Ortadoğu’da veya Afrika’da görmeye alışkın olduğumuz bu tablonun mimarı Teksas valisi Greg Abbott. Meksika sınırına çekilen jiletli teller konusunda Biden yönetimiyle ters düşen vali, sonunda çare olarak düzensiz göçmenleri otobüs ve uçaklarla Demokrat parti yönetimindeki eyaletlere göndermeyi bulmuştu. Hatta 2023 yılı aralık ayında Kamala Harris’in Washington’daki evinin önüne de otobüsler dolusu Latin Amerikalı göçmen bırakılmıştı. Böylece ABD’nin güney sınırından gelen düzensiz göçmenler bu konuda tuzu kuru eyaletlerin de derdi olmaya başladı. Ateş sadece düştüğü yeri yakmıyor bazen, savaştırılan, yoksullaştırılan ve sömürülen halkların yangını artık refah içindeki ülkelere de uzanıyor.
Fotoğraf: David McGlynn
Dünya, hiç olmadığı kadar hareketli. 21. yüzyıl, insanlık tarihi boyunca benzeri görülmemiş bir göç dalgasına tanıklık ediyor. Azalan doğal kaynaklar, artan çatışmalar, ekonomik eşitsizlikler ve siyasi istikrarsızlık gibi nedenlerle milyonlarca insan yerinden edildi. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin verilerine göre, 2024 yılı itibariyle dünya genelinde 120 milyondan fazla kişi ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Mülteci statüsünde olmayıp daha müreffeh bir hayat arayışıyla farklı ülkelere göç edenler bu sayıya dahil değil. Doğduğu veya vatandaşı olduğu ülke dışında yaşayanların toplam sayısı ise 281 milyonu geçiyor. Uluslararası Göç Örgütü’nün verilerine göre 2000 yılından bu yana uluslararası göç %49 oranında artmış bulunuyor. Yakın gelecekte bu oranın daha da yükseleceği bekleniyor. Yoğun nüfus hareketliliği siyasi ve sosyolojik olarak karmaşık bir tablo ortaya çıkarıyor. Dünya genelinde demografik yapı hızla değişirken, ulus devlet kavramı da daha fazla sorgulanmaya başladı.
Geçmişte ulus devletler, belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan, ortak bir dil, kültür ve tarih paylaşan insanların oluşturduğu topluluklar olarak tanımlanırdı. Belirli bir coğrafyaya bağlı olan "milli" ve "yerli" kavramları, günümüzde giderek daha akışkan ve çok boyutlu bir hal almaktadır. Göç, bu süreci hızlandırarak ulus devletlerin homojen yapısını bozmakta ve çok kültürlü toplumların oluşmasına sebep olmaktadır. Çok uluslu şirketler ve yabancı yatırımcılar sayesinde paranın etnik kökenleri çoktan yok olmuştu. En “yerli ve milli” zannedilen firmalar bile yabancı hissedarlarla paylaşılıyor. ABD’nin en büyük gelire sahip şirketlerinin sıralandığı Fortune 500 listesindeki firmaların %40’ı göçmenler veya onların çocukları tarafından kurulmuş. Aynı şekilde Silikon Vadisi'ndeki mühendislerin önemli bir kısmını uzun yıllardır Doğu Asyalılar ve Hintliler oluşturmaktadır.
İş dünyasındaki değişimin, bilimde ve teknolojide yaşanılan beyin göçlerinin yanında sanat ve sporda da devşirme yetenekler, temsil ettikleri ülkelerin “milli” kimliklerine yeni bir boyut kazandırıyor. Fransa Milli Futbol Takımı'nın Afrika kökenli oyuncuları sayesinde 2018 Dünya Kupası'nı kazanması büyük tartışmalara neden olmuştu. Almanya Milli Futbol Takımı’nda Türk futbolcuların yer alması, 'milliyet' kavramının ne anlama geldiği konusunu gündeme getirmişti. Benzer şekilde, voleybolda ve futbolda milli takımlarımızın teknik direktörlerinin İtalyan olmaları, İsviçre teknik direktörünün ise Türk asıllı olması dünya çapında yaşanan bu değişimi simgeler nitelikte. Geride bıraktığımız Fransa Yaz Olimpiyaları’nda en fazla madalya kazanan ABD’nin 594 atletinden çoğu göçmenlerden oluşuyor. Tüm olimpiyat oyunları ise devşirme sporcuların doğdukları yerlerden farklı ülkeler adına kazandığı madalyalarla dolu.
Fransa Milli Futbol Takımı Oyuncuları
Göçler, doğru politikalarla yönetildiğinde, ülkelerin kültürel ve ekonomik zenginliğini artırabilir; ancak yanlış adımlar atıldığında, toplumsal yapıyı bozarak ciddi bir risk de oluşturabilir. Yaşanan sosyolojik değişimlerin yarattığı gerilimler, İngiltere ve Fransa'daki gibi, toplumsal huzursuzlukları derinleştirerek büyük çaplı protestolara ve hatta ayaklanmalara yol açabilir. Bu nedenle, uluslararası iş birliğiyle geliştirilecek çözümler gerekiyor.
Göçün yarattığı bu karmaşık tabloya rağmen, herkesin kendi ülkesinde mutlu ve huzurlu bir yaşam sürme hakkı olduğu da unutulmamalı. Bu hedefe ulaşabilmek için barışçıl çözümler üretilmeli ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri benimsenmelidir. Ekonomik eşitsizlikleri azaltma ve siyasi istikrarı sağlama gibi konularda uluslararası çabalar artırılmalıdır. Aksi takdirde göçe zorlanan halkların kapı komşumuz olması kaçınılmaz.