Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 85. yılında anıyoruz. Yeniden bir ülke inşa etmek için büyük savaşlar verdi ve ülkesini muasır medeniyetler seviyesine ulaştırmak için çok çalıştı. Ardında bir bağımsızlık destanı bırakan Atatürk, sağlığının bozulup da uzunca bir süre kalmak zorunda olduğu Dolmabahçe Sarayı’nda bile vizyonu ve mücadele azmiyle örnek oldu. Peki, Atatürk son günlerini nasıl geçirdi? Dolmabahçe’de neler yaşandı? Atatürk, hastalığına çare bulunması için yurt dışından hekim getirilmesini nasıl kabul etti? Hasta haliyle ağırladığı Romanya Kralı’nı kendine nasıl hayran bıraktı? Habertürk’te yer alan habere göre, Milli Saraylar Uzmanı Tarihçi Ünal Karıncalı Atatürk’ün son günlerini hatıratlardan yola çıkarak anlattı.
SAĞLIK SORUNLARININ BAŞLANGICI
Atatürk, tarihimizde hâkimiyeti, egemenliği temsil eden Dolmabahçe Sarayı’na ilk kez 1927 tarihinde Cumhurbaşkanı sıfatı ile gelir. Millet hafızasında hâkimiyetin sembolü olan Dolmabahçe’ye yerleşir ve İstanbul’u 31 kez ziyaret eder. Atatürk’ün Dolmabahçe’ye son gelişi çok üzücü ve hazindir. 1938’de hastayken buraya getirilir ve gözlerini sonsuzluğa burada yumar.
Atatürk’ün 1936’nın sonlarında sağlık durumu bozulmaya başlar. Atatürk’ün Milli Mücadele döneminde de böbrek rahatsızlığı vardı. Biri 1923’te diğeri de 1927’de olmak üzere iki kez de kalp krizi geçirmişti; ama 1919’dan 10 Kasım 1938’e kadar kendisini Atatürk’e adayan ve onun en sadık arkadaşı olan Kılıç Ali, Atatürk’ü “Çok sağlamdı” diye tasvir eder.
Atatürk 1936 yılında yorgunluk, bitkinlik, zayıflık gibi şikâyetler yaşamaya başlar. Falih Rıfkı Atay, hatıratlarında der ki;
“Atatürk akşamları bir müddet bilardo oynardı. Açık havada at üstünde geçen subaylık ve komutanlık hayatından sonra, uzun oturuculuk devrinde bu oyun onun başlıca idmanı idi. 1937’de, çok defa, geç vakit yukarı kattan inip, istakayı bir iki vurduktan sonra, kesilerek, rengi ve bakışları yorgun: “İçeriye geçelim” demeye başlamıştı. O zamanları dil işi ile uğraştığından, yalnız dimağını alabildiğine zorladığını ve bunun da sinirlerini alt üst ettiğini görüyorduk. Maddi bir çöküş ve sarsılış hali vardı.”
YÜRÜYÜŞTEN VAZGEÇTİ
Atatürk’ün değişen bir başka alışkanlığı ise önceleri yürümesini çok severken artık mümkün olduğunca araçları tercih etmesiydi.
Hatta 20 Eylül 1937 tarihinde İkinci Tarih Kurultay’ında, Harem’deki Hususi Daire’den, konferans salonu olan Medhal Salon’una kadar bahçeden – ki arasında 150 metrelik bir mesafe vardır– otomobille gitmeyi tercih eder. Bu hal karşısında aynı yıl içinde sarayın birinci katından ikinci katına asansör yaptırılır. Yürürken sıkıntı çektiği belli olur; çünkü sarayın bir salonundan ötekine geçerken bile sebepler bulur. Sık sık ara yerlerdeki koltuklara oturur, merdivenleri güçlükle ve ancak dinlene dinlene çıkabilir. Otomobilde giderken bağdaş kurup oturmaktan rahatlık duyduğu görülür.
SİROZ TEŞHİSİ
Halsizlik, yorgunluk gibi şikâyetlerine kaşıntılar ve burun kanamaları da eklenir. Çankaya Köşkü’nde kaşıntı şikâyetleri başlar. Öyle ki ihtiyaçları için masadan kalkarken bile yanındaki kişiye ‘Benimle bir şey konuşacaktın herhâlde’ deyip, masadan o şekilde kalkan Atatürk, edebiyat, tarih şöleni şeklinde geçen akademik sofralarda dayanamayarak kaşınmaya başlar.
Bu kaşıntıların Çankaya Köşkü’ndeki karıncalardan meydana geldiği öne sürüldü ve köşk ilaçlamaya alındı. Atatürk de özel bir kür tedavisi için Yalova Termal’e gönderildi. Termal Otel’de, 22 Ocak 1938 günü Atatürk’ü muayene eden Dr. Nihat Reşat Belger, karaciğer rahatsızlığından kuşkulandı ve Atatürk’e siroz teşhisi koydu.
YURT DIŞINDAN DOKTORLAR GETİRİLDİ
Atatürk’ün hastalığının ciddiyeti anlaşılınca, yurt dışından da doktorlar getirilmesi kararlaştırıldı. Atatürk, bu kararı önce kabul etmedi; ancak yakın arkadaşlarının ısrarı üzerine razı oldu. 26 Mayıs 1938’de Ankara’ya dönen Atatürk, 12 Haziran’da İstanbul’a geldi. Dolmabahçe Sarayı’nda kendisini bekleyen yabancı doktorlar tarafından muayene edildi. Bu doktorlar, Atatürk’ün siroz hastalığına yakalandığını ve tedavisinin çok zor olduğunu bildirdiler.
Atatürk, doktorların tavsiyesine uyarak, istirahat etmeye çalıştı. Ancak, ülkenin işleriyle ilgilenmeyi de ihmal etmedi. Cumhuriyet Bayramı konuşmasını yazdı, yeni harflerle basılan kitapları inceledi, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarını takip etti, yabancı devlet adamlarını kabul etti. Bunlardan biri de Romanya Kralı Karol II idi. Atatürk, hasta yatağından kalkarak, Romanya Kralı’nı ağırladı ve ona sarayın bahçesini gezdirdi. Romanya Kralı, Atatürk’ün bu davranışından çok etkilendi ve ona hayranlığını dile getirdi.
ATATÜRK’ÜN KARINCALARLA SAVAŞI
Atatürk’ün son yıllarında yaşadığı en büyük sağlık sorunu karaciğer sirozu idi. Bu hastalık, Atatürk’ün vücudunda kaşıntı ve burun kanaması gibi belirtiler yaratıyordu. Ancak Atatürk ve çevresindekiler, bu belirtilerin sebebini uzun süre karıncalar olarak sanıyorlardı.
ÇANKAYA KÖŞKÜ İLAÇLANIR
Atatürk’ün yakın arkadaşı Falih Rıfkı Atay, hatıratında Atatürk’ün kaşıntılarından şikayet ettiğini ve bunun sebebini karıncalar olarak gösterdiğini yazar. Atay, Atatürk’ü rahatlatmak için kendilerinin de aynı şikayeti yaşadıklarını söyler. Bunun üzerine Atatürk, Çankaya Köşkü’nü ilaçlatır. Ancak bu işlem, Atatürk’ün kaşıntılarını durdurmaz. Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’na geldiğinde de aynı sorunu yaşamaya devam eder.
YALOVA’DA DOĞRU TEŞHİS
Atatürk, 23 Ocak 1938’de kaşıntılardan kurtulmak için Yalova’ya kaplıcalara gider. Burada Kaplıca Müdürü Dr. Nihat Reşat Berger ile tanışır. Atatürk, Berger’e kaşıntılarından bahseder ve kendisini muayene etmesine izin verir. Berger, Atatürk’ün bacaklarında tırnak izleri ve karaciğerinde büyüme olduğunu görür. Ancak Atatürk’e siroz olduğunu söylemez. Sadece yemek ve içmeye dikkat etmesi gerektiğini ve kendini yormaması gerektiğini tavsiye eder. Atatürk, bu tavsiyelere bir süre uyduktan sonra eski alışkanlıklarına geri döner.
HASTALIK GÜN YÜZÜNE ÇIKAR
Ankara’da Balkan Tıp Konferansı düzenlendiği sırada Atatürk, Balkan devletlerinin Dışişleri bakanlarını akşam yemeğine davet eder. Ancak burun kanaması nedeniyle yemeğe geç kalır. Bu olay, Atatürk’ün sağlık durumunun ciddiyetini ortaya koyar. Celal Bayar, Atatürk’e yabancı bir hekim çağırmayı teklif eder. Ancak Atatürk, Hatay meselesi nedeniyle bunu reddeder. Türk doktorların konsültasyon yapmasını ister. Daha sonra Bayar, tekrar yabancı hekim çağırmayı önerir. Bu sefer Atatürk, kabul eder. Fransa’dan Prof. Dr. Noel Fiessinger, Ankara’ya gelir ve Atatürk’ü muayene eder. Fiessinger, Berger’in teşhisini doğrular. Atatürk, siroz hastasıdır.
ATATÜRK’ÜN HASTALIĞI VE ROMANYA KRALI İLE GÖRÜŞMESİ
Atatürk, 1938 yılında ciddi bir sağlık sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. Doktorları, kendisine çok sıkı kurallar koymuşlardır. Ancak Atatürk, bu kurallara uymakta zorlanmış ve ülke işleriyle ilgilenmeye devam etmiştir. Bu durum, hastalığının ilerlemesine neden olmuştur.
DOKTORUN KURALLARI VE ATATÜRK’ÜN UYMAKTA ZORLANDIĞI ANLAR
Atatürk’ün tedavisini üstlenen Fransız Doktor Fiessinger, kendisine şöyle demiştir:
“Ben sizi iyi edeceğim fakat benden evvel siz kendi kendinizi iyi edeceksiniz. Siz büyük bir kumandan olabilirsiniz, büyük zaferler kazanmış olabilirsiniz. Fakat bu işin kumandanı benim, bana yardım edeceksiniz.”
Bu söyleyiş Atatürk’ün pek hoşuna gitmiş ve “Yaparım” demiştir. Doktor ilave etmiştir:
“Benim tayin edeceğim zamana kadar alkol yok. Şezlongda uzanmış kalacaksınız. Bu vaziyeti hiç bozmayacaksınız."
Ancak Atatürk gibi enerjik bir insan, başta bu kurallara uysa da fazla uzun sürmemiştir. Hatay konusunu konuşmak, Fransızlara baskı yapmak için Mersin’e giden Atatürk, 2 saat boyunca Türk ordusunun resmi geçişini ayakta izlemiştir. Dr. Fiessinger, ‘yorulmayın’ demesine rağmen kendisini yormaya devam etmiştir. Bu şekilde davranması ise bünyesine büyük bir darbe yapmıştır. 27 Mayıs’ta Dolmabahçe’ye çok hasta bir şekilde gelmiştir.
ROMANYA KRALI İLE TARİHİ GÖRÜŞME
Atatürk, birkaç gün kendisini iyi hissedince Florya’ya Deniz Köşkü’ne gitmiş, orada insanlarla bir araya gelmiş ve dönüş yolunda yine sağlığıyla ilgili sıkıntılar hissetmiştir.
1 Haziran’da çok sevdiği Savarona yatına gitmiştir. Doktorlar deniz havasının iyi gelip gelmeyeceğinden emin olmadıkları için endişeli bir şekilde başta izin vermek istememişler ama Atatürk, çok istediği için izin vermişlerdir.
19 Haziran’da Romanya Kralı 2. Carol, Karadeniz’e seyahati sırasında Savarona’nın yanına demir atar ve Atatürk ile görüşmek istediğini söyler.
Dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, “Reisi Cumhurumuz biraz rahatsız. Kabul ederse ve doktorları izin verirse görüşebilirsiniz ancak kendileri iade-i ziyaret gerçekleştiremez” demiştir.
Carol ise, “Önemli değil, yeter ki Mustafa Kemal’i göreyim” demiştir.
Siyasi dostluklara büyük ehemmiyet veren ve dost devletlerin siyasi rejimlerini tehlikeye koyabilecek hareket ve görünüşlerden çekinen Atatürk, yabancı ülkelerden Türkiye’yi ziyaret maksadıyla gelen misafirlere çok büyük yakınlık gösterirdi. Bu nedenle ağırlama için yapılan program ve hazırlıkları önceden inceler, gereken emirleri bizzat verirdi. Hatta sofradaki çatal-bıçak düzenine bile müdahale eder, eğri gördüğü duvarda asılı bir tabloyu hemen düzeltirdi. Yabancı misafirlerin memleketimiz hakkında iyi intibalarla ayrılmalarını isterdi. Ancak onlar gelmeden evvel misafirlerin ülkeleri hakkında geniş bilgiler toplar. Hal tercümelerini ve kişilikleri hakkındaki bilgileri incelerdi, resmî toplantılar ve sohbetler için daima hazırlıklı olurdu.
Görüşmeden önce misafirlerinin karakterlerini anlamaya çalışır, ne yemeyi-içmeyi sevdiklerini iyi anlamaya çalışır. Örneğin, Japon veliahtı gelmeden bir ay önce Japon edebiyatına, tarihine ve mitolojisine çalışmış. Afgan Kralı gelmeden 3 ay önce Afganistan tarihine, İran Şahı gelmeden önce İran’ın tarihine, Türkiye-İran ilişkilerine hazırlanmıştı. Sofraya bakar, çatal bıçağın nasıl dizildiğini kontrol ederdi.
Atatürk hasta olmasına rağmen Kral 2. Carol ile 2 saat görüşmüştür. Romanya Kralı, görüşmenin sonunda Atatürk’ün dış politika görüşlerine hayran olmuştur. Savarona’dan inip kendi gemisine geçerken, “Atatürk mutlaka yaşamalı ama mutlaka yaşamalı. Balkanların sağlığı için mutlaka yaşamalı” diye mırıldandığı hatıratlarda geçer.
SAVARONA’DA SON GÜNLER
Atatürk Savarona’da geçirdiği 1.5 ay içerisinde iyice rahatsızlanır. Yavaş yavaş karnı su toplar, bu durumu önce olumlu düşünürler; Atatürk’ün iyileşmeye başladığını, kilo aldığını düşünürler. Ancak ardından Atatürk’ü zor zamanlar bekler. Karın ağrıları, ızdıraplar, terlemeler başlar. İkinci kez Türkiye’ye çağırılan Dr. Fiessinger, tavsiyelerine uyulmadığını görür; “Efendim kesinlikle kamaradan çıkmayacaksınız” der ve Fransa’ya geri döner. Bu süreçte Atatürk’ün hasta olduğu yavaş yavaş öğrenilmeye başlanır. Gazeteler Ata’nın hasta olduğunu yazar ve 16 gün kamarasında yatan Atatürk bir gün sonra, Romanya Kralını kabul ettiği kıyafetlerini giyip, dışarı çıkar. “Ben iyiyim” der ve boğaz gezisi arzu eder. O sırada yanında profesörlerden Neşet Ömer İrdelp, Salih Bozok ve Kılıç Ali bulunur. Atatürk’ün yakınlarındakiler, der ki; “Gezmek arzusundan çok hastalandığını yalanlamak için karşı bir hamleydi bu.” Ancak bu hamle Atatürk’ü ölüme daha fazla yaklaştıracaktı.
HALKLA SON TEMAS
Atatürk Florya’dan dönüşte Karadeniz’e kadar çıkmak ister. Motor hızla Savarona’nın yanından geçer. Karadeniz’e doğru yol alan Atatürk’ü halk görür. Vatandaşlar sahilleri doldurmaya başlar, kayıklara binip tezahüratta bulunurlar. Ve bu gün, 10 Temmuz 1938 Atatürk’ün halkıyla son temasının olduğu gündür. Atatürk o yorgunluğun üstüne birden fenalaşır ve bayılır, yeniden yata getirirler. Bu kez de zatürreye yakalandığı öğrenilir. Bu durum sağlığına iyice darbe vurur. Doktorları, deniz havasının Atatürk’ü rahatsız edeceğini düşünerek Dolmabahçe’de tedavi alması gerektiğini söylerler, Atatürk başta karşı çıkar ama mecbur olduğunu öğrenince razı olur.
DOLMABAHÇE SARAYI’NDA SON GÜNLER
Yatta geçirdiği günler sağlığını olumsuz yönde etkiler. Ata, yatla gezintiler yapmayı çok ister ancak yatağa düşünce, “Bu yatı bir çocuk oyuncağını bekler gibi beklemiştim, bana hastane mi olacaktı” der.
KİMSE DUMLUPINAR’IN, ANAFARTALARIN KAHRAMANINI O ŞEKİLDE GÖREMEZDİ
Atatürk’ü Dolmabahçe’ye götürmek için sedye getirirler; ancak Atatürk sedyeye yatmayı kabul etmez. 24 Temmuz’u 25 Temmuz’a bağlayan gece yarısı Kılıç Ali, Salih Bozok ve Faik Çelen (polis memuru), çok kıymetli bir hazineyi taşıyorcasına dikkatlice oturur pozisyondaki Atatürk’ü gece yarısı dışarı çıkarırlar. İstanbul montörüyle Atatürk’ü tekrar saraya taşırlar. Yalnız bu nakil işi gayet gizli gerçekleştirilir. Anafartalar’ın, Sakarya’nın ve Dumlupınar’ın kahramanı, Türkiye devletinin reisicumhurunu asla kimse zayıf bir halde görmemeliydi. Sahilde nöbet tutan asker ve çevredeki polisler, bir bahane ile Kâtibi Umumi Hasan Rıza Soyak tarafından uzaklaştırılmış, yatın ve saray bahçesinin elektrikleri de söndürülmüştür.
Atatürk’ün rahatsızlığı ve karnındaki su miktarı artmaya başlar. Doktorları artık değil yürümesini, konuşmasına bile izin vermezler; ancak kendisini biraz iyi hisseden Atatürk, gazetecileri ister, Avrupa’nın karışık siyasetine dâhil olur, yorumlar yapar, başbakanı, genelkurmay başkanını yanına çağırır bilgi alır, siyasi görüşler verir. Sağlığı kötüye giden Atatürk’ün durumu dayanılmaz bir hal almaya başlar. Fransız doktor yeniden Türkiye’ye gelir. Atatürk, karnından suyun alınmasını (ponksiyon) ister ancak Fiessinger bu durumu riskli bulur. Ardından kabul eder. Bunun ardından gelecek koma nöbetlerinden korkup bunu geciktirmeye çalışsalar da Atatürk’ün ısrarı karşısında su çekmeye başlarlar.
ATATÜRK'ÜN SON GÜNLERİ
“Ölümden Korkmamak Ahmaklıktır”
Mustafa Kemal Atatürk, yabancı dildeki ansiklopedileri tercüme ettirip, hastalığını okur. Siroz teşhisi konmasına rağmen bunu kimseye açıklamaz. Son günlerini Hususi Daire'de geçiren Atatürk, sağlığını riske atarak başbakanı, bakanları ve genelkurmay başkanını kabul eder. O, her zaman "Yorgunluk denilen şey mevcut değildir" derken, artık ömrünün son günlerini yaşıyordur.
Atatürk, ölümü istemenin cesaret değil, ancak ölümden korkmanın ahmaklık olduğunu söyler.
SILA ÖZLEMİNİ GİDEREN TABLO: DÖRT MEVSİM
Atatürk koma halindeyken bazen gözlerini "Dört Mevsim" adlı tabloya diker. Rus ressam tarafından çizilen bu tabloyu Moskova Büyükelçisi Zeki Apaydın hediye eder. Atatürk, manevi kızı Afet İnan'a hitaben, "Beni alın oraya götürün, orada bir kolibada yaşayalım" der ve tekrar uykuya dal...
Falih Rıfkı Atay'a göre, Atatürk tabloya bakarak Rumeli'deki yaylaları hatırlar ve "Keşke böyle bir yerde yaşasam" der.
ATATÜRK'ÜN DOLMABAHÇE'DEKİ EŞYALARI
Dolmabahçe'de, Atatürk'ün en sevdiği tablolardan biri olan "Dört Mevsim" dışında sadece üç kişisel eşyası bulunmaktadır. Diğer eşyaları Nuri Conker'in hediye ettiği saat ve bir adet termometredir. Atatürk'ün vefatından sonra Dolmabahçe'ye gelen mirasçıları, sadece üç eşyanın ona ait olduğunu fark ederler.
ANKARA'DA OLMA ARZUSU VE NUTKU
Atatürk, Cumhuriyet'in 15. yılında Ankara'da olmayı çok ister ancak hastalığı buna izin vermez. Nutkunu Celal Bayar'a yazdırır. Atatürk, "Ben Ankara’ya gitsem bile zayıf halimle bütün bunları yapamayacağımı anlıyorum" der.
"BIRAKIN ONLARI YAKINDAN BİR DAHA GÖREYİM"
Cumhuriyet Bayramı'nda yatağında yatan Atatürk, Salih Bozok'a hitaben Ankara'ya gidemediği için serzenişte bulunur. Bazı öğrenciler Ata’yı daha yakından görmek istemenin arzusuyla denize atlayıp sahile kadar yüzer. Vapurdaki öğrenciler bu defa da Gençlik Marşı’nı okumaya başlarlar: Öğrencilerin Gençlik Marşı'nı söylemeye başlaması üzerine, Atatürk, "Bırakın onları yakından bir daha göreyim" der ve öğrencileri selamlar.
Dağ başını duman almış, Gümüş dere durmaz akar. Güneş ufuktan şimdi doğar, Yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi yer, gök, su dinlesin;
Sert adımlarla her yer inlesin!
Bu gök, deniz nerede var, Nerede bu dağlar, taşlar. Bu ağaçlar, güzel kuşlar, Yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi yer, gök, su dinlesin;
Sert adımlarla her yer inlesin!
Her geceyi güneş boğar, Ülkemizin günü doğar. Yol uzun da olsa ne var, Yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi yer, gök, su dinlesin;
Sert adımlarla her yer inlesin!
Atatürk'ü Yakından Görmek İsteyen Öğrenciler
DUYGUSAL ANLAR VE SEVİNÇ ÇIĞLIKLARI
Doktorlar, Atatürk'ün öğrencileriyle buluşma isteğini reddedemez. Kollarına giren öğrenciler, pencere kenarına taşıdıkları Atatürk'ü gördüklerinde sevinç çığlıkları atarlar. Bazı cesur öğrenciler, Ata'yı daha yakından görmek için denize atlarlar.
Vapurda bulunan diğer öğrenciler, bu sefer "Gençlik Marşı"nı söyleyerek coşkularını ifade ederler. Marş, Türk gençliğinin enerjisini ve milli duygularını yücelten bir tempo ile yankılanır.
ATATÜRK'ÜN DUYGUSAL ANI VE SÖZLERİ
Atatürk, öğrencilerin coşkusunu görünce duygulanır. Gençlere elini kaldırarak, "Gençler, bu bayramlar sizlerin. İstikbal sizlerin olacak, hoş çakalın" der. Bu anlamlı sözlerle gençlere olan inancını ve güvenini ifade eder. Ancak bu sırada fenalaşır ve yatağına yatırılır. Atatürk'ün gözlerinden süzülen yaşlar, duygusal bir anın habercisidir.
ATATÜRK'ÜN SAĞLIĞININ GİTGİDE KÖTÜLEŞMESİ
Atatürk'ün sağlığı gün geçtikçe kötüleşir. Ülkedeki önde gelen profesörler sürekli olarak yanında bulunur. Karnından su alımı yapılırken, Atatürk'ün emri üzerine 13 litre su alındığı bilgisi verilir.
ATATÜRK'ÜN SON GÜNLERİ VE SON SÖZÜ
Atatürk'ün son günlerine doğru sağlığı giderek kötüleşir. 8 Kasım 1938'de akşam 6'ya doğru fenalaşır. Doktorlar hemen müdahale eder, ancak durumu ağırlaşır. Atatürk, son olarak Nuri Conker'in hediye ettiği saate bakar ve son sözlerini söyler: "Ve aleyküm selâm." Gözleri kapanarak komaya girer.
ATATÜRK'ÜN SONSUZLUĞA UĞURLANIŞI
Sabah saat 9:05'te Atatürk hayata gözlerini kapatır. Doktorların anlatımına göre, Atatürk sert bir asker selamı veriyormuşçasına kafasını çevirir ve son kez gözlerini açarak bakar. Bu an, onun hayatındaki büyük bir eser ve son nefesidir.
ACI HABERİN DUYURULMASI
Atatürk'ün ölümü üzerine Cumhuriyet Hükümeti resmi bir tebliğ yayımlar.
AA tarafından yayımlanan bu tebliğde, şu ifadeler yer aldı:
“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin resmi tebliğidir:
Müdavi ve müşavir tabiplerinin neşredilen son raporu Atatürk'ün dünyaya gözlerini kapadığını bildirmektedir.
Bu acı hadise ile Türk vatanı büyük yapıcısını, Türk milleti Ulu Şefini, insanlık büyük evladını kaybetti. Milletimize içimiz yanarak bu tarife sığmayan ziyanından dolayı en derin taziyelerimizi sunarız.
Kederlerimizin tesellisini ancak ve ancak onun büyük eserine bağlılıkta ve aziz vatanımızın hizmetinde ararız. Şurasını da her şeyden evvel beyan etmeliyiz ki ölmez olan, onun büyük eseri Cumhuriyet Türkiye'sidir.
Hükümetimiz, içinde bulunduğumuz bu mühim anda bugüne kadar olduğu gibi dikkatle vazife başındadır. Müesses olan nizamı ve vaziyeti idame hususunu, büyük Türk Milleti'nin hükümeti ile tek vücut olarak teyit ve temin edeceğine şüphe yoktur.
Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun 33'üncü maddesi mucibince, Büyük Millet Meclisi Reisi Abdülhalik Renda, Reisicumhur Vekâleti vazifesini deruhte etmiş ve ifaya başlamıştır.”