İddiam odur ki Erol Güngör hakkında en önemli çalışmalar bana aittir. Benim dışımda Erol Güngör çalışanların tümü rahmetlinin sağlığında yayınladığı kitaplarını kaynak olarak almışlardır. Vefatından sonra yayınlanan Sosyal Meseleler ve Aydınlar isimli eser de Töre ve Türk Edebiyatı gibi dergilerde yazdığı yazılarından oluşmaktadır. Benim çalışmalarım ise diğer kaynaklara ilave olarak Ortadoğu gazetesinde yazdığı bin beş yüz civarında başmakale, yüz elli civarına Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Ayrıntılı Haber vb. gazeteler olmak üzere on yılı bulan gazete arşivlerini de kapsamaktadır.
                      Bundan dolayıdır ki Erol Güngör hakkında yapılan çalışmalar içerisinde en çok bilimsel atıf benim eserime yapılmıştır. En çok intihale de benim eserimin bazı kısımları maruz kalmıştır. Bundan on beş yıl kadar önce bir bakanlığımız namına Erol Güngör kitabı hazırlayanlar benim kitabımdan tam 28 sayfa alarak hazırladıkları kitabı kotarmışlardır.
                      Erol Güngör`ün ilk yazısı da Refii Cevat Ulunay`ın Milliyet gazetesindeki sütununda yayınlandıktan sonra ilk defa benim kitabımda yer almıştır. Maalesef daha sonra yazanların bir kısmı bu yazıyı benim eserimden olduğu gibi alarak kendi çalışmalarına ilave etmişler.
Erol Güngör, Lütfi Şehsuvaroğlu`nun kendisiyle yaptığı röportajda ('Fikir Daima Serbestlik, Açıklık ve Genişlik İster.', Millet Gazetesi,3 Haziran 1983.) Türk basınında ilk yazısının Milliyet`te, Refii Cevat Ulunay`ın sütununda yayınlanan tenkit yazısı olduğunu ve bu yazının Kırşehir`de önemli bir ilgi uyandırdığından bahsetmektedir. Bir tek yazıyı bulmak için tam üçyıllık Milliyet gazetesi arşivini taradım. 8 Mart 1955, Salı günkü Milliyet`in üçüncü sayfasında 'İmzasız Okuyucuma Cevap' başlığı ile yayınlanmıştı. Erol Güngör bu yazıyı kaleme aldığında 17 yaşındadır. 17 yaşındaki bir gencin ifadelerinin devrin en önemli yazarlarından birisi tarafından ciddiye alınmasını çok önemli buluyorum. Yazıya gelirsek:
                      'İmzasız veyahut imzasının mahfuz tutulması kaydı ile gönderilen mektupları okumam, sepete atarım. Dün bu itiyadımı belki ilk defa olarak bozdum. Kırşehir`den bir okuyucunun imzası ve el yazısı ile yazılmış uzun bir mektubu, temas eylediği tarihi bir bahis dolayısıyla okudum. Mesele, benim geçen gün yazdığım 'Devşirmeler' hakkında yazdığım yazıya aittir.
          Değerli okuyucum benim bu yazımı hoş görmemiş ve biraz da sinirlenmiş olacak ki 'bu nevi fikirlerin sizden sadır olabileceği hiçme`mülümüz değildi' diyor ve biraz aşağıda: 'devşirmeliğin ve devşirme usulünün asırlarca milletimizin kökünü kurutmak için kasten veya şuursuzca nasıl gayret sarf ettiği malumunuzdur.' Dedikten sonra, 'isimlerini yazdığınız devşirme sadrazamların kıymet terazisinin kefesinde aldıkları vaziyeti incelemiş olsa idiniz, hükümleriniz daha sarih olurdu' gibi bir girizgâhla sözü Sokullu`ya getirerek 'Sokullu Mehmet Paşa, şimdiye kadar yalnız kendi yaptığı şüpheli iyiliklerinden başka hiçbir hata ve fenalığından bahsedilmeyen bir devşirmedir. Bosna Slavlarından ve bir rivayete göre İskender Çelebi`nin kölelerinden olan Sokullu`nun askeri bir şahsiyeti yoktur. Kanuni`nin ölümünden sonra hiçbir sefere iştirak etmediği gibi daha evvel gittiği seferlerde de varlık gösterememiştir. Harici siyasette de devletin mühim menfaatlerini şahsi ihtiraslarına feda eden bir tip olarak görülür. Dâhili siyasette mevkiini sağlamlaştırmak ve kendine göre bir diktatörlük kurmak istediği için Ü çüncü Murat`ın nefretini çekmiştir. Katli hakkında uydurma rivayetler dolaşmakta ise de Ü çüncü Murat`ın öldürttüğü muhakkaktır' hükmünü veriyor. Bundan sonra Cağaloğlu Sinan Paşaya geliyor. Askerin ona şu hitabı, Sinan Paşa hakkında bir hüküm vermek için kâfi imiş: 'Elinde bir donanma olunca Mesina`ya götürürsün ananı görmek için. Elinde bir ordu olunca Şirvan`a götürürsün oğlunu görmek için.'
      Ondan sonra Sinan Paşa`nın Haçova`da firari, celali vakasında yüz binlerce Türk öldürmesi gibi vakalar zikrediliyor. Hatta bir İtalyan`ın, 'Papa Kleman ve Sinan Paşa' adlı eserinde Paşanın, Papa`ya Osmanoğullarının yerine, Cağaloğullarının ikamesi için tanassur ederek isyan edeceği söylediği de zikrediliyor. Yalnız bu hükümden Köprülü ile Gedik Ahmet Paşa nasılsa yakayı kurtarıyorlar. Mimar Koca Sinan`a gelince, onun da devşirmeliğinin ihtilaflı olduğu kaydediliyor. Tarih, sadece hadiselerden bahsederse vakayiname olur. Murat Bey`in yaptığı yahut yapmak isteyip &ndash tek taraflı düşündüğü için- muvaffak olamadığı gibi hadiselerin muhakemesinden bir netice çıkarmak gayesine gidilirse hislere kapılmayarak bitarafane düşünmek icap ed er.
          Sokullu Mehmet Paşa, Türk`ün mefahir destanını yazan ellerden biridir. Bu adamlarda menşe aranmaz, Türk zaferleri için dikilecek heykelin aslı bir kaya yahut bir mermer parçasıdır. Ona sanat, tasavvur edilen şekli verecek olursa o zaman kıymet kasbeder. Sokullu da bir devşirme olabilir. Kanuni Süleyman`ın veziri Mehmet Paşa olunca artık devşirmelik kalmaz.
                      Padişahlar kendilerini tahta çıkaranları sevmezler. Hele Ü çüncü Murat gibi, 'babacığım!' diye ellerini öptükleri vezirler olursu...
                      Cağaloğlu Sinan Paşa zemmedilmek istenirken methedilmiş! Bu ne ihtişamdır ki, koca bir donanma ile Türk bayrağını Akdeniz`de dalgalandıra dalgalandıra, fütuhat yaparak anasını görmeğe Mesina`ya gidiyor. Orduları harekete getirerek yine fütuhat yapa yapa oğlunu görmeğe Şirvan`a gidiyor.
          Osmanlı devleti Kanuni`ye kadar teşkilatçı, muharip, âlim ve fazıl padişahlara malik olmak talihine mahzar olmuştur. Onlar mukteda idiler. Ondan sonra devletin idamesinde kudretli vezirlerin rolü vardır. Devşirme Köprülü olmasaydı inhitat, inkıraz ile neticelenirdi. İkinci Selim, babası gibi atının ön ayağını Viyana`ya, ard ayağını Habeşistan`a bastırabilecek bir hükümdar değildi. O,istila devrinin şaşaası, asıllarını unutturan bu büyük adamların himmetleri eseridir.
        Sinan Paşa nın tanassur arzusu hakkında bir İtalyan`ın yazdığı esere ne dereceye kadar kıymet verilebilir? Venedik Cumhuriyeti`ni, Avrupa haritasından silen bir devleti elbette bir İtalyan hayırla yâd etmez. Onu da aktarmak ve misal göstermek hatadır.
          Türklere karşı yapılan haçlı seferlerinde yemininde hulf eden kralların kellesini mızrağa diken Osmanoğullarının yanında devşirmeler olduğunu unutmayalım. Tarih hükmünü geç, fakat sağlam verir.'
      Daha sonra Erol Güngör`ün yazmış olduğu bu mektuptaki düşünceleri değişime uğramıştır. Ancak henüz 17 yaşında ve ergenlik devrinde bulunan bir gencin ilgilendiği meseleler takdire şayan. Nitekim iki yıl sonra da yani 19 yaşında Türkiye`de ilk ve tek eser olan 'Türkiye`de Misyoner Faaliyetleri' isimli eseri kaleme alarak yayınlamıştır.
      24 Nisan 1983`de henüz 45 yaşında iken aramızdan Ayrılan Erol Güngör 1970`li yıllarda ardı ardına yayınladığı makale ve kitaplarıyla Türk Milliyetçilerinin en önemli fikir kaynağı, hocası, rehberi olmuştur. Erol Güngör`ün düşünce ırmağından beslenen bu gençlerinin karakterleri ve düşünce yapıları çok sağlıklı gelişmiştir. İçlerinde yazarlık ve akademisyenlik mesleğini seçenler çok başarılı olmuştur.
Bugün Türk milliyetçilerinin içerisinde bulunduğu açmazı biraz da Erol Güngör çizgisinden uzaklaşılmasına bağlayabiliriz.
Hâlbuki Erol Güngör, her daim yakın olmamız gereken isimlerin başında gelmektedir.