Muhalif güçlerin Halep’in kapısına dayanması ve HTŞ’nin (Heyet Tahrir el-Şam) başlattığı operasyon, bölgede yeni bir stratejik denge arayışının habercisidir. Türkiye, bu gelişmeleri hem sahada hem de diplomasi masasında dikkatle takip ediyor.
HTŞ OPERASYONU: HIZLI İLERLEME VE SÜRPRİZ ETKİSİ
Heyet Tahrir el-Şam, Halep’in kuzeybatısında başlattığı operasyonla Suriye rejimi ve İran destekli milisleri hazırlıksız yakaladı. İlk gün kazanılan köyler ve bölgeden gelen yoğun çatışma haberleri, rejim güçlerinin ciddi bir geri çekilme yaşadığını gösteriyor. Ancak ikinci gün, Şam yönetimi ve İran unsurları daha dirençli bir savunma sergiliyor olsa da HTŞ, sahada ilerlemesini sürdürüyor.
Halep çevresindeki bu hareketlilik, özellikle İsrail-Hizbullah ateşkesi sonrası dikkat çekici bir zamanlamayla gerçekleşti. İran ve Şam güçleri, İsrail’in Suriye’ye yönelik hava saldırılarına rağmen, İdlib bölgesine yoğun bir baskı uyguluyordu. Bu durum, Şam yönetiminin Kuzey Suriye’de daha büyük bir saldırıya hazırlandığını düşündürüyordu. Ancak HTŞ’nin aniden başlattığı karşı saldırı, bu planları bozmuş görünüyor.
SMO’NUN (SURİYE MİLLİ ORDUSU) ROLÜ VE TÜRKİYE’NİN HESAPLARI
Şu an sahada aktif olarak yer almayan Suriye Milli Ordusu (SMO), HTŞ’nin operasyonlarının başarısına göre devreye girebilir. Türkiye tarafından eğitilip desteklenen SMO, düzenli yapısı ve savaş tecrübesiyle sahaya inmesi halinde dengeleri tamamen değiştirebilir. Türkiye’nin Halep operasyonlarına ve Suriye’nin kuzeyindeki PKK/YPG unsurlarına yönelik hazırlıkları da paralel olarak devam ediyor.
Türkiye’nin, Şam yönetimine yaptığı diyalog önerisinin reddedilmesi ve Beşşar Esad’ın Moskova’ya giderek diplomatik görüşmeler gerçekleştirmesi, bu süreçteki belirsizlikleri artırıyor. Türkiye’nin hem sahada hem de diplomasi masasında çok yönlü bir strateji izlediği açık. PKK/YPG’nin etkisiz hale getirilmesi ve bölgedeki güvenliğin sağlanması, Türkiye’nin öncelikli hedefleri arasında yer alıyor.
HALEP’TE KANLI BİR SAVAŞ RİSKİ
HTŞ ve diğer muhalif grupların Halep’e girmesi durumunda, bölgede çok kanlı bir savaşın yaşanabileceği öngörülüyor. İran’ın geçmişte Halep’te on binlerce Sünni sivili katlettiği ve bu vahşetin hafızalardan silinmediği biliniyor. Kasım Süleymani’nin liderliğinde gerçekleşen bu saldırılar, bugünkü operasyonların hem psikolojik hem de stratejik önemini artırıyor.
Halep’te başarı sağlanması halinde SMO’nun daha geniş kapsamlı bir şekilde sahaya inmesi bekleniyor. Türkiye’nin de bu sürece daha doğrudan bir müdahil olması olasılıklar arasında. Bu durum, hem Şam yönetimi hem de İran açısından büyük bir meydan okuma anlamına gelecek.
TÜRKİYE’NİN STRATEJİK KONUMU
Türkiye, bölgede hem askeri hem de diplomatik alanda çok yönlü bir pozisyon almış durumda. İsrail ve İran arasındaki Lübnan merkezli çatışmaların ateşkesle sonuçlanmasının hemen ardından Suriye’nin kuzeyindeki hareketlilik, Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarını koruma refleksini hızlandırdı. Halep çevresindeki çatışmaların, PKK/YPG’ye yönelik operasyon hazırlıklarıyla eş zamanlı olarak gelişmesi, Türkiye’nin çok yönlü bir strateji izlediğini gösteriyor.
Türkiye’nin bölgedeki hamleleri sadece askeri değil, aynı zamanda diplomatik bir denge kurmayı hedefliyor. Beşşar Esad’ın Moskova’da yürüttüğü görüşmeler, ABD’nin olası tavır değişiklikleri ve İran’ın bölgedeki nüfuzunu artırma çabaları, Türkiye’nin dikkatle izlediği unsurlar arasında.
BÖLGEDEKİ KARMAŞIKLIK VE İHTİMALLER
Suriye’nin kuzeyindeki çatışmaların Lübnan ateşkesiyle bağlantısı henüz net değil. Ancak bölgedeki her gelişmenin birbiriyle ilişkili olduğu aşikâr. İran ve Şam yönetiminin İdlib’e yönelik saldırılarının, HTŞ’nin karşı taarruzuyla kesilmesi, dengelerin hızla değişebileceğini gösteriyor.
Türkiye, bölgede sadece askeri operasyonlara odaklanmıyor. Aynı zamanda, siyasi ve ekonomik altyapısını güçlendirerek, uzun vadeli bir bölgesel liderlik hedefliyor. Türkiye’nin kontrol ettiği alanlardaki kalkınma projeleri ve halk desteği, bu hedefin sürdürülebilirliğini artırıyor.
RUSYA’NIN ZORUNLU TERCİHLERİ VE SURİYE’DEKİ BOŞLUK
Rusya açısından bakıldığında, Ukrayna’daki savaş, Kremlin’in hesapladığından çok daha maliyetli bir hal aldı. Özellikle Londra merkezli küreselcilerin Ukrayna’ya verdiği yoğun destek, Rusya’nın askeri kaynaklarını daha fazla tüketmekte ve dikkatini Doğu Avrupa’ya yönlendirmektedir. Bu koşullar, Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını azaltmak zorunda kalmasına neden oluyor. Ancak Suriye’de doğan bu boşluk, Türkiye’nin stratejik zamanlamasıyla etkin bir şekilde doldurulmaktadır.
Rus ordusunun, uzak cephelerde birden fazla düşmanla savaşma kapasitesinin sınırlı olduğu açıktır. Ağırlıklı olarak nükleer caydırıcılık ve balistik füze kapasitesine dayalı bir savunma doktrinine sahip olan Rusya, Suriye’deki varlığını sınırlayarak önceliğini Ukrayna’ya verdi. Bu da Türkiye’ye, bölgede güvenli koridor oluşturma hedeflerini hızlandırma fırsatı sunabilir.
TÜRKİYE’NİN BÖLGESEL HAMLELERİ
Türk Silahlı Kuvvetleri, önce yurt içinde PKK’yı etkisiz hale getirdi, ardından Irak’ın kuzeyinde Zap bölgesindeki terör yuvalarını temizledi. Şimdi ise aynı kararlılıkla Suriye’de güvenli koridor oluşturma ve yarım kalan operasyonları tamamlama sürecine girdiğini söyleyebiliriz. Eğitilen ve donatılan vekil güçlerin desteğiyle Türkiye, sahada hem askeri hem de diplomatik olarak önemli kazanımlar elde etmektedir.
Suriye’deki çatışmaların yoğunlaşması, Türkiye için birden fazla stratejik avantajı beraberinde getiriyor. ABD’nin, Pasifik’e yönelme isteği ve Rusya’nın Ukrayna’daki yıpranmışlığı, Türkiye’nin bölgesel hareket alanını genişletmektedir. İsrail’in Lübnan ile ateşkese zorlanması ve ardından Suriye’yi bombalayarak gözdağı verme çabası, Türkiye’nin Halep çevresindeki hamlelerini hızlandırdı. Ancak bu tür provokasyonlar, Türkiye’nin bölgedeki stratejik hedeflerine ulaşmasını engelleyemeyecektir.
EKONOMİK DAYANIKLILIK VE OPERASYONEL GÜÇ
Türkiye’nin en büyük kırılganlığı, ekonomik yapısındaki zayıflıklar olarak görülmekteydi. Ancak son dönemde ekonomide yapılan reformlar ve savunma sanayii yatırımları, Türkiye’nin bölgesel operasyon kabiliyetlerini güçlendirdi. Suriye’nin toprak bütünlüğü ve rejime saygı gibi romantik yaklaşımlarla vakit kaybedilmemeli; PYD’nin tehdit olmaktan çıkarılacağı güneye doğru etkisiz hale getirilmesi sağlanmalıdır.
DEVLET AKLI VE TÜRKİYE’NİN DİRENCİ
Türkiye içindeki siyasi eleştiriler, özellikle Devlet Bahçeli gibi isimlere yönelik temelsiz ithamlarla gündeme getirilmektedir. Ancak devlet aklı, uzun vadeli çıkarlar doğrultusunda hareket etmekte ve bu tür eleştirilerden etkilenmemektedir. 15 Temmuz’da kazanılan zafer, Türkiye’yi bölme hayallerinin tarihe gömüldüğünü açıkça gösterdi. Bugün, bölgesel ve küresel mücadelelerin tam ortasında yer alan Türkiye, bu baskılara rağmen dirençli yapısını korumaktadır.
Suriye’deki gelişmeler, Türkiye için sadece askeri değil, aynı zamanda stratejik fırsatlar sunmaktadır. Türkiye, bölgedeki boşluğu doldurarak hem kendi güvenliğini sağlamlaştırmakta hem de küresel dengelerde etkili bir aktör haline gelmektedir. Devletimizin kararlılığı ve halkın desteği, bu sürecin başarıyla tamamlanmasının en büyük güvencesidir. Türkiye’yi bölme hayalleri kuranlar geçmişte başarısız olduğu gibi, bugün de bu hedeflerine ulaşamayacaktır.
Devlet aklının her zaman olduğu gibi büyük resmi gözeterek hareket ettiği bu süreçte, her vatandaşın ortak sorumluluğu, devlete olan güveni sürdürmek ve bölgesel çıkarlarımızı korumak için verilen mücadelede birlik olmaktır.
Halep’teki çatışmalar ve Suriye’nin kuzeyindeki hareketlilik, bölgedeki güç dengelerinin yeniden şekillenmesine zemin hazırlıyor. Türkiye, sahadaki kararlılığı ve diplomasi masasında elde ettiği avantajlarla, bu sürecin en önemli aktörlerinden biri olmayı sürdürüyor.
Bölgede birçok belirsizlik ve risk olsa da, Türkiye’nin güçlü devlet aklı ve stratejik öngörüsü, bu zorlu süreçte başarıya ulaşmasını mümkün kılabilir. HTŞ’nin Halep operasyonu, SMO’nun potansiyel müdahalesi ve Türkiye’nin çok yönlü stratejisi, bölgenin geleceğinde belirleyici olacaktır.
Son günlerde Suriye’de hız kazanan olaylar, bazı kesimler için sürpriz olarak görülse de, uzun süredir savunduğum analizlerle uyumlu bir tabloyu yansıtmaktadır. Bu gelişmeler, bölgedeki güç dengelerinin ve küresel stratejilerin yeniden şekillendiği bir döneme işaret ediyor. Türkiye, bu değişimleri hem fırsat hem de tehdit olarak değerlendirerek bölgesel oyun kurucu rolünü pekiştirmektedir.