Bugün, ülkemizi sallayan depremlerle birlikte dillerimizde yankı bulan kavramlar arasında geri dönüşüm ve sıfır atık var. Ancak, bu sözlerin özde karşılık bulup bulmadığını sorgulamadan edemiyoruz. İnsanlar, adeta birer bilmece gibi bu sözler; herkesin dilinde, ancak gerçek eylemlerde neden yok?
Özellikle fay hattı üzerinde yaşadığımız gerçeği göz ardı edilerek yükselen gökdelenler, rezidanslar ve yüksek binalar, çelişkilerle dolu bir manzara sunuyor. İnsanlar, depremlerin yıkıcı gücünü bilerek, bu yapıları neden hala inşa ediyor? Kentsel dönüşüm projeleri, 60 sene önce yapılan 5-10 katlı binaları yıkma ve harfiyat alma sürecinde zorlanırken, şimdi ise 50-80 katlı gökdelenlerin gelecekteki dönüşüm mücadelesini düşünmek oldukça kafa karıştırıcı.
Bu ironi, geçmişle gelecek arasında bir çıkmazda sıkışmış durumda. Sorumlular kim? Kim ya da kimler, bu yüksek binaların inşasına hala göz yumuyor? Belki de cevap, kentlerimizi şekillendiren ve bu kararları alan otoritelerde gizli.
Gelişmiş teknolojiye, bilgiye ve deneyime sahip olmamıza rağmen, neden hala bu tür riskli alanlarda inşaat yapmaya devam ediyoruz? Belki de kısa vadeli ekonomik kazançlar, uzun vadeli güvenlikten daha ağır basıyor. Ancak unutmamalıyız ki, bu tür riskli kararlar, gelecek nesillerin sırtına bırakılan ağır bir miras olacak.
Belki de şimdi, bu çıkmazdan kurtulmak için daha fazla çaba sarf etme zamanıdır. Gerçek anlamda sıfır atık ve geri dönüşüm politikalarını hayata geçirmek, kentsel dönüşüm projelerini hızlandırmak ve deprem riski taşıyan ya da taşımayan fark etmeksizin daha bilinçli, düşük katlı (yatay) mimari kararları almak zorundayız. Aksi takdirde, dillerimizde yankı bulan güzel kelimeler sadece boş birer slogan olmaya devam edecek.
Çelişkilerle Dolu Kentsel Dönüşüm: Sözde Sıfır Atık, Özde Geleceğin Atığı
Yani anlayacağınız günümüzde, sıfır atık ve çevre duyarlılığı adına dillendirilen kavramlar, sadece kelimelerden ibaret gibi görünüyor. Sözde çevrecilik, özde ise geleceğin baş belası atıkları için zemin hazırlıyor. Bu çelişki, kentsel dönüşüm adı altında yapılan binaların atıklarının hala etkili bir şekilde temizlenememesiyle daha da belirginleşiyor.
"Sıfır atık" diyenlerin, bugüne kadar inşa edilen binaların kalıntılarına çözüm üretememeleri anlaşılır bir durum değil mi? Geçmişte yapılan hataların bedelini ödemek yerine, aynı hataları tekrarlamaya devam ediyoruz. Şu an hala yapılan binaların, gelecekteki atık sorununa dönüşmesi kaçınılmazken, bu projelere onay verilmesi akıl tutulmasıyla eşdeğer bir durum.
Geri dönüşüm ve sıfır atık vaatleriyle toplumu kandıran yöneticiler, kentsel dönüşüm projeleri ile yeni gökdelenlerin inşasına "evet" dedikçe, aslında geleceğe bir bomba bırakıyorlar. Geçmişte ve bugün yapılan 4-5 katlı binaların yıkımıyla uğraşamayanlar, yarının ve gelecekteki 50-80 katlı gökdelenlerin atıklarıyla nasıl başa çıkacaklarını düşünmüyorlar mı?
Bu durum, sert bir gerçekliği gözler önüne seriyor. Sözde çevre dostu olma çabası, özde geleceği yok etme anlamına geliyor. Çünkü yapılan binaların atıklarıyla baş edememek, gerçek bir sıfır atık politikasının ne kadar boş bir vaat olduğunu gösteriyor.
Belki de önümüzdeki yıllarda geleceğin atıklarıyla yüzleştiğimizde, şu anki yöneticilerin sorumluluğunu hatırlayacak ve beddua edeceğiz ama iş işten geçmiş olacak. Geçmişteki çelişkilerden ders çıkarmadan, geleceği inşa etmeye devam edersek, sıfır atık vaadi sadece bir demagogun (günümüzdeki siyasetçiler) ağzından dökülen boş bir cümle olmaktan öteye geçmeyecek. Anlayacağınız çevreyi korumak için söylenen sözlerin, eylemlerle desteklenmediği sürece, sadece bir çevre faciasının başlangıcına imza atıyoruz.
Şeyh Edebali’nin Uyarısı: Zirvedeki Gölgeler ve Gerçek Güven
Asırlar önce, mütefekkir olan ve öğütleriyle tanınan Şeyh Edebali, bir gün öğrencilerine dikkat çekici bir gerçeği anlatır: "Ey Oğul, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir." Der. Bu sözler, günümüzdeki gökdelenlerin zirvelerine tırmananlara, mevkilerini yüksek tutanlara, hatta kendi içsel zirvelerinde kaybolanlara nefsinin oyuncağı olanlara açık bir uyarıdır.
Şeyh Edebali’nin bu öğüdü günümüzde, kuleleri ve gökdelenleri aşan bir manevi yükseklikte anlam buluyor. Zira insanlar, bazen yüksek mevkilere tırmanarak, gerçek dünyadan koparlar. Kendi gökyüzlerine daldıklarında, yerdeki gerçekliği göz ardı ederler. Ancak unutmamalıdırlar ki, en sağlam zirveler bile depremlere dayanamazlar.
Belki de Şeyh Edebali’nin bu uyarısı, zirvedeki gölgelerin ve mevkilerin sarsılabilir olduğu gerçeği üzerine düşündürücü bir ışık tutmaktadır. Yükseklik, sadece görünen bir güven duvarı değil, aksine içsel bir risk haritasıdır. Bir depremin gökdelenleri salladığında, zirvede oturanların güvenliği ciddi bir soru işaretine dönüşebilir. Ve her gökdeleni, her kuleyi yıkabilecek potansiyelde bir sarsıntı, acı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Şeyh Edebali, aramızda olsaydı belki de günümüz liderlerine şu şekilde seslenirdi: "Yüksekliğe güvenme, bir depremlik işin var. Gökyüzünden (yüksekten) bakmak, gerçek hayata dokunmaz. Zira o yüksek mevkiine güvenme!.. Ansızın gelen bir sarsıntıda kafası üstü yere çakılır, paramparça olursun."
Haklı mücadelede olanlara yönelik öğüdü ise şu şekildedir: "Haklı olduğun mücadeleden korkma! Atın iyisine Doru, yiğidin iyisine Deli derler." Bu sözler, doğru yolda ısrar etmenin, zorluklara göğüs germenin, hak ve adalet için mücadele etmenin değerini vurgular.
Şeyh Edebali’nin zaman üstü bu öğütleri, yüksekteki gölgelerin (binaların) ve makamların asıl güvencesinin, gerçek hayatla bağlantı kurabilmekte, Hakk’ın haklının yanında olmakta, zalimliğe ve zulme karşı durmakta yattığını hatırlatmalıdır.
Yoksa ne makam, ne dikilen gökdelenler, ne de servet bizi kurtarabilir.
Selam ve dua ile kalın sağlıcakla…