Memleketimizin hemen hemen her şehrinde bir veya birkaçevliya türbesi bulunuyor ama Bursa ve İstanbul tam bir türbeler şehri olarak karşımıza çıkıyor. Ankaralı okuyucularım sormadan ben söyleyeyim. Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olan bu şehrimiz de Hacı Bayram-ı Veli hazretleriyle ayrı bir özellik ve güzellik kazanıyor.
Garip değil mi, bugün ziyaretçi akınına uğrayan Hacı Bayram-ı Veli’nin türbesine daha önceki yıllarda gerekli ilgi gösterilmiyor. Bunu, tasavvuf tarihinin gözde isimlerinden merhum Hüseyin Vassaf’tan öğreniyoruz. 'Sefine-i Evliya' müellifine göre, Ankara halkı Hazreti Pir’e muhabbet duymuyor. Bir zamanlar söz konusu olan muhabbetin daha sonra ortadan kalktığı anlaşılıyor. Şeyhlik makamında oturan zatların tasavvuf zevkinden, ilim ve irfandan mahrum olmaları ve tabii ki dünya zevklerine dalmaları buna sebep olarak gösteriliyor. Görevliler bu halleriyle halkın o ulvi makama duyduğu saygıyı ve hürmeti azaltmış oluyorlar. Halbuki bu göreve kâmil bir zat getirilmiş olsa, o da Hacı Beyram-ı Veli hazretlerinin ne büyük bir Allah dostu olduğunu anlatsa türbe halkın ziyaret akınına uğrayacaktı. Vassaf Efendi, 'Ankara’da altmış yaşındaki bir ihtiyarla görüştüğümde, ‘Efendi bu yaşa geldim, oraya girmedim’ demesi fakiri hayrette bırakmıştı' diye şaşkınlığını dile getiriyor.
Hüseyin Vassaf Efendi, sözlerini şöyle tamamlıyor.
'Burada görev yapan seccadenişinlere ‘çelebi’diyorlar. Bayramiye tarikatine ait vakıfların geliri çok ama işte bu çelebiler oraya gelen fakirlerle ve ziyaretçilerle ilgilenmeyip kendilerine harcıyorlar. Hatta yakın zamanda Ankara’dan gelen bir arkadaşım Hazretin Pir’in türbesi toz toprak içinde, muvacehe penceresi o kadar kirli ki içerisi görünmüyor. Dışarısını da badana yapmak, silmek, süpürmek bile kimsenin aklına gelmemiş. Bu harap manzara, insanı büyük bir üzüntüye sevk ediyor’ deyince o büyük dergâhın gelirleriyle yaşayan çelebi efendiye lanet ettim. Zevk u sefaya dalmışlar, dergâhı unutmuşlar. Bu durum karşısında üzülmemek elden gelmiyor.'
Hüseyin Vassaf Efendi, bu mübarek zatın kerametlerinden birini, adı geçen eserinde şöyle anlatıyor:
Hacı Bayram-ı Veli hazretleri, vefatından sonra cenaze namazına katılanların cehennemden azad olması için Cenab-ı Hakk’a dua etmiş. Allah duasını kabul etmiş. Vefat edince Ankara halkı cenazesine koşarak gelmiş. Bu sırada bir köylü, kırılan saban demirini tamir ettirmek için Ankara’da bulunuyormuş. Cenaze haberini alınca o da gelmiş. Getirdiği demiri beline sokup namaza durmuş.
İlk önce bulundukları dergâhtan tabutu kaldıracakları sırada, tabut bir türlü yerinden kımıldamamış. Orada bulunan herkes büyük bir şaşkınlık yaşamış. Derken halen hayatta olan annesine durumu haber vermişler. O da hemen gelip tabutun kapağını açtırmış. Hacı Bayram-ı Veli’nin kulağına eğilip bir şey söylemiş. Daha sonra kapağı kapatıp 'Haydi kaldırınız' deyince tabut kalkmış. Oradakiler merak edip muhterem validesinden sebebini sorunca durumu anlatmış. 'kulağına eğilip söylediğim şey, istediğin oldu. Ne duruyorsun? Cemaate zahmet verme' sözünden ibaret demiş.
Tabutun yerinden kaldırılamamasının sebebi, bizzat Hacı Bayram-ı Veli imiş. Ölüm haberini alıp Ankara’ya koşan köylünün namaza yetişmesini sağlamak istemiş. Bir keramet eseri olarak gecikme söz konusu olmuş. Köylü yetişince, bir keramet de annesi göstererek, tabut musalla taşına konulmak üzere yerinden kaldırılabilmiştir.
Şu ibret tablosuna bakar mısınız?
Daha sonra o köylü demirini tamir için demirciye götürmüş. Demirci de ateşe sokmuş. Ama demir bir türlü kızmamış. Anlaşılan o ki namazda hazır bulunanlar cehennem ateşinden kurtulduklarından, o köylünün belinde sokulu duran ve namazda köylü ile beraber olan demir de ateşten korunmuş ve bundan dolayı kızmış. Halk, bu demiri köylüden alıp Hazret’in türbesine saklamışlar. Ancak daha sonraki yılların birinde kaybolduğu için bugün mevcut değildir.
İşte Hacı Bayram-ı Veli hazretleri ve mübarek annesi böyle keramet sahibi iki büyük insandı.
Rahmetullahı aleyhim.