Vali, FBI ve Kongre üyelerinin olayla ilgilenmesi beklenirken, dronların cep telefonu ile çekilmiş görüntülerini içeren yüzlerce video sosyal medyada paylaşılmaya başlandı. Amerika için hassas bölge sayılan askeri üslerin yakınlarında, hatta seçilmiş başkan Donald Trump’ın her hafta golf oynadığı Bedminster kasabasında yüzlerce kimliği belirsiz dron görüldü. Günde 4 ilâ 180 bilinmeyen dron vak’ası az değil, hele hele kimliği belirsiz ise rahatsız edici.
Doğal olarak insanlar ne olduğunu bilmedikleri bu cisimlerle ilgili değişik yorumlar yapmaya başladılar. Cumhuriyetçi Kongre üyesi Jeff Van Drew, “yüksek kaynaklardan” aldığı bilgiye göre, bu dronların Atlas Okyanusundaki bir ana gemiden gönderildiğini açıkladı. Ana geminin sahibi kim olabilir şeklinde gelen soruların ise tek cevabı vardı: “Atlas okyanusunda açıkta demirlemiş bir İran gemisi.” Sonunda bu satırların yazıldığı saatlerden birkaç saat önce Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon, açıklama yayınlamak zorunda kaldı. “ABD kıyılarında İran gemisi yok ve ABD'ye insansız hava araçları fırlatan sözde ana gemi de yok." Ancak, diğer bir Amerika engellemediği için hala havada uçan cisimler gözlenmeye devam ediliyor.
Belli ki olayın algısal boyutu var. “Ana gemi” sözünü bilim-kurgu filmlerinden hatırlıyoruz. Dünyayı istila etmek amacıyla gelip, yörüngeye yerleşen uzaylıların devasa gemisi. Taşıdığı daha küçük çapta, bizim jetlere benzeyen hava araçlarını dünyaya göndererek istilayı başlatmak üzere hazırda bekliyor. Şu sıralar Amerika düşmansız kaldığı için olsa gerek, bugüne kadar tek Amerikan askeri öldürmemiş, hatta Donald Trump’ın ilk başkanlık görevindeyken söylediğine göre, yapacağı saldırıları önceden haber vererek “üslerinizin etrafına zararsız bir saldırı yapacağız dikkate almayın” diyen İran, şimdilerde Amerikalıların gözünde “tehlikeli” düşman sayılıyor. Ya da öyle görülmesi için birileri kamuoyunu yönlendiriyor. Ancak Pentagon’un dronların İran ile ilgili olmadığı şeklindeki açıklaması algının yönünü değiştiriverdi.
Karşımıza hep şu eski “kamuoyu” kavramı çıkıp duruyor. Kısaca değinelim. Sosyolojik, politik hatta ekonomik pek çok tanımı yapılmış bir kavram. Bir iletişimci olarak kamuoyunun nasıl oluştuğu, daha doğrusu nasıl oluşturulduğu konusu daha çok ilgimi çekmiştir. Siyaset bilimcilerin üzerinde görüş birliğine vardıkları tanımıyla kamuoyu, tepkisellik üzerine inşaa edilir. Başka bir deyişle kamuoyu, bir “şeye” tepki olarak oluşur. O şeyin ne olacağını doğru seçerseniz ve kitleyi etkileyecek iletişim araçlarını doğru kullanırsanız, kamuoyu oluşturabilirsiniz. Bu bazen ağaç olur, bazen dinsel/mezhepsel bir mesele olur, ya da sokak hayvanları olabilir.
İnsan, duygusal bir varlıktır ve kendisini haklı gördüğü konularda hemen tepkiselleşebilir. Duygulara hitab etmeyi başarırsanız, tepkileri oluşturur, hatta yönlendirebilirsiniz. Bazı devletlerin, bazı kurumları bu tepkileri yönlendirme konusunda uzmanlaşmışlardır. Aynı şekilde terör örgütleri de kamuoyu oluşturma yöntemlerini kendi amaçlarına uygun şekilde kullanırlar. Örneğin, güvenlik güçlerinin bulunduğu bir binaya veya bir savunma tesisine yapılan terör saldırısı, devleti ve yöntenleri zayıf ve yetersiz göstermek amaçlıdır. Aynı örgüt bu saldırının amacına hizmet etmediğini fark edince, bu defa terör saldırısının devletin kendisi tarafından yapıldığı söylentisini yayarak kamuoyunu kendi devletine karşı yönlendirmeye çalışır. Kamuoyu tepkisellikle oluştuğu için, kitle iletişimini daha iyi kullananın öne geçtiği bir yarış vardır diyebiliriz. Bu iletişimin araçları, her zaman dijital mecralarda olmayabilir. Bilirsiniz, insanlık tarihindeki bilinen en eski iletişim aracı kulaktan kulağa bilgi iletimidir. Diğer adıyla dedikodu. Kamuoyu, bazen günümüzde bile bu en ilkel yöntemle oluşabilir. Genellikle ispatlanması zor olan iddialarda kullanılır ve kulaktan kulağa yayılması hatta abartılması sağlanır. Belli bir toplulukta hakkınızda bir sürü şey söylenmiş ve alakanız olmayan pek çok şeyle suçlanmış bile olabilirsiniz, haberiniz bile olmaz.
Amerikan devleti, ya da onun adına faaliyet yürüten bazı kurumları sürekli bir düşman algısı oluşturarak kamuoyunu diri tutmayı amaçlıyor. Hiç kuşkusuz hem medya, hem de Amerikan film endüstrisi da bu konuda üzerine düşeni yapıyor. Çok sevdiğim ve defalarca izlediğim “Geleceğe Dönüş” filmindeki bir sahneyi hiç unutmuyorum. Siyah kar maskeli terörist bir grup, aniden ortaya çıkarak, zaman yolculuğu konusunda “bilimsel” çalışma yapan kahramanlarımıza otomatik silahlarıyla saldırmışlardı. Bu teröristlerin kim olduklarını az sonra öğrendik; evet evet onlar Libyalılardı. Kara giysili, kötücül Libyalılar... Amerika’nın göbeğindeki bir küçük kasabada, gecenin bir saatinde, “bilimsel deney” yapan kahramanlarımızın zaman makinesinde kullandıkları plutonyumu ele geçirmek istiyorlardı. Bu az bulunan cevheri, atom silahları imalatında kullanmak maksadıyla oradaydılar. Ta kuzey Afrika’dan oraya kadar gelmişlerdi. Şaşırmıştım. Libya ve atom bombası ne alaka derken, filmin asıl kitlesinin Amerikan kamuoyu olduğunu hatırladım. Rahmetli Muammer Kaddafi’nin “Yeşil Kitabı”nı okuduğum üniversite yıllarımdı. Libya’da, ülkesini yoksulluktan kurtarma çabasındaki bir liderin Batılı emperyalistlere karşı verdiği mücadele aklıma geldi. Yüzyıllarca fakirlik içerisindeki yaşamış bir Kuzey Afrika ülkesinin geleceğini değiştirmek için bağımsız davranması ve küresel güçlere tavır koyması belli ki onlar tarafından risk olarak nitelenmişti. İşte böylesi filmlerin içine sıkıştırılan algılarla var olmayan düşmanlar üretiliyor. Şimdi de şehirlerin semalarına dronlar gönderen “ana gemi” terimiyle “uzaylılar” ya da bilinmeyen gizli düşman tehlikesine bir atıf yapıldığının farkındayız. Pentagon bilinmeyen dronların olası bir İran ana gemisinden gelmediklerini açıklayarak İran ihtimalini devre dışı bıraktı. Geriye sivil havacılığa ait ulaşım araçları veya uzaylılar kalıyor. Uzaylılar konusu sadece Amerika içerisinde değil, daha geniş çapta, küresel bir etki yapacağı için çok daha verimli bir alan. Muhtemelen uzaylılar denilerek bir takım algılar oluşturacaklar, şimdiden bunun alt yapısını hazırlıyorlar.
Yüzlerce bilim-kurgu filminin üretildiği Hollywood, uzay ve uzaylılarla ilgili gerçek hiçbir konuya değinmemeyi başarmıştı. Tıpkı dünya üzerinde bulunan ve on binlerce yıl önceye ait ileri medeniyetlerin izlerini taşıyan çok sayıda “eski” kanıttan hiçbir sözde “bilimsel” yayında bahsedilmemesi gibi. Tıpkı dünya dışı akıllı varlıklarla ilgili bilgileri ve etkileşimleri insanlardan saklayan, açıklamayan NASA gibi. İnsanların bilgi eksiği olunca kamuoyunu yönlendirmek ve yönetmek çok daha kolay. Üzerinde kadim simgeler olan dolar ile dünyayı sömürü düzeninde tutmak için böyle numaralar icat etmişler. Ama unuttukları bir şey var. Bilginin gerçek sahibi, bir şekilde insanlara ellerindeki bilgileri güncelleyecek yöntemler sunuyor. Bağımsız pek çok araştırmacının çalışmaları yakında sözde bilimin önüne geçecek ve gerçekler gün ışığına çıkacak. Asıl o zaman ilahi mesajı daha iyi anlayabileceğiz. Şimdilik yerimiz ve bilgimiz dar, yazamıyoruz.