`height=

Son zamanlarda sizler de fark ettiniz mi bilemiyorum?  Benim fark ettiğim bir durum var: İnsanlar kendileri gibi düşünmeyene, kendileri gibi davranmayana, kendileri gibi inanmayana katlanamıyor sanki. Bir meseleye, bir olaya ya da bir probleme birbirinden çok farklı açılardan bakılabileceği ve farklı çözüm önerilerinin olabileceği göz ardı ediliyor.

  'Herkes benim baktığım gibi bakmalı, benim gördüğüm gibi görmeli, benim inandığım gibi inanmalı. ' diyerek kendi bakış açısını dayatıyor bir başkasına. O yüzden de tartışmalar uzayıp gidiyor.

'Meselenin bir de şöyle bir tarafı var, isterseniz bir de bu taraftan bir bakalım.' dediğinizde  sizi acımasızca eleştirmeye başlıyorlar ve sizi de taraf tutmaya zorluyorlar. 

Kendisinde, herkesi eleştirme hakkını gören, cahilliğine aldırış etmeden ya da farkına bile varmadan hoyratça başkasını eleştiren, eleştirmekle kalmayıp saldıran, ithamlarda bulunan büyük bir kitlenin varlığını hepimiz biliyoruz artık.

Bir meseleyi, bir metni, bir olayı, bir kitabı, bir filmi, bir insanı, bir inançsistemini, bir ideolojiyi eleştirmeden önce iyice bir bilgi sahibi olmak gerekir. Tam olarak okumadan, öğrenmeden, tam olarak dinlemeden, tam olarak anlamadan eleştiri yapılamaz. Yapılırsa o eleştiri değil saldırı ya da hakarettir. İnsanlar bir birini daha iyi olsunlar diye eleştirmiyorlar artık. Kendi egolarını tatmin etmek için ya da suçlamak için eleştiriyorlar.

Özellikle yüz yüze olunan ortamlarda insanlar bir birlerine karşı biraz daha insaflı davranabiliyorlar. Yüz yüze eleştiri yapmak biraz da medeni cesaret ister diyelim ya da. Ama sosyal medya platformlarında herkes klavye kahramanı kesiliyor ne hikmetse. Karşıt ya da farklı bir görüş ifade edilmeye görsün! Tam bir linçoperasyonuna maruz kalıyor o fikir ve fikrin sahibi. İki medeni insan gibi bir fikir üzerinde sağlıklı bir şekilde konuşup tartışamıyoruz. Tartışma, münazara, müzakere kültürünü kaybettik. Doğrudan mücadeleye, münakaşaya geçiyoruz. Onunla da kalmıyor işi hakarete, kavgaya kadar götürüyoruz. Bir konu üzerinde, fikri düzeyde konuşulamadığında duygular devreye giriyor ve işi bir ego savaşına dönüştürebiliyoruz.

Birçok kişinin bildiğini düşündüğüm bir hikaye vardır: 

İnsan Neden Bağırır?

'Alimlerden biri talebeleriyle Basra kıyısında gezinirken deniz kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Talebelerine dönüp:

'İnsanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?' diye sormuş.

Talebelerden biri:

'Çünkü sükû netimizi kaybederiz' deyince alim zat:

'Ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden yüksek sesle konuşuruz? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de duyurabilecek ve demek istediklerimizi rahat aktarabilecekken niye avazımız çıktığı kadar boğazımızı yırtarak bağırırız?' diye tekrar sormuş.

Talebelerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış:

'İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak mecburiyetinde kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları lazım gelir.'

'Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır.

Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar, çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile lüzum kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini hakiki olarak seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.'

Daha sonra talebelerine bakarak şöyle devam etmiş:

'Bu sebeple tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine müsaade etmeyin, izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözlerden uzak durun.

Ne demişler?..

Fikri kıymetli olan bağırmaz, bağıran düşünemez, düşünemeyen kavga eder.

Sesimizi değil sözümüzü yükseltelim.'

Söyleyecek bir sözü olan söylesin. İfade edilecek bir düşüncesi olan ifade etsin.  Dolu olan başak başını eğer. Sahasında, nice uzman bilim insanı görmüşsünüzdür oldukça mütevazi davranan, buna mukabil hiçbir bilgisi olmadığı halde her konuda ahkam kesen binlerce cüretkar cahili de görmüşsünüzdür. 

O yüzden her eleştiriyi de ciddiye almaya gerek yok diye düşünüyorum. Eleştirinin sahibine bakmak lazım. Tutarlı bir insan mıdır? Davranışları ile sözleri bir birine uyumlu bir insan mıdır?  Gerçek kimliği ile mi eleştiriyor yoksa sahte kimliklerin ardına mı sığınıyor? Hayatta başarısı nedir?  Eleştirdiği konuyla ilgili kendi bilgi birikimi ne düzeydedir? 

'Biraz tartıp süzgeçten geçirmek ve alınacak bir şey varsa almak, alınacak bir şey yoksa da ilgilenmemek' en doğru yaklaşım olabilir eleştirilere karşı.

Bazı eleştirilerin haklılık payı da olabilir. Onları, hoşumuza gitmese de ciddiye almak çok yararlı ve geliştirici olabilir. İyi niyetle ve emekle yapılan eleştirileri bir fırsat olarak görmek gerekir. Diğer türlü, nasıl daha iyi işler ortaya koyabiliriz değil mi?

Yazılarımı genelde çözüm önerisi ile bitirmeyi severim. Bu eleştiri ve dayatma konusunda da şunları önerebilirim:

Dilimizi, 'sadece, ya hep ya hiç, ya o ya ben' gibi insanları bir tek seçeneğe mahkum eden dışlayıcı ifadelerden arındırıp 'bununla birlikte, hem; hem; ,  şu ve bu ' gibi farklı seçenekleri  sunan daha kapsayıcı ifadelere alıştırabilirsek çok daha barış dolu bir atmosfer oluşturabiliriz.

Kendinize iyi bakın, ne demiş Şeyh Galip?

'Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dî de-i ekvân olan âdemsin sen'

'Ey insan evladı! Kendine saygıyla, hürmetle yaklaş çünkü sen kâinatta yaratılmışların özü, göz bebeği olan insansın.'