İstanbul’da havaların birden soğuması ile diğer tüm ağaçları gölgede bırakan ginkgo, aniden parlak sarıya dönen yapraklarını döküp, ışıl ışıl tabiat halısını sergiliyor.
Ginkgo biyolojik bir karizmadır. Yapraklarının şeklinde Allah’ın Musavvir isminin, şirin görünümlü meyveleri, zarif dallarındaki süsü ile Müzeyyin isminin, yeşilden bir anda parlak sarıya, turuncuya dönen göz kamaştırıcı rengi ile Mülevvin isminin tecellisini gösterir. Ginkgo Esma-ı Hüsna’nın âdeta aynasıdır.
Kolaylıkla ayırt edilebilen yaprakları ve uzun ömrü nedeniyle ginkgo ağacına, Budizm, Taoizm, Konfüçyüsçülükte sembolik anlamlar yüklenmiştir. Çin ve Kore’den Japonya’ya yayılmış ve yerel Şintoizm dininden de anlamlar edinmiştir. Çin, Japonya, Kore’deki Budist tapınakları Şinto mabetlerinin arazilerinde olağanüstü örnekleri bulunan ağaç, mabet ağacı olarak da bilinmektedir. Japonya'da nükleer saldırı sonrasında hayatını devam ettiren bir canlıdır. Doğu Asya’da büyük ginkgo ağaçları ile ilişkili birçok efsane vardır. Batı ülkelerinde ginkgo daha çok hatıra ağacı olarak kullanılır.
“Bütün ağaçları aldılar, bir ağaç müzesine koydular ve sadece görmeleri için insanlara bir buçuk dolar ödettiler. Zaten hep böyle olmaz mı? Elindekinin kaybedene kadar değerini anlamazsın.” Joni Mitchel. Dünyanın en kolay ayırt edilebilen ağaçlarından olan ginkgo, botanikteki en eski soylardan birine sahiptir. Canlı hiçbir yakın akrabası olmayan tek tür olarak da botanikte eşsizdir. İlk kez 19. Yüzyılın başlarında yapılan bitki sınıflandırmaları sırasında kozalaklılardan ayrılmıştır. Son iki yüz milyon yılda türler tükenmiş, gezegenimiz değişmiş kuvvetli ginkgo dayanıklılığı ile dikkat çekmiştir.
Ginkgonun anavatanı Çin’dir. 18. yüzyılda güney Japonya’da bulunan, Hollanda’nın ticari sömürgesi olan Deşima üzerinden Avrupa’ya girmiştir. Kısa sürede yayılmış, Britanya’ya kadar ulaşmıştır. Seul’un bazı bölgeleri neredeyse ginkgo ormanıdır. Dünyanın dört bir yanında devletler, firmalar ve çeşitli kurumlar ginkgo yaprağını kimliklerinin bir parçası olarak kullanmışlardır.
18. yüzyılda dünyanın tüm bitkilerini adlandırmaya, sınıflandırmaya çalışan İsveçli doğa bilimci Linnaeus, ginkgoya Kaempfer’in Japoncadan harf çevirisi yaptığı resmi bilimsel ismi vermiştir. Ginkgo yapraklarının karakteristik özelliğinden dolayı biloba tür epitetini eklemiştir.
Hafızasını güçlü tutmak amacıyla her gün Heidelberg Şatosu’nun bahçesinde çıktığı yürüyüş sırasında ginkgo biloba ağacından bir yaprak yiyen Goethe, yaprak üzerine şiir yazar. “Doğu Batı Divanı’’nı yazdığı sırada bu ağacın yapraklarını temaşa etmesi eserine ve daha sonra da Almanya’da bu ağaca özel bir anlam yüklenmesini sağlar. Bir sap üzerinde uzanan ve Çin yelpazesine benzeyen sadece iki yapraklı bir yonca görünümüne hayran kalan Goethe, sevgilisine seslenen “Ginkgo Biloba Ağacı’’ adlı bir şiir yazar. Goethe'ye bu yelpaze yaprağı, bir bütünden aynı özden geldiği hâlde bir türlü bir araya gelemediği sevdiği kadını çağrıştırır. Bir sonbahar günü Marianne’i son kez Heidelberg Şatosu’nun bahçesinde gören ünlü yazar, birkaç gün sonra şiiriyle birlikte ginkgo biloba ağacının yaprağını ona gönderecektir:
“O tek bir canlı varlık mıdır
Kendini ortadan kendine bölen?
Birbirini seçen iki şey mi var,
Tek olsun diye gözünde başkalarının? “
Ginkgo dayanıklılık kadar enerjisi yüksek bir ağaçtır. Karşısında durana neşe, huzur yüklerken biyolojik olarak da yaprakları temiz enerji fabrikasıdır. Güneş enerjisini bitki ve hayvanların kullanabileceği kimyasal enerjiye dönüştürme özelliğine sahip karmaşık bir biyokimyasal mekanizmayla donatılmış, toplu üretim yapan, doğal güneş panelleridir. Dünyanın en büyük bilim dehaları bu fotosentez mucizesini derinden incelemiştir.
Kasım ayında yemyeşil yaprakları, ne yağmur, ne rüzgâra yenilir. Aralık ayı ile uçuşan sarı ışık yelpazeleri karanlıkta gökyüzünü parlatırken, hangi işaretle yıldızlardan yapraklarını indirmeye, düşürmeye başlar, teslim olur? Zamanın öğrettiği derslerin yararı ne; “Ol der ve olur!”