhsin Demirel adını Risâle-i Nur Neşriyat tarihine yazdırdı.

Başkentte Muhsin Demirel üstadın hânesinde…

Muhsin Demirel’i 2019 yılında emekliye ayrılmazdan hemen önce Ankara’da DPT lojmanlarındaki evinde muharrir Mehmed Akif Köseoğlu arkadaşımızla birlikte ziyaret etmiştik.  İş bu ziyarette Hattat Muhsin Demirel ile uzunca bir hasbihal gerçekleştirdik. Mezkûr hasbihalin belli başlı bölümlerini merhuma rahmet niyazıyla teberrüken yayınlıyorum.

Hattat Muhsin Demirel: Zaman içerisinde maalesef ilm-i hat kaybolmuştur.

Maalesef zaman içerisinde ilm-i hat kaybolmuştur. Hüsn-i hattın matematiği kaybolmuştur. İlk bunu İbn Mukle, ondan sonra gelen İbn ül-Bevvâb, ondan sonra gelen Yâkût el-Müsta’sımî ortaya koymuştur. Bu zatlar hattın kanunlarını ihdâs eden üstadlar. Bu kanunları, usulleri neye göre belirlemiştir? Yazının tekâmülü diye bir hakikat var. Kufi yazıdan aklâm-ı sitte, hatta aklâm-ı sitteye ilave olarak ta’liki, dîvânîyi, celî dîvânîyi de ilave ederseniz, aşağı yukarı on kadar yazı nevi ortaya çıkmış olur.,. Bunlar yazıların esası, anası... Buradan onlarca, hatta yüzlerce yazı türemiş. Mesela kufinin onlarca farklı şîvesi var.

Mesela Hicazî kufi, Basra kufisi, Mekkî kufi, Medenî kufi, Mısır kufisi gibi... Bu kadar yazı içerisinden İbn Mukle yazıyı altı çeşit yazıya indirmiş. İbn Mukle bunu hangi matematik ile yaptı? Elifin boyuna göre bir yöntem belirledi diyorlar. Bütün harfler elifin boyundan neş’et ediyor. Mesela sülüs yazıda 'be harfi, elif boyunun yatık şeklidir, altı nokta... Aynı şekilde nesih yazıda dört noktadır, be’nin teknesi ile elifin nisbeti. Bu kıstaslar kaybolmuş bugün. Eğer biz mezkûr kuralları, bu ilmi bilmiş olsaydık yeni yazı çeşitleri üretmemiz mümkün olabilirdi. Bu ilmi bilmediğimiz için şu anda bunu üretemeyiz. Böyle bir şey yok. Üretecek olursanız ne olur! Ürettiğiniz şey soysuz bir şey olur: Grafik olur yani. Yazı olmaz. Grafik demek düzgün şekli, aslı deforme etmek demek. Sistem ona göre çalışıyor. Bu itibarla bugün yazı -evet iyi yazan hattat arkadaşlar çıktı. Dünya çapındaki yarışmalarda muhtelif derece alanlar, birinci olanlar, ikinci olanlar oldu. Hiçbir itirazım yok. Türkiye de bu iş aldı başını yürüdü. Niye? Çünkü bilindiği üzere marifet iltifata tabidir. Ve dahi müşterimiz meta zayidir. Birileri bugün para veriyor, hattat parayı kazanmak için piyasaya çıkıyor. Dolayısıyla piyasada kıyasıya bir rekabet var. Yalnız işin bir yanıyla klasik, yani form olarak yazı tekniği olarak, harf tekniği olarak klasik fakat mânâ olarak tamamen klasikten uzaklaşılmış vaziyette.

Hattat Muhsin Demirel: Bugünün hüsn-i hattı seyir amaçlı...

Bugün yazı sadece görsel anlamda -görsel kelimesini de kullanmayalım- seyir amaçlı maalesef. Bugünkü insanlar anlamıyor diye zaman zaman görsel kelimesini kullanmaya mecbur kalıyorum. Bugün yazı seyir amaçlı hale geldi. Herkes okuyamıyor, yazan okuyor, bazı hattatlar veya üzerinde çalışmış olan uzmanlar okuyabiliyor. Geriye kalan büyük bir kesim okuyamıyor, yazıya aval aval bakıyor! Alanlar ne yapıyor. Sahip olmakla iftihar ediyor! Sosyal statü kazanıyor! Ama okumayı bilmiyor, mânâsını ise hiç bilmiyor. Adam alıp geliyor, evinin salonuna asıyor, binlerce lira veriyor. Millete de gösteriyor 'Falanca efendinin falanca yazısına şu kadar para verdim' diyor. 30 bin lira verdim, 40 bin lira verdim, 50 bin lira verdim, 100 bin lira verdim diyor. Ama ne yazan biliyor ne yazdığını, ne okuyan biliyor ne okuduğunu!

Demirel: Yazı asıldır.

Çünkü yazı asıldır. Mesela müzehhipler hattatlara gıbta ederler. Müthiş derecede gıbta ederler. Çünkü hat genel itibarı ile erkek sanatıdır. Kadın yapamaz mı? Yapar tabii ki. Ama dediğim gibi hüsn-i hat erkek sanatıdır. Tezhip ise kadın sanatıdır. Erkek yapamaz mı, o da yapar. Teknik olarak hadiseye baktığınızda işin tabiatı böyledir. Hat erkek bir sanattır, kadınların da yapabildiği. Kamyon kullanmak, tır kullanmak erkek meslekleridir, ama kadınlar da yapabilir. Kadın yapamaz mı yapar! Ama neseb olarak bu böyle bir şeydir. 

Yazılı tezhip mi, tezhipli yazı mı?

Şimdi bir sual: Yazılı tezhip mi, tezhipli yazı mı? İş oraya geldi. Müzehhip bir yazıyı ele aldığı zaman buna döktürüyor. Döktürüyor da kardeşim esas tezhip sanatı dediğiniz şey yazıyı ön plana çıkarmak için yapılır. Tezhip yazıyı ön plana çıkarmak için yapılır ama sen kendini ön plana çıkarıyorsun, yazıyı arka plana itiyorsun! Kimi tezhipçiler ne yapıyor yazıyı arka plana itiyor. Yani bazı kadınlar var, dominant. Kocasını, bilmem nesini ittirir, kendini öne çıkartır! Böyle bir şey tezhip. Tezhip artık böyle kullanılıyor. Dolayısıyla günümüzde iş tezhipli yazıdan çıkıyor yazılı tezhibe dönüşüyor. Yazı dekoratif oluyor, dolayısıyla yazı tezhibi süsleyen bir unsur haline geliyor. Bugün birçok şey hallaç pamuğu gibi olmuş. Sen ne kadar güzel tezhip yaparsan yap yaptığın tezhip yazıyı ön plana çıkarmalı! Kendini ön plana çıkartırsan olur mu? O zaman yaptığın işin mânâsı da kalmaz.

İtibar yazıyadır. Yazıya da değil mânâyadır. Mânâya da değil, mânânın arkasındaki kudsiyetedir.

Şimdi ben bir yazıyı niye yazıyorum! Mesela burada (evindeki eserleri işaret ediyor) Nazar âyet-i kerimesi var, Fatiha Sûresi var, burada da bir hadis-i şerif var. Ben niye yazıyorum bunları kardeşim! Ben neden falanca siyasetçinin, filanca yazarın, filanca edebiyatçının falanca vecizesini yazmıyorum da neden ayetleri, hadisleri, sûreleri yazıyorum! Mânâsı için yazıyorum. Niye mânâ? Aynı anlamda söylenmiş başka sözler yok mu? Vardır? Ama bu mânâ, bunu kim söylemiş? Hazret-i Peygamber (sav) söylemiş. O zaman Efendimize (sav) bir salavât getirmek lazım. Hazret-i Peygamber kim! Zât-ı Kudsiyet’ten geliyor, vazifeyi oradan almış. Demek ki bu yazı bizi Allah a kadar götürüyor. Bunun için itibar yazıya da değildir yazının mânâsınadır. İtibar mânâya da değildir yazının arkasındaki kudyisetedir. Bu itibarla bu gibi şeylere bakarken yazı veya bu işlerle uğraşırken biraz kendimize çeki düzen vermemiz lazım gelir. Edepli bir şekilde oturmak, kalkmak gerekir bu sanatlarla uğraşırken. Bu bir. İkincisi ve bundan daha da önemli bir mesele var. 

Hattat Demirel: Yazı, Şeâir-i İslâmiyenin ihyâsıdır.

Bugün maalesef hiçbir hattat arkadaş böyle bir mânâyı düşünmüyor. Yani şu evet caizdir, hiçbir itirazım yok, helâldir, hiçbir itirazım yok, ben bu levhayı yazarım, satarım. Kaç paraya? On bin liraya, yirmi bin liraya. Senede on tane levha yaparım, yüz bin lira para kazanırım. Tamam mı? Tamam! Yapar mısın bunu! Yaparım. Güzel de yaparım. Hiçbir itirazım yok, kazansın da, helâldir. Ama yazı dediğin şey bugün şeair-i İslâmiyedir. Bugün bu mânâyı kimse bilmiyor.

Muhsin Demirel: Şân olsun diye yazıyla meşgul olmadım.

Benim Kur’ân-ı Kerîm ile uğraşmam ve yazıyla meşgul olmam iç içedir. Ben öyle şân olsun diye yazıyla uğraşmadım. Ben Kur’ân-ı Kerîm olduğu için yazıyla meşgul oldum. Ve hayatım boyunca da hep böyle devam ettim. Bugün de böyle. Kur’an bağlamında yazıyla ilgiliyim. Bunun dışında bir yazıyı tanımıyorum. Bu mânâda konuşabilirsek ben hattat mıyım, diğer hattat arkadaşlara baktığınız zaman değilim! Niye? Onlar hattattır, ben hattat değilim! Ben istihdam olunuyorum. Yani ben yazmam, yazdırılırım. Ben hadiseye Kur’ân-ı Kerîm bağlamında bakıyorum. Ve bütün bu bahsettiğim şeâir-i İslâmiyeyi ihyâ noktası çok önemli bir şeydir. Ben bozulmuş olan, tahrib edilmiş olan bir şeâir-i ihyâ etmenin şuuru içerisinde çalışıyorum, bu çok önemli. Bunun kadar çok önemli olan bir mesele daha var. Bugün yazının mânâsını hattatlar da artık kaybetmiş vaziyette.

Hattatlık levha yazmak haline gelmiş vaziyette.

Hattatlık levha yazmak haline gelmiş vaziyette. Fakat işin aslı kitap sanatıdır. Kitap olarak yazabiliyor musun? Hiçbir hattatın bu işe soyunduğu falan yok! Ben bu bakımdan çalışmalarımı, iki, üç, hatta dört ana kategoride ele alıyorum. Levha yazamaz mıyım? İşte burada (evimde) gördünüz, yazdım. Yazarız da, bir şey değil ki! Yazarız. Ha benden iyi yazar, doğru! Ben en iyi yazamam, doğru! Hiçbir itirazım yok.

Birinci projem Mushaf projesidir.

Birinci projem Mushaf projesidir. İlk yazdığım Mushaf, tevâfuklu Mushaftır. Bunu gündeme getirmiyorum. Yani o noktada yazıyı aştım, biiznillah. Dolayısıyla onu gündeme getirmiyorum. Sonra Diyanet’e bir Mushaf yazdım. Tarihte ilk defa sipariş üzerine... Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne Mushaf kazandırdık. (Eline alarak gösteriyor) İşte bu gördüğünüz Mushaf-ı Şerif. Fakat tabii bunu yazdığımız zaman birçok hattat arkadaşın ve bir kısım insanın düşmanlığı ile karşılaştım.

Üçüncü Mushaf’ı Tataristan Devletine yazdım. Bu da Tataristan Devleti tarafından basılacak. Çalışması bitti. Yayına Yüksel Yücel hazırladı.

Diğer birini THY’ye yazdım. Daha doğrusu ben Türk Hava Yolları’na yazmadım. Ben Mushafları -Diyanet için olanı hariç- hiç kimse için yazmadım. Ben Mushaf ı Mushaf olarak yazdım. Bu önemli bir meseledir İbrahim Ethem kardeşim, bunu kaydediniz lütfen.

Hattat Hamit Aytaç ile Fırıncı Ağabey’in tavassutuyla tanıştım ilk defa. Ben liseyi bitirdikten sonra 1980 yılında Ankara’ya gelinceye kadar Hamit Bey’le olan irtibatımı devam ettirdim. Hatta hastaneye yatmasına biraz da fakir katkı sağladı. Hamit Bey’in yazdığı Mushaf-ı Şerif üzerinde yaptığımız çalışma 1971’den 1975’e kadar yaklaşık 4,5 yıl sürdü.

Hamit Bey’e dokuz yıl boyunca talebe oldum.

Hamit Bey’e dokuz yıl boyunca talebe oldum. Hocamla irtibatım zaman zaman yoğun, zaman zaman daha gevşek bir şekilde devam etti. Zaman zaman da kaçak talebeydim. Bizim, Hocayla olan münasebetlerimiz diğer talebeleriyle olduğu gibi değildi. Risâle-i Nur Cemaati bazı matbuat hizmetlerini benim üzerimden yazdırdı Hamid Bey’e. Mektûbât ile Sözler’i Halim Efendi’ye yazdırmışlar. Diğer tüm risalelerin yazılarını Hamid Bey’e fakir yazdırdı. Cevşen ül-Kebîr, Hizb-ü Envar’il-Hakâikın Nûriye vb. gibi evradlar ile Sözler ve Mektûbât’ın dışındaki tüm risalelerin yazılarını Hamid Bey’e yazdırdık. Dolayısıyla bizim Hoca’yla münasebetimiz sadece hoca-talebe münasebeti değildi, dede-torun, evlat-baba vb. garip bir münasebetimiz vardı.

Hamid Bey oksijeni olmayan bir odada yaşıyordu.

Mesela Hamid Bey oksijeni olmayan bir odada yaşıyordu. Kur’an ekibi olarak yeri geliyordu hocanın odasının damını aktarıyorduk, yeri geliyordu hocanın kullanmakta olduğu iş hanının çeşmesini değiştiriyorduk. Hoca havasız kalmışsa alıp Çamlıca’ya götürüp temiz hava;  Emirgan’a götürüp boğaz havası aldırıyorduk. Hocaya zaman zaman yedirmek-içirmek de bizim vazifelerimiz arasındaydı. Bu itibarla biz Hoca’yla sadece hoca-talebe münasebeti içerisinde olmadık. Büyük bir neş’e içerisinde geçti Hoca’yla teşrik-i mesaimiz. Ayrıca Hamid Bey’in yazdığı Mushaf’ın tashihi meselesi vardır. Hoca’yı Kocamustafapaşa’ya, -şimdi Hattat Mümtaz’ın (Mümtaz Şeçkin Durdu) kaldığı Tevruz Apartmanı’na götürüp tashih yaptırırdık.

Muhsin Demirel: Hüsn-i hat sanatı bana sabrı öğretti.

Hat sanatı bana sabrı öğretti, sabırlı olmayı... Ben 18-20 saate yakın masa başında kalkmadan çalışırım. Namaz ve yemek meseleleri haricinde mütemadiyen çalışırım. Günde 2-3 saat uyuyarak 4-5 adet Mushaf’ı Şerif yazmaya muvaffak kılındım. Bir Mushaf’ın baskıya hazırlanıncaya kadar geçen zaman neredeyse 15 bin saatlik emektir. Buna tezyinat, tashihat, Diyanet’in tedkiki, baskıya hazırlanma süreci dâhildir. Benim hiç yardımcım yok, desenleri hanım yapıyor sadece. Günde 10 saat, çelik gibi bir dikkatle çalışırsanız 1.500 gün eder. Ben yirmi saat çalıştım. Bu da 750 gün eder. Mesela Diyanet’in bastığı Mushaf’ı üç buçuk senede hazırladım. Bir buçuk senede sadece yazması bitti. Bir sene yedi ayda... Mehmed Özçay hatırımda kaldığına göre dört senede yazdığını söylüyor, Hüseyin Kutlu beş senede yazdığını söylüyor. Hamit Hoca altı buçuk senede yazdı. Ben bir sene yedi ayda yazdım. Baskıya hazırlık çalışmaları da iki sene sürdü. Bu sürenin büyük bir kısmı da Diyanet’in tetkik heyetinin okumasıdır. Bir küsur senesi odur zaten. Yazması bir sene yedi ay sürdü, diğer çalışmaları da iki sene… Toplamda Diyanet’e yazdığım Mushaf-ı Şerif üç sene yedi ayda basıldı. Sıkıntı, konsantre oluncaya kadar... Konsantre olduktan sonra süratle çalışırım. Böylesi bir tempoyla 5 adet Mushaf ı Şerif, 3 cilt evrad, bir o kadar yazı vesaire... Kaç sene ediyorsa ediyor. Zaten yedi-sekiz sene kadar da yazıyı bırakmıştım. Ankara’ya DPT’ye geldiğimde. O ilk yıllarda tekrar derleyip toparlaması zor oldu.

Planlama ya (DPT) girdim, bürokrat olacaktım. Siyasete atılacaktım, bürokraside yükselecektim. Tahsilime göre meslekî çalışmalar yapacaktım. Ben hukuk, iktisat ve işletme okudum, Plancı olacaktım. O zamanlarda (Devlet) Planlama Teşkilatı’ndan bakanlar, milletvekilleri, müsteşarlar, başbakanlar, şunlar, bunlar çıkıyordu. Çok parlak bir yerdi Planlama o dönemlerde. Ben Cemil Meriç’in talebesiyim. Parlak bir entelektüel hayatımız, parlak bir istikbalimiz var zannediyorduk. Sonra bir noktaya gelince ben takkemi önüme koyup düşündüm. Bu işler için yaratılmadığımın idrakine vardım. Genel müdürlüğü, müsteşarlığı, milletvekilliğini, bakanlığı herkesin yapabileceğini, fakat Allah kelâmını herkesin yazamayacağını gördüm. Ben okuryazarım. Allah bana saadetler verdi. Mesela Risâle-i Nûr’un devlet tarafından neşredilmesi... 'İşârât’ül İ’câz fî Mezann’il-İ’câz' ile 'Mesnevî-i Nûriye’nin’ önsözlerinin ve hatlarının yazılması fakire nasip oldu.

Ankara’da yalnız başımayım. Sadece ve sadece kendi kendimle didişiyorum. Fikret’in bir mısraı var çok hakîmânedir: Hak bellediğin yolda yalnız gideceksin. Hepsi bu.

Hattat Muhsin Demirel

1954 Eskişehir doğumluyum. Aslında ailece Burdurluyuz. Babam Ali Demirel, biz doğmadan evvel 1950-51 yıllarında Üstad Bediüzzaman Hazretlerini tanımış, kendisini müteaddit defa ziyaret eden Hava Kuvvetleri’nde tayyareci bir pilottu... 

Çocukluğumuz, gençliğimiz İstanbul’da geçti. Babam küçük yaşlardan itibaren bizi hizmetlerin bulunduğu, teksirin yapıldığı yerlere götürürdü. O zaman, şimdiki gibi dersler yoktu. Babama sorarlardı 'Niye getiriyorsun bu yaşta bu çocukları?' diye. Babam 'İleride hatırlarlar' derdi. Dün yediğim yemeği unuturum ama, bugün hâlâ bunları unutmam. 

Ben İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. İktisat ve İşletme fakültelerinde master yaptım. Talebeliğim esnasında Hamit Hoca’nın yazmış olduğu tevâfuklu Kur’ân’ın neşrinde çalıştık. Hamit Hoca’dan hat dersi aldık. Hayat hikâyem bundan ibaret.

İbrahim Ethem Gören/17.12.2024 Yazı No: 637