Günümüz Türkiye`sinde her gün iyi günlerin geçmişte kaldığı duygusu yaşanır. Bir insan karşınızda ‘yarı uykulu’ bu sözü söylerse, onun artık yaşamaktan bir tad almadığını düşünürüz ister istemez. Belki o sadece yalnızlığını ifşa etmektedir. Bu bile onu yalnızlığından kurtarmanıza yetmeyebilir. Kendisi bunu istemedikçe ve o komşularını azarlanacak çocuklar gibi gördükçe, bu yalnızlık, kendisini bizzat kendisinin yalnızlaştırması onun temiz olan hayatında, kendisini sevenler için bir kaygı sebebidir. İyi hallerini duyurmayan, sevindiğinde paylaşmayan kişi, bence, ne yaptığını bilmeyen bir insandır. İçinde kendisinin bu tutumunu onaylamaz bir ses olsa, o bu sese de kendisini kapayabilir.
Toplum olarak halimiz biraz böyle. Bu bir kargaşadır. Tehlikeli bir gidişin en açık göstergesidir.
Türkiye`de bir fikre itibar etmeden yaşamak inadı var. Evet bu bir inatçılık. Bu, indirgenmişlik. Okumayan bir toplum ile okumaya çalışan bir toplum arasındaki fark dudağımızda uçuk yapar. Okumayan insanlar toplumdaki okumaya çalışanlara takılır kalırlar. Bu yüzden kendilerini geliştiremezler. Hep gecikmiş sayarlar kendilerini. Farkında olmazlar: Bütün davranışları, dışardan bakanların, onlardaki bu açığı farketmemelerini sağlamaya yöneliktir. İronik olan, bu çabalarını kendilerinin de anlayamamalarıdır. Evet herhalde bunu anlamlandıramayacaklardır. O zaman kendi hallerine bir teşhis koymuş olurlar belki de.
Türkiye biraz da böyle. Türkiyemiz, bu ‘Türkiyeleri’ ise hiçböyle değil. Tüketim sorunu yok, tüketimde tatminsizlik sorunu var. Hiç`in estetiğine gitmek zorundadırlar. Gazetelerinin hafta sonu ekleri sergisi.
Bu bir kargaşadır. Bireyselden başlayan toplumsal bir kargaşa. Bu kargaşa bir aşamadan sonra bireylere bulaşmaya başlıyor. Batılılaşma sürecinin başlangıcında tesbit edilebilecek bireylerden başlamıştır bu kargaşa. Hatice Sultan`ın mektup yazacağı Fransız bayana, ‘onların’ harflerini öğrendikten sonra, ‘kendi’ dilinde mektup yazması, bence, üzerinde durulması gereken bir falsodur. İyiniyet bunun neresinde değil? Baştan aşağı iyiniyet. Biraz da taşmış. Ne ki, öze değen bir nitelik de yok değil. Osmanlı hanedanı, etrafını saran birtakım burjuva ruhlu, aristokrasi jesti tutkunu paşaların ‘frenkleşme kararı’ vermeleriyle birlikte çözülmeye başlar. Ü çüncü Selim devrine böyle de bakılabilir.
René Gué non Modern Dünyanın Bunalımı adlı eserinde Batı Medeniyetine bir unutmanın ârız olduğunu tesbit ediyor. Gué non`a göre, bu tufanla yok olan toplumun halini çağrıştıran kesin bir belirti ve çok tehlikeli bir gidiştir. ‘Çok şaşırtıcı bir durumda, Ortaçağ uygarlığının hızla büsbütün unutulmaya terk edilmiş olmasıdır. XVII. yüzyıl insanları bile Ortaçağ hakkında en ufak bir kavrama sahip değildi. Ayrıca o çağdan kalan anıtlar, o insanların gözünde ne entellektüel ne de estetik açıdan hiçbir şeyi simgelemiyordu.’
Gué non, Türkiye`de ve öteki İslâm ülkelerinde devlet diliyle sürekli ‘yüceltilen’ Rönesans dönemine de, modern Avrupa`nın sanıldığı kadar bağlı olmadığını, ‘bağlı kalmadığı’ yorumuna gider.
Bu durumda biz buralarda öykündüğümüz medeniyet uğrunda, kendimizde, hatta zaaflar icadına girişmiş ve epeyce yol almışızdır!.. Yanlış süreç, özel isimlere sığındırılarak savunulamaz.
Bizim ayrıca bir itiraz ve infiâlimiz vardır. Öykündüğümüz Batı medeniyetinin, bizim tarihî özeleştirimizi geciktirdiği gerçeği… Kimi muhterisler bu özeleştiriyi de bizim adımıza Batıdan bekliyor. Her devrin adamı olmanın hile-i şeriyesi bu. Somut puttan, soyut putlara!
 

YORUMLAR