Sürekli hareket halinde olan, bütün Peygamberlere, bütün Kutsal Kitaplara saygı gösteren Müslümanların güçleri, insanlığın birikiminin doğal mirasçısı olmalarından kaynaklanır. Onlar Mekkeli ve Medineli İlk Müslümanları örnek alarak, Erdem Bayazıt’ın dizelerinde vurguladığı gibi, yeryüzünü bir “Mescit” olarak görürler. Bunun için İlk Müslümanlar İslam’ın doğuşunun üstünden yüzyıl geçmeden, içselleştirdikleri değerleri dünyanın dört bir köşesine taşırlar.
Denizleri arayan ırmaklar gibi, atalarının yitirdikleri Cennet’i arayan toplumlar, üretim güçlerini yitirmezler. Onlar bütün insanları anne bir, baba bir kardeş olarak görmeden, çatışma dünyasını uzlaşma dünyasına dönüştüremeyeceklerini bilirler. Bu yüzden üretim ve yönetim dünyalarının ulaştığı zenginlikleri, bütün insanlarla paylaşmak için, kapılarını hiçbir zaman kapatmazlar, yararlanmak isteyen herkese açarlar.
Hayatın içinde sürekli hareket halinde olan toplumlar, gizemli bir çoşku ve yapıcı bir güç kazanırlar. Onlar yaşadıkları hayatta, yaşayacakları hayatı görürler. Bunun için Türklere hayranlık duyan,Türklerin tarihlerini yazan Lamartin, “Amacın büyüklüğü, yararlanılan araçların küçüklüğü ve sonucun görkemi, insan dehasının üç ölçüsü olursa, dünya tarihinin herhangi bir büyüğünü, kim Son Peygamber’le karşılaştırma cesaretini gösterebilir” diye sorar.
Küçük sessiz Yesrip’i, büyük erdemli Medine’ye dönüştüren Son Peygamber’i izleyenler, bütün şehirleri erdemli şehirlere dönüştürürler. İnsanlık tarihinde kısa bir zaman diliminde, dünyanın her köşesine ulaşan Müslümanların, geçmiş yüzyıllarda benzeri görülmeyen bir canlılık göstermeleri, hem Doğu’lu, hem Batı’lı toplumların gözlerini kamaştırır. Tarihte hiçbir Peygamber, Son Peygamber kadar büyük bir sevgiyle, eşsiz bir coşkuyla karşılanmaz.
Önde gelen düşünürleriyle, dünya düşünce tarihini didik didik ederek, geçmiş yüzyılların silinmesi değil, silinmemesi gerekenlerini gelecek yüzyıllara taşımak, bütün ülkeler için büyük önem taşıyor. Yirmi birinci yüzyılın bilinen sorunlarına, bilinmeyen çözümler silinen bilgilerinden önce, silinmeyen bilgeliklerinde bulunur. Dünyada insanlar nasıl unutmadan yaşayamazlarsa, tarihler de bazı dönemleriyle unutulmadan yazılamazlar ve yorumlanamazlar.
Tarihi eleştirel bir gözle okumasını bilmeyenler, geçmiş yüzyıllardaki büyük yıkımların, tekrarlanmasının önüne geçemezler. Ülkelerin üretimlerinda ve yönetimlerinde, büyük sarsıntılara yol açan küresel savaşlar, önlenemez boyutlara ulaşan yoksulluklar, sınır tanımayan açgözlülükler, tarihin verdiği derslerin önemini artırıyor. Giden yüzyılın sonunda, gelen yüzyılın başındaki gelişmeler, düşünce tarihçilerini, dünya tarihini bütün olarak görmeye zorluyor.
Geçmiş yüzyıllarda yaşanan köklü dönüşümler, gelecek yüzyılların yol haritalarını verirler. Tarihin gizeminden yararlanmadan, düşüncelere bahar gelmez, eylemler çiçek açmaz. Tarih hem yol açmayı, hem hızlanmayı, hem hızına uyum sağlamayı bekliyor.