Gölge ve ışık

Abone Ol

Bugün, üç yıl önce tanıştığım bir arkadaşla aynı ortamda tevafuken karşılaştık...Ben tanımadım, o da beni tanımadı. Sonra çaylarımızı içerken tekrar göz göze geldik, ben sizi hatırlar gibiyim birazdan söyleyeceğim dedim, hayır ben tanıyamadım dedi. Memleketini sordum, sonra ismini derken evet ben de sizi hatırladım dedi.
Kaşınız gözünüzden değil, yüzünüzdeki o samimi ifadeden hatırladım dedim...üstelik ne zamandır aramadım diye vefa borcu olduğunu hissederken, ismini hatırlamadığım için arayamamıştım. Bu yükten kurtulmanın mutluluğu idi. Bu tevafuk karşılaşma; tamamen kalbî bir sorumluluğun cevabı idi adeta. Seni duyan ve niyetini bilen bir Güzelin lütfu idi.
Bir süredir resim yapmaya başladım lakin sanatta bir resme derinlik kazandırmanın ne kadar zor olduğunu farkediyorum. Çoğu zaman örnek resimle benzeşse bile derinlik anlamında benim yaptıklarım çok yüzeysel kalıyor. Zamanla olacağını söylüyor, işin ehli  hocalarım.


Hayata derinlik katmak da  böyle, hem zor hem de zaman gerekiyor belki.
Oysa biz ulaştığımız bir ehliyette karşıdan da aynı derinliği bekliyoruz...Herkesin farkındalığı size eşlik etmek zorunda değil, bunu düşünmeden yargılayan oluyoruz. Belki senin aldığın yol ve zaman bir başkası için yeni başlıyordur. Bunu hesaba katmıyoruz. Biz nasıl isek muhattabımızda öyle olsun diye bekliyoruz.
Bir resime derinlik katan ışık ve gölge ise, hayatımıza derinlik katan şeyin de, kendi ışık ve gölge yanlarımız. Herkesin ışığı ve gölge yanları kendine münhâsır...Burayı kaçırıyoruz. Sonra alınmalar, sitemler, gözden çıkarmalar oluyor, olabiliyor.
Aslolan, muhattabimizda tespit  ettiğimiz karanlık yanlardan ziyade, kendi gölgemizi tespit edebilmek, buralar ile yüzlesebilmek.
Ve kabullenise geçebilmek, gölge yanlarımızın yanısıra, ışığımızı da farkedebilmek lazım geliyor.
Hayata derinlik katma inceligi ve çabası içinde bulunduğumuz zaman diliminde çoğunlukla zayıflık, acizlik yada gereksiz bir nahiflik olarak görülmekte...Oysa bunun bir sanat meselesi olduğunu daha iyi anlıyorum bugünlerde.
İşte sanatın gerekliliğini anlatan bir tespit daha çıkıyor karşımıza.
Bakış açısında, zihninde, farkındalık ve dinginlik vesilesi oluveriyor.
Yıllar geçse de gölgenize ışık tutan bir samimiyeti unutmanız mümkün değil. 
Üç yıl sonra resmî bir kurumda beni ne kadar güzel misafir ettiğini, ağırladığını hatırlatıp tekrar teşekkür etme imkanım oldu.
Kendi gölgemizi isigimizi farkedebilir isek, önce kendi hayatımıza derinlik katabiliyormuşuz meğer... Başka birinin gölgesine ışık, ışığına gölge olabilmek, serinletebilmek yine kendini bilmekten geçiyor.
Kendini bilen, Rabbini bilir diyor hani bir hazret, ( Ebu Said El Harraz ).
Sanatın varoluş şekli ve derinliği;  hayatin derinliği,  gölge ve ışığın farkındalığı ile mümkün ve doğru orantılı sanıyorum.
Hayatınıza derinlik katan insanları;  gün gelir göz görmez, akıl hatırlamaz, fakat kalp her zaman o ışığı ve anlamı, vefayı hatırlamaya muktedirdir.
Tıpkı boyut kazandırılmış, derinliği olan güzel bir tablonun gerçekçiliği gibi... Samimiyet asla unutulmaz...
Kimi "özü sözü bir" der.
Kimi, "gözleri ve kalbi aynı konuşan" der.  
Kimi, buna "takva" der. "
"Kalbini elinde gezdirdiğinde, rahatsız olacağın bir durum yoksa" der kimi.
Hepsi çok güzel tespitler samimiyete dair.
Babam "din samimiyettir" derdi.
Günümüzde; şekilcilikten fitne çıkarmak moda iken, samimiyet kelimesi de, eteğindeki bütün taşları döküp haddi aşarak davranmak olarak da algılanmakta, çoğu zaman. Müdaheleyi samimiyet sanma gafleti de hâ kezâ.
Yüce Yaradan kullarına samimiyeti ölçüsünde kıymet vermiyor mu ?
Daha ne olsun, en yetkili mercîde geçerli olan samimiyet ise; ne kalp unutur, ne Yaradan. Ne zamana yenik düşer...Samimiyet aşkın, hayatın, insanın en temiz hâlidir. Yeter ki gölgesi ve ışığı yerli yerinde olsun.