Yerbilimci Prof. Dr. Naci Görür, olası bir İstanbul depreminde dikkat çeken uyarılarını sürdürüyor. Kanalizasyonun içme suyuna karışacağını ifade eden Görür, özellikle Avrupa yakasının bu durumdan daha fazla etkileneceğini vurguladı.
Marmara Denizi kıyısındaki ilk 10 kilometrelik şeridin, depremin genellikle Haliç'ten Silivri'ye kadar 9 şiddetini bulacağı bir bölge olduğunu belirten Görür, bu durumun yüksek şiddetli bir depremin etkisi altında kalmak anlamına geldiğini ve bu şartlar altında çok iyi yapılmış binaların bile ciddi hasarlar alabileceğini söyledi.
Sözcü gazetesinden İpek Özbey'e konuşan Prof. Dr. Naci Görür şunları söyledi:
-Sayın hocam, öncelikle belirttiğiniz konuyu anlamak istiyorum. Marmara Denizi'ndeki fay hakkındaki bazı uzman görüşlerine göre, bu fayın ölü bir hat olduğu ifade edilmektedir. Ancak asıl fayın Yalova'nın Çınarcık bölgesinin önünden geçtiği ve Kuzey Marmara kenarından geçen bir fayın hiç var olmadığı ifade edilmektedir. Bu noktada, uzmanlar arasında farklı yorumlar bulunmaktadır ve siz ise yıllardır bu konuda uyarılarda bulunarak zaman zaman çığlık atmaktasınız. Uzmanlar arasındaki bu derin görüş ayrılığının temeli nedir, aynı konuya odaklanıyoruz ancak neden farklı sonuçlardan bahsediliyor?
Görür;
İsimlerini vermeyeceğim kişilerin, uzmanlık iddiasında olan ancak bilimsel kriterlere uymayan kişiler olduğunu söylüyorum. Gerçek bir uzmanın, çalıştığı konuda derinlemesine bilgi sahibi olması, gözlemler yapması, veri toplaması ve bu verileri bilimsel süreçten geçirip yayınlaması gerekir. Bilimsel bir çalışmanın uluslararası saygın bir dergide yayınlanması, o alanın uzmanları tarafından kabul görmesini getirir. Bu nedenle, gerçek bir uzmanın bilimsel süreçleri takip eden, çalışmalarını paylaşan ve bilim dünyasında saygı gören bir kişi olması beklenir. Bu konuda konuşan herkese uzman diyemem. Onlar uzman değil.
-Geçtiğimiz hafta Bursa'nın Gemlik ilçesinde meydana gelen 5.1 ve 4.5 büyüklüğündeki depremler, Marmara Bölgesi'nde hissedildi. Bu olaylar üzerine tekrar İstanbul depremi gündeme geldi. Siz, İstanbul'da deprem olasılığını yüzde 47 olarak açıklamıştınız. Ancak bu aynı zamanda yüzde 53 olmayabilir anlamına da gelmiyor mu?. Bu oranları belirlerken hangi verilere dayandığını merak ediyoruz.?
Görür;
Jeoloji alanında, birçok durum olasılık yüzdesiyle ifade edilir. Dünya'nın tüm davranış biçimini tam olarak belirlemek matematiksel bir kesinlik taşımaz. Her zaman "olabilir" demek gerekir, çünkü gelecekteki olayları kesin olarak öngörmek mümkün değildir. Dünya, insanların düşündüğü gibi belirli bir düzen ve zamanlamaya göre hareket etmez. Gelecekteki olaylar, belirsizlik içerir ve jeologlar bu belirsizlikleri olasılık yüzdesiyle değerlendirirler.
Yüzde 47 olasılık ifadesi, 2000 yılında Parsons tarafından gerçekleştirilen bir çalışmaya dayanmaktadır. Bu çalışmada Türk bilim adamları da yer almıştır. Çalışma, jeolojik dönem depremlerini inceleyerek fayda stres birikimini değerlendirmiştir. Stres transferi hesaplamalarına dayanarak elde edilen sonuçlara göre, 1999 yılından sonra 30 yıl içinde deprem olma olasılığı yüzde 64 olarak belirlenmiştir. Ancak daha sonraki bir revizyon çalışmasıyla bu olasılık yüzde 47'ye düşürülmüştür. Parsons'ın yaptığı revizyon, ABD'den bize iletilmiş ve güncellenmiş verilere dayanmaktadır.
Asya ve Avrupa iki farklı jeolik yapı barındırıyor
İstanbul'un yapı stoğu, coğrafi konumu itibariyle Asya ve Avrupa olmak üzere iki farklı jeolojik yapıya sahip olan bir şehir olduğu için çeşitlilik gösteriyor. Asya yapısının jeolojik yapısı daha eski ve sertleşmiş kayalardan oluşur. Avrupa yakasında ise daha genç jeolojik yapı bulunur. Bu durumu, "eski peynir ile taze peynir gibi düşün" metaforuyla ifade etmek mümkündür. Avrupa yakasında inşa edilen binalar genç çökerlerden oluşan zeminde yer almaktadır. Bu zeminin yeterince kaya niteliği taşımadığı ve kumlu, içinde su bulunan zayıf kayalardan oluştuğu bilinmektedir.
Diğer yandan, Asya yakası tam aksi bir jeolojik yapıya sahiptir ve daha sert kaya türlerinden meydana gelmiştir. Bu durum, depremde yapı stokunun ve deprem dayanıklılığının büyük ölçüde etkilendiği anlamına gelir.
-Aynı depremde iki farklı etki mi yaşanacak?
Görür;
Elbette, jeolojik yapıdaki farklılıkların bir depremin etkilerini nasıl değiştirebileceğini daha detaylı bir şekilde açabilirim. Deprem dalgaları, genellikle en az 15 kilometre derinlikten yüzeye doğru yayılır. Bu dalgalar, sismik aktivitenin kaynağından tüm yönlere doğru genişler, sanki bir su havuzuna taş atıldığında oluşan dalgalar gibi düşünülebilir.
Asya ve Avrupa yakalarındaki jeolojik farklılıklar, bu dalgaların iletimi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Asya yakası, daha sert ve sağlam kayalardan oluştuğu için deprem dalgaları bu zeminde daha hızlı ilerler. İlk olarak P (primer) dalgaları gelir, daha sonra S (ikincil) dalgaları takip eder. Bu nedenle, Asya yakasında yer alan binalar genellikle daha dayanıklı bir zemin üzerine inşa edildiği için depremin etkilerine karşı daha dirençli olabilir.
Öte yandan, Avrupa yakasında daha genç ve zayıf kayalardan oluşan bir zemin bulunmaktadır. Bu tip zeminlerde deprem dalgaları daha fazla enerji emer ve yavaşlar. Dolayısıyla, aynı depremde Asya ve Avrupa yakasındaki binalar farklı şekillerde etkilenebilir. Avrupa yakasındaki binalar, daha zayıf zemin üzerine inşa edildiği için depremin etkilerine daha fazla maruz kalabilir ve hasar görebilir.
-En çok hangi ilçeler etkilenecek?
Görür:
Özellikle Avrupa yakasında yer alan bölgeler Haliç'ten tutun Silivri'ye kadar olan alan, denize yakın olan kesimler Bakırköy, Zeytinburnu gibi, buralar depremden daha ciddi etkilenecek.
-Diyelim yüzde 47 ihtimal gerçekleşti ve İstanbul’da çok büyük bir deprem oldu. Nasıl bir su sorunu yaşayacağız?
Görür:
Eğer İstanbul'da yüzde 47 ihtimal gerçekleşir ve büyük bir deprem meydana gelirse, su sorunu ciddi bir sorun haline gelebilir. İstanbul'da kanalizasyon ve içme suyu hatları genellikle yan yana yerleştirilmiştir. Deprem sırasında bu altyapı unsurları hasar görebilir, kırılabilir ve kanalizasyon ile içme suyu şebekesi birbirine karışabilir.
Bu durum, ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Kanalizasyonun içme suyuna karışması salgın hastalıkların yayılmasına neden olabilir. Ayrıca, suyun kesilmesi hijyen sorunlarına yol açar ve insanlar susuzluk çeker. Deprem sonrasında su temini büyük bir sorun olabilir, çünkü yolların kapanması ve altyapının hasar görmesi su dağıtımını zorlaştırabilir. Bu durumda, insanlar temel hijyen ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanabilir ve su teminiyle ilgili sorunlar yaşanabilir.
- En riskli yerler neresi?
En riskli bölgeler, İstanbul'un Avrupa yakasında, özellikle Marmara Denizi'ne kıyıdan başlayarak ilk 10 kilometrelik şerit içinde yer alıyor Bu bölgeler, depremin genellikle Haliç'ten Silivri'ye kadar ulaşan 9 şiddetinde olması durumunda daha fazla sorun yaşayabilir. 9 şiddetindeki bir depremin etkisi altında kalmak, çok sağlam bir şekilde inşa edilmiş binaların bile ciddi hasar alabileceği anlamına gelir. Bu nedenle, Avrupa yakasındaki bu bölgeler su temini açısından daha yüksek risk taşıyor.
-AFAD, olası afette kullanılmak üzere Silivri'de oluşturulan merkeze konteyner depolamaya başladı. Doğru bir strateji mi?
Görür:
AFAD'ın Silivri'de oluşturduğu merkeze konteyner depolaması yapması, deprem riski altındaki Silivri'nin 8 şiddetinde bir depremden etkilenebileceği göz önüne alındığında doğru bir strateji olarak düşünülebilir. Ancak, Prof. Dr. Naci Görür'ün önerisi, bu tür yığınakların Marmara Bölgesi dışındaki kentlerden gelmesi gerektiği yönündedir. Marmara Bölgesi'nin depremden etkileneceği ve yardımın bu bölgeden ziyade dışarıdan yapılmasının daha etkili olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca, komşu ülkelerle işbirliği yapılması ve ilk acil müdahalenin Marmara dışında konuşlanması önerilmektedir. Bu yaklaşım, hızlı bir şekilde hareket edilmesi ve hayatta kalmanın sınırlı bir zaman diliminde gerçekleşmesi gerektiği gerçeğini vurgulamaktadır.