Güncel

Osmanlı’da Cellat Mezatı ve Diğer Garip Olaylar

Osmanlı tarihinde, pek çok ilginç ve şaşırtıcı olay yaşandı. Bu olaylar, Reşad Ekrem Koçu’nun “Tarihimizde Garip Vakalar” isimli kitabında anlatıldı Biz de sizler için bu kitaptan bazı garip olayları seçtik.

Abone Ol

Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümüyle birlikte 3 kez cenaze namazı kılınmıştır. Macaristan’da, Belgrad’da ve İstanbul’da Süleymaniye Camii’nde kılınan cenaze namazlarına binlerce insan katılmıştır. Sokaklar insanlarla taşmıştır. Hatta rivayetlere göre, cenaze namazında dönemin en büyük şairlerinden Baki, Sultan Süleyman mersiyesini ilk defa okumuştur.

İstanbul Yenibahçe civarında Mimar Sinan eseri olan Hüsrev Paşa Türbesi, Türk yapı sanatının çok güzel eserlerinden biridir. Türbede yatan Hüsrev Paşa, Kanuni devrinde kubbe vezirliği yapmış ağırbaşlı ve haysiyet sahibi bir kişiydi. Divanda Sadrazam Süleyman Paşa ile şiddetli bir tartışma yüzünden azledildi. Kendisini derin bir üzüntüye kaptırmış, saraya kapanarak bir açlık grevine başlamıştı. Ve sonunda da ölmüştür. Hüsrev Paşa, Osmanlı tarihi boyunca bu suretle intihar eden tek simadır.

Osmanlı’da idam edilen kişilerin, giysileri dahil üzerinden çıkan her şey cellatların olurdu. Bu eşyalar toplanır ve yılda bir veya iki defa büyük bir mezat ile satılırdı. Cellatlar arasında bölüşülürdü. Bu satışa “Cellat Mezatı” denilirdi Bu mezatta çok değerli eşyalar bulunurdu. Ancak sahipleri cellat elinde can verdiklerinden, uğursuzluk getireceği düşünülürdü. Gerçek değerlerinden çok ucuza satılırdı. Ama yine de cellat mezatına çok az insan itibar ederdi. Bazı devlet adamları ve zenginler, cellatın yakalarına yapışmadan önce üzerlerindeki değerli küpeleri, yüzükleri, saatleri, keselerini çıkarırlar. Orada bulunanlara “Bir Fatiha okursunuz” diyerek hediye ederlerdi.

Yavuz Sultan Selim, 1514 yılında Çaldıran seferine çıktığında, düşmanın ortalıkta görünmemesi ve uzun yolculuktan dolayı, bazen yeniçeriler padişaha isyan etmişlerdi. Padişahın çadırına saldıracak hale gelmişlerdi. Bu tarz konularda oldukça hassas olan Yavuz, atına binip yeniçerilerin arasına girer. “Behey asker kıyafetli korkaklar! Mahiyetimde yiğitlik ve kahramanlık göstereceğinize böyle mi hareket edersiniz? Askerde itaat, emre karşı gelmek midir? Çocuğunu karısının kucağına savaş meydanına tercih edenler geriye dönsünler. Onlara izin veriyorum. Ben buraya geri dönmek için gelmedim. Meşakkat, dere, zahmet göğüs germeden nasıl zafer kazanılır? Asıl hedefimize bu kadar yaklaşmış iken rezil bir şekilde geri dönmek, yiğit diye mertliğe yakışır mı? Ölümden korkanlar geri dönsünler. Bizi isteyip yolumuzda can ve baş feda edecek yiğitler ölümden korkmazlar. İçinizde er yoksa ben tek başıma savaşırım” dedi. Bu sözler, yeniçerileri utandırdı ve padişaha bağlılıklarını yenilediler.

Kristof Kolomb, keşiflerini finanse edecek hükümdar bulamamıştı. O dönemlerde II. Bayezid’e müracaat etti. Söylentilere göre, hükümdarın huzuruna bir papazın refakatinde çıktı. Sultanın adına yeni ülkeler keşfedebilmek için emrine gemiler verilmesini rica etti. Ancak bu talebi reddedildi. İhtiyacı olan desteği bir türlü bulamayan Kolomb, sırada dost İspanya Sarayı’nı yolculuğun masraflarını karşılamak için ikna ettiler. Hemen İspanya’ya döndü. 3 Ağustos’ta denize açıldı. Osmanlı İmparatorluğu, Kolomb’un kaçırdığı fırsatın bedelini daha sonra ağır ödedi.

Tanzimat Döneminden önce İstanbul’da padişahtan başka ancak 3 önem arz eden görev sahibi kişiler ata binme hakkına sahipti. Bu kişiler ilmiye sınıfına mensup olup Şeyhülislam, Rumeli kazaskeri ve Anadolu kazaskeriydi. Bunun dışında kalan vezirler, devlet memurları ancak bir ayrıcalık ile ata binebilirdi. Bir kişinin memuriyeti, serveti her ne olursa olsun büyük bir şehir içinde ata binemezdi.