Siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel alanlardaki sorunların büyük çoğunluğu, insanın etkisi dışında fakat neticeleri itibari ile de hayatının merkezindedir. Umutsuzluk, çaresizlik gibi duygular ile mücadele eden insanın hâlleri ait olduğu sosyal çevreyi de etkiler. Oysa ki milyonlarca kötülüğün, sorunun olduğu dünyada, İlahi kudret ile her sabah yeniden doğan güneş, yeni gün sayısız imkânsızı da mümkün kılar.
Geçtiğimiz haftalarda, sabahın çok erken saatlerinde Eminönü atmosferini solurken, Yunus gönüllü bir çiçekçi, minik saksıda şirin bir gül hediye etti, eve gider gitmez de su verin diye tembihledi. Üzerinde hiç tomurcuk olmayan gülün renginin ne olduğu hakkında fikrim yoktu. Bu sabah yeni güne, beyaz narin tomurcuk bir gül ile başladım. Öyle Lâtif ki Rabbimiz çiçekler lütfuyla açıyor. Umulmadık bir anda bir kulunu vesile kılıyor müjdelerle sevindiriyor ruhumuzu. Latif isminin tecellisini bir saksı gül ekseninde yaşıyorum.
Gül tomurcuğunu görünce, yüzümde bir tebessüm, kalbimde derin bir hüzün ile gül yetiştiren dedem geldi aklıma. İstanbul gülü başta olmak üzere çeşit çeşit gülleri vardı. Kare bir bahçede yürüme yollarını taşlarla ayırıp, yol kenarları boyunca hercai menekşe, kokulu karanfiller dikmişti. Kocaman gülistanda menekşeler, karanfiller o yaşlarda sıradan gelir dikkatimizi çekmezdi. Çiçekçilerde bulunan tomurcuk gülden her türe kadar çok özel güller olur, özel günlerde, okulda etkinliklerde bizim için buket yapar süslerdi. Çocukluk aklı nedendir bilinmez, gülleri sulamak çok keyif verirdi. Dedem “Sabret kızım, güneş vururken güle su verilmez, güneşin batmasını bekleyeceğiz” derdi. Ne zaman batacak bu güneş diye boynum havada askıda kalırdı. “Hortumu bağlayın bakalım” talimatı gelince kardeşimle havalara uçardık. Gülleri incitmeden sulamanın da bir tekniği vardı. Sulaması ayrı, budaması ayrı… Güle zarar vermeden hangi daldan kesilir, nasıl kesilir bunları adı adım pür dikkat takip ederdik. Bahçede keyifle uğraşmanın üstüne ödülümüz mangal ziyafeti, dondurma ve eve götürmek üzere bir kucak gül olurdu. Çocukluk çağlarında farkında olmasak da bugün bir güle dokunurken, bakarken bende bıraktığı izleri fark edebiliyorum. Bir güle dokunuşunuz, verdiğiniz özen belki de bir insanın kişiliğine dokunuş, özenli, değer bilen bir insan olarak yetişmesine atacağınız tohum olabiliyor. Uğraştığınız bir hobi, meşguliyetiniz, zevkleriniz sizi gözlemleyen minik bir çift gözün yetişkin dünyasında bir yeteneğini gün yüzüne çıkaracak mihenk taşı olabiliyor.
Bir Kızılderili atasözü der ki: “Bir çocuk yetiştirmek için, bir köye ihtiyacınız var.” Bugün sanal dünya ve kapitalist köyde yetişen çocuklarımızı eleştirmek büyükler için ne kadar kolay geliyor. Minicik tomurcuk gül gibi, dünyaya tertemiz gelen narin bir bebek, bir ekip çalışması halinde çevresinden besleniyor ve kişilik, karakter yapısı oluşuyor. Çocuklar ait olduğu aile, büyüdüğü çevre yani “köyünün” aynasıdır. Belki de sorun yetişkinlerin kendi zaafları ile yüzleşmekte sorun yaşamalarında gizli. Gül yetiştiren dedelere ne mutlu…