Edep kavramı tasavvuf ile özdeşleştirilir. İbn Manzûr edep kelimesinin kökünün edb olduğunu söyler ve bunun “davet etme” mânasına geldiğini belirtir. Farklı anlamları olan iki ayrı kökten; hayret etme, çok beğenme manasındaki “edb” köküne göre insanı şaşırtan şey, bir kimsenin meziyeti, faziletidir.
Davet etme anlamına gelen edb masdarına göreyse insanları beğenilen, övülen meziyetlere davet eden, cahillik ve kötü davranışlardan alıkoyan şeyi ifade etmektedir.
Tasavvufta; esas, kural, ahlâk, saygı, terbiye, nezâket gibi mânalara gelen edep kavramının üzerinde önemle durulduğu, pek çok yorum ve tasnifinin yapıldığı görülmüştür.
Genel olarak sufiler edebi zahirî ve batıni şeklinde ikiye ayırmıştır. Zahirî edep, beden ve şeriatle; batıni edep, kalp ve Hak ile ilgili konuları içermektedir. Tasavvuf ve tarikat terbiyesinin amacı da saliki Allah’a ve halka karşı hem zahir hem de batın itibarıyla edepli hâle getirmektir. Hatta sufiler, nezaket ve zarafet kaynağı gördükleri bu düşünceyi: “Edep yâ hû" sözüyle belirtmiştir.
Mevlânâ da insan olmanın yolunun edebden geçtiğini söyleyenlerdendir. Gerek Mesnevî’sinde gerek Dîvân-ı Kebîr ve diğer eserlerinde edebe önemli vurgular yapar. Edep insanın mihenk taşıdır. Toplumsal hayatın çekirdeği olan insanı utandıracak hâllerden koruyan sağlam bir irade ve vicdan duygusudur.
Edeb ile edebiyat arasında da bir bağlantı vardır. Sözdeki incelik, âhenk ve nezâket edebiyât; özdeki güzellik ve zarafet ise edebdir. Dînî edebin kaynağı ümmetin model şahsiyeti Hz. Peygamber (s.a.) in sünnetleridir.
Mevlânâ’ya göre kulun edebe riâyeti Hakk’ın ilahi lütfuna mazhar olmaya vesiledir:
"Dileyelim Hazret-i Hak’tan tevfîk-ı edeb
Bî-edebi lütfundan mahrum eder Ulu Rabb."
Hz.Mevlânâ Mesnevî'sinde haddi aşan, edepsiz insanların koskoca bir toplumun ilahi lütuftan mahrum olmasına sebep olduğunu, İsrailoğulları’nın Mûsâ (a.s.)’a karşı isyanlarıyla anlatır. Mısır’dan çıkan İsrailoğulları Kızıldeniz’den Sinâ’ya selâmetle geçip giderken, Tîh sahrâsında hazır sofra ile lütuflandırılan Yahûdîler, tatlısı ve tuzlusu ile bu gıdalarla beslenirlerdi. Ancak Mûsâ’nın kavminin içinden çıkan birkaç kendini bilmez, edeb yoksunu kimse, “Hani bize sarımsak, hani mercimek, hani soğan? Biz öyle bir çeşit yemeğe dayanamayız”demeye başladılar.
İsrailoğulları’nın sapkınlıkları bununla da sınırlı kalmamıştı. Mûsâ (a.s.)’ın Tûr-i Sînâ’da Allah ile mülâkatı sırasında buzağıya tapacak kadar sapıtanlar olmuştu.
Hazır sofra bir de Îsa (a.s.)’ın duâsıyla gökten indi. Mevlânâ bu sefer de İsrailoğulları’nın aç gözlülük edip saklamamaları istenen rızkı sakladıklarını; Hz. Îsa’nın uyarılarına kulak asmayarak edebsizlik ettiklerini anlatır. Allah’ın lütfunu açgözlülükle aparan İsrailoğulları şükürsüzlük ve edepsizlik ettiler, böylece de ilahi nîmetten mahrum kaldılar. Nimet mahrumu zalimlerin günümüz dünyasında da edepsizlik ve zulümleri aşikâr.
İnsanı hayatta anlamlı kılan duyarlılığıdır. Yaşamanın da bir bedeli vardır. Aldığı her nefeste kendisine ikram edilen ilahi nimetlerin farkında olmak, kalp uyanıklığı, gönül diriliği ile şükretmek bu bedeli hakkı ile ödemektir. Mevlânâ: “Zekâtın verilmemesi yağmursuzluğu, zinânın yaygınlığı vebânın zuhûrunu körükler”demektedir.
Mevlânâ’ya göre kâinatın düzeninde insan ve şeytan dışında her şey edebe riâyet eder. Hadsizliği ile dünyayı ateş topuna dönüştüren insan kendinin, neslinin celladıdır.
Mevlânâ’nın edebi edîbâne anlattığı eseri Dîvân ne hoştur:
"Efendi edeb, tendeki cânıdır insanın,
Hoca haberin olsun edeb, gönül nûru merdânın.
Ulvî âlemdir süflî değil, insanın aslı,
Feleğin dönüşünde güzellik edeb faslı.
Şeytanın başına koymak diler isen kadem,
Edebe sarıl, nasıl kahrolur iblis o dem."
Dinin edebi imandır. İnsanın "melek gibi" sıfatıyla tanımlanmasını, erdemli, güzel ahlâk sâhibi olmasını sağlayan edeb, sanata zarafet, ahenk kıvılcımları olarak düşen, gönle göze hitap eden bereketli bir güzellik manzumesidir.
"Aç gözünü öyle bak Kur’an’a âyet âyet,
Mânâsı edebdir; görürsün sen de nihâyet.
Sordum akıldan söyle bakalım nedir îman?
Akıl gönül kulağıma “edeb” dedi heman.
Sen sırr-ı ilâhîsin; sus ey Şems-i Tebrizî,
Edebdir aydınlatan gündüz ve gecemizi." (Tâhiru’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, c. I, s. 114-115.)