Yaşam

İstanbul'un görünmeyen yüzü: Ayasofya'nın altındaki tünellerin sırları

Prof. Dr. Diker, dünyanın en önemli sanat ve mimarlık eserlerinden biri olarak kabul edilen Ayasofya’nın yer altı tünellerin Kız Kulesi ve Adalar gibi yerlere uzandığı iddialarının bir şehir efsanesi olduğunu dile getirdi.

Abone Ol

Ayasofya, dünyanın en önemli sanat ve mimarlık eserlerinden biri olarak kabul ediliyor. Bu eşsiz yapı, sadece yer üstünde değil, yer altında da birçok gizemi barındırıyor. Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’ne bağlı en büyük yer altı yapılarından olan tüneller, mahzenler, 3 odalı yer altı mezarı ile dehlizler, son zamanlarda yapılan araştırmalarla görüntülendi.

Bu yer altı yapıları, Ayasofya’nın havalandırma, su tesisatı, yağmur suyu tahliyesi ve depolama gibi ihtiyaçlarını karşılamak için inşa edilmiş. Ayrıca, Ayasofya’nın dış mekânında da üç yeni kuyu tespit edildi.

İstanbul’un en önemli tarihi ve kültürel miraslarından biri olan Ayasofya, hem kilise hem de cami olarak hizmet vermiş eşsiz bir yapıdır. Ayasofya’nın yer üstündeki görkemli mimarisi kadar, altındaki yer altı yapıları da büyük ilgi çekmektedir. Ayasofya’nın altında ve etrafında bulunan tüneller, mahzenler, mezarlar ve dehlizler, hem eserin havalandırılmasını ve korunmasını sağlamakta hem de tarihin izlerini taşımaktadır.

AYASOFYA’NIN MAHZENLERİ, TÜNELLERİ VE DEHLİZLERİ Ayasofya’nın güneybatısındaki kestane ağacının dibinden inilen bir giriş, yerin 2 metre altındaki mahzenlere, tünellere ve dehlizlere ulaşmaktadır. Bu yer altı yapıları, Ayasofya’nın havalandırılmasını ve rutubetten korunmasını sağlamaktadır. Ayrıca, bu yapılar, Ayasofya’nın tarihi süreçte yaşadığı yangın, deprem, savaş gibi olaylarda, eserin korunması ve onarılması için kullanılmıştır.

Bu yer altı yapılarının toplam uzunluğu yaklaşık 1 kilometreyi bulmaktadır. Bu yapıları 3 boyutlu olarak görüntüleyen Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Fırat Diker, AA ekibine bu yapıları gezdirmiş ve Ayasofya’nın eşsiz bir yapı olduğunu söylemiştir.

HİPOJE: AYASOFYA’NIN EN ESKİ YER ALTI YAPISI Ayasofya’nın kuzeydoğu cephesinin hemen önünde yer alan mezar yapısı, yerin 4 metre altında bulunuyor. Bu yapı, “hipoje” olarak biliniyor ve Ayasofya’nın inşası sırasında yapılmış bir yer altı yapısı değil. M.S. 4. yüzyıla tarihlendirilen bu yer altı mezar yapısı, Ayasofya civarında bulunabilmiş en eski mimari eserdir.

Bu yer altı yapısı, sonradan yeniden işlevlendirilmek adına iki ucundan birer menfez bağlanarak diğer yer altı yapılarıyla ilişkili hale getirilmiştir. Erişimi epey zor olan bu yer, çok bilinmiyor. Hipoje’yi 1946 yılında ilk belgeleyen Ayasofya’nın ilk müze müdürlerinden Muzaffer Ramazanoğlu olmuş. Kültür ve Turizm Bakanlığının geçtiğimiz yıl sonunda burada yürütmüş olduğu temizleme çalışması kapsamında yaklaşık 4 tona yakın moloz, çamur tahliye edilmiştir.

MAHZENLER: AYASOFYA’NIN DIŞ AVLUSUNUN ALTYAPISI Ayasofya’nın kuzeybatı cephesi önündeki bahçenin 2 metre altında mahzen yapılarının bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Hasan Fırat Diker, “Bu yer altı mekanları, Ayasofya yapısının özgün ‘atrium’ yani dış avlu yapısının altyapı mekanları.

Her ne kadar avlu yapısının üstyapısı artık günümüze kadar intikal etmemiş olsa da altyapısı, bir bakıma altta kalmasından ötürü görünmez olduğundan korunmuş.” diye konuştu.

Prof. Dr. Diker, tarihi mekânın bakımsızlık nedeniyle moloz ve toprak dolguyla neredeyse yarısının dolduğunu, yer altı mekânının üzerindeki kestane ağacının köklerinin, yapının tonozunu delerek aşağıya indiğini anlattı.

Bu mekân grubunun muhtemelen Ayasofya’nın her daim ihtiyaç duyduğu, çok fazla ortalıkta gözükmesi istenmeyen malzemelerin depolandığı mahzenler olarak kullanıldığını aktaran Diker, “Dış avlu yapısının altyapısını oluşturan mekânlar da mevcut Ayasofya ile aynı zamanda 6. yüzyıla tarihlendiriliyor.

Bu mekânların bilinmesi, korunması, temizlenmesi ve ciddi bir restorasyondan geçmesi anlamlı olacaktır.” ifadelerini kullandı.

TÜNELLER: AYASOFYA’NIN HAYAT DAMARLARI Prof. Dr. Diker, 2 yıl önce Ayasofya’yı çevreleyen tüm yer altı yapılarını 3 boyutlu belgelendirdiklerini vurgulayarak, şunları söyledi: "Çalışmada amacımız Ayasofya’nın üstyapısı gibi altyapısını da mimari anlamda belgelemek ve mevcut sorunlarının giderilmesine yönelik bir farkındalık yaratmaktı.

Çalışmada yaklaşık 1 kilometre uzunluğundaki yer altı yapılarını taradık. Yer altı yapılarının 668 metre uzunluktaki kısmını 3 boyutlu olarak belgeledik. Tıkanıklıktan ötürü cihaz giremeyen yaklaşık 268 metre uzunluğundaki kısmının da ölçümleri el ile yapıldı, erişebildiğimiz tüm yer altı yapılarının haritasını çıkardık.

Tüneller birbiriyle bağlantılı. Ancak zaman içerisinde tıkanıklıklardan ötürü bağlantıları kaybolmuş olanlar var. Bunlar adeta Ayasofya’nın hayat damarları gibi. Ancak belki de yüzyıllara dayanan bakımsızlıktan, dolgu ve birikimlerden ötürü yer altı yapıları ilk yapılma amaçlarından uzaklaşmış görünüyorlar.

Yer altı yapılarının araştırılması, temizlenmesi, belgelenmesi hem ilgilisi olduğu binanın korunması hem de ilişkili olduğu şehrin diğer yer altı yapılarının ortaya çıkartılması bakımından önemlidir."

Prof. Dr. Diker, Ayasofya’nın altındaki tünellerin Kız Kulesi ve Adalar gibi yerlere uzandığı iddialarının bir şehir efsanesi olduğunu dile getirdi. Bunların herhangi bir bilimsel bulguya dayanmayan, ispatlanması mümkün olmayan iddialar olduğunun altını çizen Diker, “Biz ilgi uyandırmak maksadıyla nesnel zeminlere oturmayan bu tür masalsı kurmacalara vurgu yapılmasındansa İstanbul’un mevcut yer altı envanterinin bilimsel olarak daha çok araştırılmasını, güncel mimari belgelemelerinin yapılmasını ve bu mekânların korunarak hak ettiği ilgiyi görmesini istiyoruz.” değerlendirmesini yaptı.

Prof. Dr. Diker, Ayasofya’nın yer altı mekânlarının büyük bir kısmının su tesisatı ve havalandırma amacıyla yapıldığını, bunların sadece ilgilisinin su künklerini döşemesine ve arızaları gidermesine imkân verecek nitelikte, dolaşımı zor ve oldukça dar mekânlar olduğunu anlattı.

Tünellerin ancak bir kişinin sürünüp emekleyerek ilerleyebileceği yerler olduğuna dikkati çeken Diker, şunları kaydetti: "Bu tünellerde nefes almak bile pek kolay değil. Biz bugün, mezar ve mahzen olarak kullanılmış bu Ayasofya’nın en büyük yer altı yapılarında bile elektrikli aydınlatma sayesinde birbirimizi ve bu mekânları görebiliyoruz.

Ayasofya’nın diğer yer altı yapıları tünelleri çok daha dar ve havasız mekânlar. Yapıldıkları zamanı düşündüğünüzde insanların bu karanlık mahallerde dolaşımının ne kadar zor olduğunu ve başka bir amaç için kullanılmasının da pek mümkün olmadığını anlayabiliriz.

Dolayısıyla Ayasofya ile beraber inşa edilmiş bu yer altı yapılarının su tedariki, yağmur suyunu tahliye etmek, havalandırma ve depolama dışında bilinen başka bir kullanımı söz konusu değil." AA