Alanya yerleşimi ticaret yollarının üzerinde olması, fiziksel koşullarının sağladığı korunaklı yapısı ve limanı gibi özelliklerinden dolayı tarih boyunca değişik uygarlıklara ev sahipliği yapmış, farklı nüfus ve inançları barındırmıştır.
Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapan Alanya Kalesi, Helenistik Dönem`den beri varlığını sürdürüyor.
Alanya, ünlü tarihçi Strabon`un anlatımıyla Kilikya`ya batıdan girildiğinde görünen ilk şehir. Zapt edilmesi güççok dik bir kayaya kurulması ve korunaklı limanı nedeniyle milattan önce 2. yüzyıldan itibaren korsanların merkezi oldu. Pompeius`un Korakesion Savaşı`nı kazanmasıyla Romalılar`ın eline geçti. Kalenin surlarının genişletilip yeni binalar eklenmesi de bu döneme rastlıyor. Bizans Dönemi`nde Kalonoros (Güzel Dağ) adıyla anılan ve Akdeniz`in en işlek limanlarından olan Alanya, 1221 yılında Selçuklu Sultanı 1. Alaaddin Keykubat tarafından teslim alındı. Kale ve şehrin ismi 'Alaiye' olarak değiştirildi, surlar sağlamlaştırılarak yeni sur ve sarnıçlar inşa edildi. Sonra sırasıyla Karamanoğulları, Memlükler idaresine geçmiş, son olarak da Kanuni Sultan Süleyman tarafından fethedilmiştir.
Kalede toplam 83 kule ve 140 burçvardır. Ortaçağda surların içinde bulunan kentin su gereksinimini sağlamak üzere 1200 kadar sarnıçyapılmıştır. Sarnıçların bir kısmı halen kullanılmaktadır. Surlar, planlı bir şekilde Ehmedek, İçkale, Adam Atacağı, Cilvarda burnu, Arap Evliyası ve Esat Burcu nu takiben Tophane ile Tersane yi geçip Kızılkule de bitecek şekilde yapılmıştır.
Selçuklular Anadolu topraklarında geçirdikleri 200 yıllık bir süre içerisinde, büyük bir kültür sentezi gerçekleştirip XII yüzyıl Anadolu sunun karmaşık yönetim ve Kültür haritasında parlak bir yer edinmiş ve bu topraklarda, kaleler, saraylar, ibadethaneler, şifahaneler, kervansaraylar inşa ederek izler bırakmıştır. Bu esrelerden, en güzellerinden biri Alanya kalesindeki Kızılkule`dir. Selçuklu sanatının eşsiz örneklerinden biri olan Kızılkule, kaleyle bütünlük sağlayan, plan ve ihtişamı ile Alanya`nın simgesi durumundadır. Limanı sürekli denetim altında tutmak amacıyla yapılmış olup çapı zeminde 29 metre, yüksekliği 33 metreyi bulmaktadır. Sekizgen planlıdır. Adını alt kısımlarını oluşturan kızıl kahverengi taşlardan ve üst bölümünde kullanılan tuğlalardan alan Kızıl Kule, I. Alaeddin Keykubat`ın emriyle Kilikyalı korsanlardan kalma kale kalıntılarının üzerine inşa edildi. Kulenin içerisine üçyazıt bulunmaktadır. Kuzey duvardaki tabeladan yola çıkarak yapının Halepli yapısı ustası Ebu Ali Reha el Kattani tarafından yapıldığı görülüyor. Diğer iki yazıtta ise kaleyi yaptıran Alaeddin Keykubat`a övgüler yer alıyor.
Alanya`nın eşsiz manzarasına hakim bir konumda yer alan, düzgün sekizgen planlı ve beş katlı kule oldukça yalın bir dış yüzeye sahiptir. Dış cephenin gösterişsizliğine karşılık içmekân incelikli bir ustalıkla tasarlanmıştır. Yapının tepeden aldığı güneş ışığı düzgün mimari yapısından dolayı birinci kata kadar ulaşmaktadır. Yapı inşa edilirken doğa olayları ve iklim koşullarından faydalanmak amacıyla kulenin zemin katından dördüncü katına kadar olan bölümde yağmur sularını kendisine bağlı küçük kanallar yardımıyla biriktiren bir sarnıçyer almaktadır. Bir dönem tedavülde olan 250.000 TL`lik banknotların arka yüzünde kullanılan yapı, 1951-1957 arasında restore edildikten sonra 1979 yılında halka açıldı ve giriş katı kent müzesinin devamı niteliğinde Alanya Etnografya Müzesi olarak düzenlendi.
Yarımadanın zirvesinde günümüzde müze olarak düzenlenen İçkale bulunmaktadır. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad sarayını burada inşa ettirmiştir. Günümüzde de kalede yerleşim vardır. Kale motorlu taşıt trafiğine açık olmakla beraber yürüyerek ise takribi 1 saatte İçkale ye varılmaktadır.
Alanya Kalesi`nin en ilginçyerlerinden biri de içkalenin kuzeydoğusunda surlarla bitişik bulunan yerdeki yapının Romalılar zamanında suçluyu uçurumdan aşağı atmak suretiyle ölüm cezalarının infaz edildiği yerdir. Bu yapının on beş metre derinliği bulunmaktadır. Rivayete göre, Romalılar zamanında burada iki suçlu güreştirilir, mağlup olan hasmı tarafından uçuruma itilerek hayatına son verilirdi. Diğeri ise burada bulunan çukura bırakılır, belirli bir süre sonra bu çukurdan çıkarılarak hürriyetine kavuşabilmesi için son şans tanınırdı. Suçlunun eline verilen üçtaş parçasından hiçolmazsa birisini denize düşürmesi istenirdi. Düşürdüğü takdirde hürriyetine kavuşacaktı. Aksi takdirde mancınıkla (savaşlarda kullanılan fırlatma aracı) denize atılarak hayatına son verilirdi. İşte bu rivayet nedeni ile kaleyi ziyarete gelen yerli ve yabancı turistlerin adam atacağının etrafında taş ararken ve bunu denize atmaya çalışırken görmek mümkündür.