Dr. Barbaros Ceylan ile Cizre, şenlendirme, “Sofrada Ekmek” ve BİRLİK üzerine…

Hamilik Okulu Vakfı’nın müessislerinden, iş adamı, işletme mühendisi Dr. Barbaros Ceylan ile Cizre’de yürütülmekte olan şenlendirme çalışmaları ve Sofrada Ekmek hizmeti üzerine bir e-mülakat gerçekleştirdik.

Abone Ol

İbrahim Ethem Gören: Barbaros Bey Cizre gönlünüze nasıl ve ne zaman düştü?

Dr. Barbaros Ceylan: 15 Temmuz 2016 yılındaki elim darbe teşebbüsünden sonra çok itimat ettiğimiz vakfımızın genç icra kurulu; bir icra kurulu toplantısında, Türkiye’nin birlik ve kardeşliğine tehdit üretebilecek olan sorunlarla ilgili aksiyon almayı, ve bir şeyler yapmayı, hedef olarak önüne koydu. Rabbim öyle bir geceyi bu milete  bir daha yaşatmasın !...Onlar Hamilik Okulu’nun varlık felsefesi olarak, (esasen bu felsefenin kendilerine yüklemiş olduğu borcun idrakinde olarak), vuku bulan  şeyler karşısında, hem ilahi rızayı ve hem de insanların gönüllerini kazanmak gayesiyle iyi bir şeyler yapmanın gerekliliğini, zaten kavramış gençlerdi... Ecümle bu borcu güçleri ölçeğinde ödemek üzere “gayret” kisvesini giydiler...

Böylece gençlerimiz,  Güneydoğu Anadolu Bölgesi, ve Doğu Anadolu Bölgesinde ,  yani bir zamanlar ne yazık ki adı terörle anılan bölgelerde, kardeşleşmeyi güçlendirmeye (tahkim etmeye) yönelik çalışmalar yapmak suretiyle aksiyon almaya, ve meydana çıkmaya karar verdiler. Malum, özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki illerimizin pekçoğunda, ne yazık ki  bilahare hendek ve çukur olarak adlandırılacak olan menfur hadiseler  yaşanmıştı...Gençlerin çıktıkları meydanın adı böylece konuldu : Cizre...Bu Vakfımızın eskilerinin (yani nisbeten yaşlılarının) değil, bizatihi gençlerimizin (genç icra kurulumuzun) almış olduğu bir karar idi. Biz de her şeyimizi emanet ettiğimiz gençlerin bu kararını yerinde ve münasip bulduk. “Tamam, o takdirde Cizre’de bir kardeşleşme çalışması başlatalım” diyerek onları cesaretlendirdik.Nihayet 2016 yılının puslu bir  Kasım sabahı Cizre’ye geldik. Yıllar sonra geriye dönüp baktığımda...Cizre’yi hatırladığımda...gençlerin ne kadar isabetli bir tercih yapmış olduklarına hala gıpta ediyorum. Varolsunlar, sağolsunlar...

Cizre kadim medeniyetimiz ve bölge için hangi manaları ifade ediyor?
Cizre her şeyden önce insanlık için çok büyük bir mana ifade ediyor. Tarihsel bulgular malumu aliniz… Hazret-i Nuh Aleyhisselâm’ın gemisinin orada tekrar karayla buluştuğunu, insanlığın ikinci doğumunun tekrar oradan başladığını, neş’et ettiğini ...- bu geminin teşbihen Cudi ismindeki bu dağda -ki Kur’ân-ı Kerîm’de de geçiyor, biliyorsunuz isim olarak-  yeniden karaya kavuştuğunu, bu manada bütün bir insanlık âlemi için fevkalade önemli bir mânâsı olduğunu da biliyorsunuz. 

Barbaros Ceylan: Cizre sıradan bir yer değil.
Cizre sıradan bir yer değil. Sadece Türkiye’yi, bölgeyi ilgilendiren bir yer değil. Cizre bütün yeryüzünü ilgilendiren kadim bir belde. Dolayısıyla Cizre’nin birinci kadim anlamı insanlık bağlamında. Böyle anlaşılması gerekir diye düşünüyorum ben şahsen. 

Milletimiz için mânâsı…
Milletimiz için mânâsına gelince… Düşünebiliyor musunuz? Cizre İslam ile Hazret-i Ömer zamanında tanışmış, İslam olmuş yani...Hafızam beni yanıltmıyorsa, galiba 638’de, çok çok erken bir tarihte yani...Bu anlamda İslam medeniyeti tarihimizde en erken İslam olan beldelerden biri, hatta önde gelen beldelerden biri. İslam’ın bir yaşam ve kültür tarzı olarak neredeyse 1500 yıldır, üstelik de kesintisiz,  benimsenerek yaşandığı, çok köklü bir şekilde tarihe tutunduğu bir yer Cizre. Öyleki pek çok İslam eserinin nişânesini hâlâ tarih ve kültür bağlamında muhafaza eden bir yer. Bundan dolayıdır ki İslam medeniyet tarihinde de böyle bir önemi ve mânâsı var. 

Zamanımıza geldiğimizde ise şöyle enteresan bir tespit yapmamız lazım. 

Lütfen
Türkiye’nin güneydeki Misak-ı Milli sınırları içerisinde, ve en uçtaki yerlerden biri olan, ve neredeyse en eski İslam olmuş beldelerden  biri Cizre. Çoğunlukla Kürt kardeşlerimizin yaşadığı böyle kadim bir şehrin Misak-ı Mili sınırları içinde kalmış olmasını Türkiye (ve özellikle de bölge) adına önemli gördüğümü belirtmeliyim...Bu bir başka mülakatın konusu olsun dilerseniz...

Dahası
Bütün bunların ötesinde elbette ki kahir ekseriyetiyle Kürt vatandaşlarımızın yaşadığı bir İslam beldesi Cizre. Bu bağlamda pek çok tarihsel ve kültürel nişâneleri taşıyan bir yer Cizre. Cizre’de bu kadim halkın,  sahip çıktıkları ve hala yaşayageldikleri çok kuvvetli ve zengin kültürel mirasın izleri var. İşte, efendime söyleyeyim Ulu Camii, adeta Cizre’nin sembolü haline gelmiş caminin “ejderli” kapı  tokmakları...Ahmed-i Hani ve meşhur eseri  Mem û Zin...ve hala ziyaret edilen türbeleri...Ve yine meşhur Kırmızı Medrese’si ve şüphesiz mekanik ve sibernetik ilminin kurucu babalarından biri olan, tek kelimeyle müthiş bir deha İsmail el-Cezeri....

Yani şöyle dememiz gerekirse Kürtlerin tarihinden bahsedildiğinde Cizre herhalde bu tarihin en önemli kavşak noktalarından biri olarak öne çıkıyor. Bu bakımdan da yani hem İslam medeniyeti için hem de Türkiye’nin şu anda ki mevcut Misak-ı Milli sınırları içerisinde kalan kıymetli bir belde olduğu için, ve hem de Kürt-İslam kültürünün önemli nişânelerini muhafaza eden tarihi bir yer olduğu için Cizre çok önemli bir yer...Sadece bizim için değil !...sınırlarımızın dışındaki bütün bölge için de....

Dünden bugüne geride kalan 7 yılda Cizre’de hangi hizmetlere râm oldunuz?
Cizre de sizlerle birlikte borç ödüyoruz İbrahim Ethem Bey. Malum inancımıza göre, bizim, sizin, hepimizin (hülasa insanın) bilançosu, ontolojik olarak borç yazıyor...alacak yazmıyor.... Böyle de olmalı  haddizatında. Cizre’de hep birlikte borç ödüyoruz, orası bizim hayır tezgâhımız...Allah’ın rızasını ve muhatabımız olan insanların rızalığını (hoşnutluğunu, gönüllerini) kazanmak gayesiyle, tezgahta pişiyor, tezgahta “ol”maya...insan olmaya çalışıyoruz...Dolayısıyla bizleri, “rıza kazanmak” üzerine terbiye eden bir tezgah olarak, Cizre’nin biraz sonra bahis konusu yapacağımız şenlendirme çalışmaları için örnek bir çalışma alanı olduğunu düşünüyorum. 

Belki de bu öneme atfen, “Şenlendirme” faaliyetleri ilk kez, şenlendirme ismi ve muhtevası altında, 2016 yılında Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşanılan menfur terör (hendek) olayları sebebiyle maddî-mânevî yıkımların yaşandığı ilçelerden biri olan Şırnak’ın Cizre ilçesinde başlatıldı. 

Hamilik Okulu Vakfı tarafından aynı yılın Kasım ayında yapılan ilk ziyaret ile başlatılan çalışmalarda, terör mağduru olan ilçedeki seçilmiş ailelere sağlanan mâddî-mânevî destekler ile “güven çapı”nın genişletilmesi ve böylece Türkiye’nin Doğu ve Batı illeri arasındaki birlik, kardeşlik ve dayanışma duygusunun güçlendirilmesine vakfın imkanları ölçüsünde katkı sağlanması amaçlandı.

Kızılay ile birlikte ve başlangıçta “informel” bir sivil insiyatif hareketi olarak başlatılan çalışmalara, bilahare ilk ziyareti müteakip Hamilik Okulu Vakfı, Boğaziçi Yöneticiler Vakfı, Mimarlar Mühendisler Gurubu, Türkiye İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği, Mavera Vakfı, İyilik Olsun Hareketi ve İyilik Sağlık Vakfı iştirak etti. Bu vesileyle, Cizre Şenlendirme Çalışmalarına hayat veren bütün sivil toplum kuruluşlarımıza, kıymetli başkanlarımıza, ve ilk günden itibaren azimle çalışmalara iştirak eden üyelerimize, teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Şüphesiz onlar  olmasaydı, biz Hamilik Okulu olarak bu ölçekteki bir işe asla cesaret edemezdik...dahası girişemezdik... Birlik başarılabildiği için rahmet geldi, rahmet geldiği için, imkanlarımız ölçeğinde Cizre şenlendi...

Burada isimlerini zikrettiğimiz sivil toplum kuruluşları, Michael E. Porter’in “kümelenme”  teorisine de atıfla “ÇATI” adı altında kodlandı.

Şenlendirme çalışmasının Cizre ayağında ise menfur olaylardan sonra yerel bir sivil toplum kuruluşu olarak örgütlenen ve daha ziyade iş ve meslek adamlarından müteşekkil Cizre Gönüllüleri Derneği bulunuyordu. O arkadaşlarımızın hemen hemen hepsiyle de birlikte, hala yol yürüyoruz...Zeynel, Salih, Ömer, Muad,  Muhammed, Elif, Mesut, Barış, ve isimlerini burada sayamayacağım kadar çok olan...Cizre’de bizlere sahip çıkan, ve kaderdaşlık yapan o insanların varlığı, ve adanmışlıkları, galiba azme değer bu çabanın gerçekleştirilebilmesinde ki en önemli faktördü...

Şırnak Valiliği, Cizre Kaymakamlığı, Cizre İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü, Cizre Müftülüğü ve bir yarı-kamu kuruluşu olarak da Cizre Sanayi ve Ticaret Odası, Şenlendirme’nin kamu ayağındaki paydaşları olarak çalışmalarda yer aldı.

İnsanın birliği ve eşitliği.
Çalışmalarda İstanbul’daki Sivil Toplum Kuruluşları (ÇATI) tarafından ilk andan itibaren mütemadiyen gözetilen “insanın birliği ve eşitliği” anlayışı, (bir anlamda, Anadolu İslam Tasavvuruna ait “irfânî insan” dilinin çağdaş kavramlar ile güncellenmesi), çalışma sebebiyle muhatap olunan bölge insanı üzerindeki “güven” ortamının sağlanmasında oldukça etkili oldu.

2018 yılına kadar az önce isimlerini zikrettiğim özel ve kamu kesimi paydaşları ile informel olarak devam eden çalışmalar, Cizre Gönüllüleri Derneği tarafından yeniden yapılandırılan Cizre Kızılay Şubesi ile birlikte bu tarihten sonra yeni bir evreye ulaştı.  Bu çerçevede Kızılay ile Hamilik Okulu Vakfı arasında (diğer Sivil Toplum Kuruluşlarını Hamilik Okulu Vakfı temsil etmek üzere) “Şenlendirme Projesi İşbirliği Protokolü imzalandı ve böylece çalışmalar resmî bir hüviyet de kazanmış oldu.
 
Böylece kümelenmenin İstanbul ayağını ÇATI STK’lar, Cizre’deki ayağını ise Cizre Kızılay Şubesi ile az önce sözü edilen kamu kuruluşları meydana getirdi. Kümelenmenin liderliğini ise, Kızılay Derneği’nin şahs-ı mânevîsi altında Dernek Başkanı kıymetli Kerem Kınık Bey üstlendi. Çalışmalara sağladığı katkı ve güvenden dolayı burada kendisine teşekkür etmeyi bir borç bilirim;  her zaman arkamızda durdu, bize güven verdi ve güvendi...sağolsun, varolsun. 
 
İmzalanan protokol muvacehesinde Şenlendirme çalışmaları; Sosyal Güçlenme, Ekonomik Güçlenme ve Coğrafik Bağı Güçlendirme olmak üzere üç ana kategori altında planlandı ve her bir kategori altında da aşağıdaki projeler tanımlandı:
Sosyal Güçlenme Projeleri
Meslekleri ve Meslek Sahiplerini Tanıyalım Projesi
Gençlerin Projesi (Kardeşleşme Projesi)
Seçilmiş Okullarda Gençlerin Eğitimine Katkı Projesi (karşılıksız eğitim bursları)
“Evim ve ben” Projesi
Ebeveyn Destekleme Projesi
Her STK’mızın Cizre’de Ailesi Var Projesi (Kardeş Aile Projesi)
Öğrenci Sosyal-Kültürel ve Eğitsel Gelişim Projesi
Mânevî Hayatı Güçlendirme Projeleri
Sağlık Problemi Olan Ailelere Destek Projeleri (İlaç medikal malzeme alımları, tedavi bursu ödemeleri, sağlık kuruluşlarına ulaşımda yol desteği)
Ekonomik Güçlenme Projeleri
İşadamlarını Güçlendirme Projesi
Lojistik Üssü Projesi
Coğrafî Bağı Güçlendirme Projeleri
Yap ama Bozma; Yap-boz yarışmaları 
Cizre’ye Bir De Böyle Bak Projesi
Cizre’nin Kentleşmesine Destek Projesi

Burada teberrüken değindiğimiz her bir projeye, biri İstanbul’daki Çatı STK’lardan ve diğeri de Cizre’deki Kızılay Gönüllülerinden olmak üzere birer proje lideri atandı ve çalışmalar, protokolde belirtilen Proje Yürütme Heyeti’ne (kısaca PYH) raporlanmak üzere, İstanbul’da mukim bir proje koordinatörünün koordinasyonu altında yürütüldü. Burada çalışmaların koordinasyonunu yürüten kıymetli arkadaşımız Kamile Canbay’ı da teşekkürle anmak isterim; sağolsun, varolsun....Yukarıda  zikredilen çalışmalar arasında, bir lisenin kapalı spor salonunda, yaklaşık 600 lise öğrencisinin iştirakiyle, menfur hadiselerden sonra ilk defa gerçekleştirilen bir sivil toplu etkinlik olarak düzenelenen Yap-Boz yarışması, gerçekten de Cizre’deki faaliyetler için çok önemii bir kilometre taşı olmuştu...Kamile hanıma ait (ve kendisinin yönetiminde) özgün bir proje olarak hayat bulan bu yarışmada, Mem u Zin’in hikayesinde ki çatışma ve kıskançlıktan dolayı vuslata eremeyen aşıklara atıfla...üzerinde hikayenin   karakterlerinin yer aldığı bir yap-boz oyunu...hepbirlikte barış içinde  yaşama gayesine gönderme yaparak, “yap ama bozma” ile sembolize edilmişti...

İlgili protokol çerçevesinde, sözü edilen bu ve benzeri projelerin fon kaynakları ÇATI STK’lar tarafından sağlandı, projelerde istihdam edilen personel ile ulaşım ve konaklama giderleri ise Kızılay tarafından temin edildi.
 
Bu çalışmaları müteakip Kızılay, 2021 yılında, özellikle gençlik kesimine odaklanmak üzere, kendisi için de bir  ilk olan (..tek bir binada sağlanan imkanlar bağlamında...) “Cizre Gönüllülük Merkezi”ni kurdu. Ve şu anda Kızılay Şube Hizmetleri Direktörlüğü görevini yürüten (o tarihde Gönüllülük Direktörü olarak Cizre Kızılay Gönüllülük Merkezinin açılmasında büyük katkıları olan) ve bu göreviyle birlikte hala Cizre Şenlendirme Çalışmalarının Kızılay nezdindeki başkanlığını da deruhte eden, kıymetli Nurdal Dumuş’u bu vesileyle teşekkür ve şükranla anmayı bir vazife bilirim. Sağolsun, varolsun...Bize  inandı, birbirimize inandık ve çalışmaların ortak bir inanç ile yürütülmesinde birlikte gayret ettik....hala da ediyoruz....

Geleceğini Arayan Cizre Çalıştayı
2022 yılının Ağustos ayından itibaren ise, daha önce sadece Ramazan aylarında yapılmakta olan “Sofrada Ekmek” uygulaması, seçilmiş aileler bazında, (Cizre’de yaklaşık 300 aile; Şırnak’da ise yaklaşık 150 aile), yılın her günü, aile başına 4 ekmek tedarik etmek suretiyle, 365 gün boyunca hayata geçirildi. Ve devamla 2022 yılının 22-23 Ekim tarihlerinde, yine Cizre için bir ilk olmak üzere, Şenlendirme’nin iktisadi ve sosyal boyutlarına bir katkı sunmak gayesiyle, 8 farklı masada, 95 katılımcının iştirakiyle, (yarısı il ve ilçe dışından – pekçoğu da İstanbul’dan-  gelen akademisyenlerden müteşekkil)  “Geleceğini Arayan Cizre” çalıştayı gerçekleştirildik. Bilemiyorum, konusu sosyal ve iktisadi kalkınma olan, ve bu mahiyetiyle bir ilçede (şehirde değil !) böylesine geniş bir katılımcı yelpazesiyle gerçekleştirilen bir başka çalıştay var mı ?...Çalıştayın paydaşları, İstanbul Üniversitesi, Cizre Ticaret ve Sanayi Odası, bir sivil toplum insiyatifi olarak Cizre Şenlendirme Platformu ve Kızılay’dan müteşekkildi...Ve çalıştayın hazırlık ve icra liderliğini, (kendisini burada şükranla anmam gerekiyor), sağolsunlar o tarihte İÜ İktisat Fakültesi Dekanlık görevini ifa eden kıymetli Hocamız Prof. Dr. Sayım Yorğun  yaptı...Çalıştayın raporunu Devletimizin en etkili ve yetkili makamlarına teslim ederek, İnşallah bu konudaki vazifemizi de tamamlamış olduk.

“Şenlendirme” dediniz… Ömer Lütfi Barkan hocadan sonra, 30 küsur yıldır STK/gönüllü hizmet sürecinizde kanaatince bu kavramı tecdiden ihya ederek hasenat faaliyetlerinde kullanılır bir keyfiyete getirdiniz.  Önce şenlendirme kavramı üzerinde duralım… Ve akabinde İnsan, şehir, çevre, hayvan ve dahi eşya anahtar kavramları özelinde kadim Anadolu coğrafyasındaki medeniyet şubelerimiz Selçuklu ve Osmanlı devletleri asırlarında Ahilik ve Fütüvvet Ahlâkına yaslanan şenlendirme hizmetlerini de teşrih masasına yatıralım… Ve dahi şimdiki zamanda şenlendirme… Haz ve hız çağında ‘modern zamanların insanları’ bunca iktisadi faaliyet çerisinde yaratılış gayesine matufen insan olma ve insan kalma sürecinde şenlendirme nerede ve nasıl konumlanır?

Şenlendirme malumu âliniz, “şen” kökünden türemektedir. “Şen” ise, Farsça bir kelime olup, etimolojisine bakıldığında, “göze ve gönle hoş gelen” manasına gelmektedir. “Göz” burada, insanın ufkî (kendinden kendi dışına, ufka doğru olan) bakışındaki maddî bütün  varlık  âlemini;  “gönül” ise, insanın kendi içine doğru olan enfüsî varoluş planındaki bütün mânevî ve semâvî, yani mânâ alemini karşılamaktadır...Fark edildiği üzere, kelimenin semantiği anlam olarak tek başına sadece göze ya da gönle hoş gelen “şey” (durum, hal, fenomen ya da olgu) olarak değil, her ikisiyle birlikte “hoş” olan (yani “arzu edilen”) durumun, yani bir nev’i  “denge” halinin karşılığı olarak anlaşılmaktadır. Bu veçhiyle, madde ve mânâ, şen’de “bir”lenmekte... bir terkibe (ve Tevhid’e=Birliğe) kavuşmakta...dengeye (yani barışa) ermekte... ve bu dünya hayatı için bir mesele olan madde ve mânânın ezelî  düalizmi, adeta bu kelimenin semantiği altında tasfiye edilmektedir... Kelime bu terkibiyle, bu dünya hayatında, varoluş keyfiyetinin hem madde ve hem de mânâ boyutuyla birlikte varolmasının gerekliliğine, yani dengeye işaret etmektedir. Birlik ve barışa yani... 

Öte yandan meseleye bu ontoloji (ve inanç) ile yaklaşıldığında, varoluşu (ve bir varoluş keyfiyeti olarak “şen” kelimesinin çatısı altındaki bütün “oluş”ları) sonsuza taşıyan ise, geçici olan madde tarafının aksine, ebedî ve mutlak olan mânâ tarafıdır... Esas itibariyle bütün bu ifadelerle, “bu dünya hayatının maddî boyutunu da, bu vasfı ile belirlemekte ve ihâta etmekte olan, “mana” tarafıdır” demek istiyoruz... Bu bağlamda şenlendirme, maddi olanı, varlığı ve varoluşu ebediyete taşıyacak olan mana tarafı üzerinden tasarruf eden...bunu yaparken insan ve varlık alemine (O’nun isim ve sıfatlarının yeryüzündeki tecellîlerinin teşbihen izleri olduğu idraki ile) saygı ile yaklaşan....bu azme değer yaklaşım (niyet) ve sonrasındaki çabayı, insan ve varlık âleminin natürel-saf tabii olan yaratılış fıtratını bozmadan icra eden...ve bu bağlamda, topyekün varlık âlemini- bekâsından ve sürdürülebilirliğinden kabiliyet ve kapasitesi ölçeğinde sorumlu olmak üzere- himaye eden, yani hamiliğini yapan...ezcümle ümmet ve millet olarak, bütün bu inanç-idrak-bilinç-niyet ve gaye üzerinden (ve toplumsal hayatın sosyal, siyâsî, dini, kültürel, iktisadi vd.  bütün kompartımanlarını ihtiva etmek üzere), medeniyete doğru yürüyen, medeniyeti imar ve inşa eden, hareketin adıdır... 

Dr. Ceylan: İnsanın en büyük sırrı, kendisine O’ndan üflenen ruh’da, yani mânâ saklıdır...

İşte insanın insan olma ve insan kalma meselesini...en nihayetinde madde ve mânâ âlemine nasıl baktığı ve bu âlemleri  hangi ontolojik bakışla  tasarruf etmekte olduğu...belirlemektedir... Zira insanın en büyük sırrı, kendisine O’ndan üflenen ruh’da, yani mânâ saklıdır...

İnsanın ahsen-i takvim ve eşref-i mahlûkât olması, bütün kuvvet  ve kabiliyetleriyle (aklı, bilinci, özgür iradesi, vd.) birlikte, ona O’ndan üflenen ruh’un terkibinde saklı olduğu içindir ki, bu mânâ olmadan ne insan olmak mümkündür, ne de insan kalmak!... 

Nitekim bu coğrafyaya, (Anadolu’ya), az önce ismini andığınız Barkan Hocamızın meşhur makalesi, Kolonizatör Türk Dervişleri’nde yazdığı gibi, 10. yüzyıldan itibaren gelmeye başlayan kurucu şahsiyetler, (ve öncüleri olan kâfile reisleri ve kurucu fikir babaları), medeniyetin imar-inşâ ve ihyâ faaliyetlerini, kadim belgelerde çok sık rastladığımız bu kelimenin çatısı altında ifade etmişlerdir... Kurucu akıl, öyle anlaşılıyor ki, zihnen ve rûhen, bir inanç ve idrak olarak, Allah’ın birliğinden madde ve mânâ boyutlarının her ikisiyle birlikte varlığın birliğine ve varlığın birliğinden de insanın birliğine doğru akarken, yaptıkları (toplumsal, kültürel, iktisadi) iş ve eyleyişlerde, kendi hallerini ve eserlerini bu kadim kelime (ve türevleri; şen, şenlik, şenlendirme, şenlenme vd),  ile ifade etmeyi tercih etmişlerdir... Onların çabasıyla, öncelikle sosyal ve kültürel bir dayanışma müessesesi olarak başlayan Ahilik (kardeşlik) teşkilatlarının, bilahare iktisadi hayatı da ihâta etmek suretiyle Ahi Evran vasıtasıyla Esnaf Teşkilatları sistemine evrilmesi, şenlendirmenin toplumsal hayatın bütün boyutlarını kapsayan aslî özelliğine, yaşanmış bir tecrübe olarak hâlâ örneklik teşkil etmektedir.

Nihayet sorunuza gelince… Şenlendirmenin iktisadi faaliyet boyutuyla varlığı noktasında, mikro seviyede (işletmeler bazında yani), bugün maalesef –bildiğimiz bazı örnekleri dışında– müspet cevap veremiyoruz. Genel olarak makro iktisadi planda ise  (yani iktisadi hayata geçmişte olduğu gibi külliyen kendi rengini verme bağlamında  ise) hemen hemen örneği hiç yok!

Modern, egoist iktisadi sistem şenlendirmeden nasiplenememiştir.
İnsanı, insanın insanla ilişkilerini ve elbetteki insanın kendi dışındaki varlık  âlemi ile olan ilişkilerini, basit bir “marketing” meta’sı haline irca eden modern-kapitalist-egoist iktisadi sistem ve faaliyet için, şenlendirmeden hiç de nasibini almamış tesbitini, sanırım hiçbir  şüpheye mahal bırakmayacak bir şekilde rahatlıkla yapabiliriz...

Zira, iktisadi hayat bağlamında şenlendirme, (esasen az önce bahsi geçtiği üzere geçmişte tecrübe edilmiş bir sosyolojik olgu olarak), insanın insan ile olan ilişkilerine ve kezâ insanın madde’yle (eşya ile, “şey”lerle, kendi dışındaki varlık alemi ile) olan ilişkilerine,  ruh’un (yani kalbin, yani gönlün) mânâsı üzerinden bakarak, (bu mânâ üzerinden neş’et ederek), ve bu bakıştan hareketle girişilen faaliyetin içine merhameti, paylaşmayı ve dayanışmayı katarak,  tasarrufta bulunmak demektir... 

Dr. Barbaros Ceylan: Şenlendirme, iktisadi faaliyeti gönülle, merhametle buluşturmaktır.
Bir diğer ifadeyle şenlendirme, iktisadi faaliyeti, gönülle, yani merhametle buluşturmak demektir...Önünde besmeleyle niyet edilen, ve “O’nun ‘Rahman’ ve ‘Rahim’ olan isimleriyle”, yani merhamet ile başlanılan, içine merhameti katan ve merhameti (yani O’nu) çağıran her iş ve eyleyiş, (bu bağlamda iktisadi faaliyet dahil insan’dan sadır olan bütün toplumsal ve kültürel hareketler), şenlendirmedir...Öyleki şenlendirme, mana tarafının galibiyet makamından yeryüzüne inerek O’nun bu ism-i azamları üzerinden varlık alemine tecelli etmesi...ve böylece insan ve varlık aleminin, hayretli bir neş’e içinde, ve dahi aşk ve sevgiyle, merhametin rengine boyanmasıdır.... 
Çünkü birlik, denge ve barış için, (madde-mana düalizmini tasfiye etmek için),   iktisadi faaliyetin, a priori ve öncelikli olarak, maddeyi, paylaşma ve dayanışma hamuru ile değiştirip-dönüştürmesi, yani yoğurması gerekmektedir...Bu azme değer çabayı, ancak ve ancak, merhamet ile buluşan...merhametin rengine boyanan, ezcümle merhamet ile yoğrulan iktisadi faaliyet gerçekleştirebilir...Sağlam bir toplumsal birlik ve barış, sağlam bir toplumsal dayanışmanın....sağlam bir toplumsal dayanışma ise, saygı’dan neşet eden, ve merhamete bürünerek sevgiyle yürekleri birleştiren, ve buradan aldığı kuvvet ile de “ihsan”a dönüşen, bir  akıl, idrak, bilinç ve gönlün, yani şenlendirme faaliyetinin işidir...
Nitekim Barkan Hocamızın pekçok kadim belge örneğinde de göstermiş olduğu gibi, şenlendirme tarihte, ancak ve ancak, sözü edilen bu dinamiklerin varlığı halinde tecelli edebilmiştir...Bu çerçevede geçmişte olduğu gibi bugün de, “gayri-meskun bir mahallin iskan edilir bir hale getirilmesine ya da mevcut bir şehrin geliştirilmesine “şenlendirme” kavrayışı (idraki) ile yaklaşıldığında, caminin yanında (yani kültürün, esas itibariyle manevi (uhrevi) ihtiyaçları karşılayan bir unsurunun-eserinin yanında), mutlaka bedesten ve çarşının (yani maddi (dünyevi) ihtiyaçları karşılayan bir unsurun); ve benzer şekilde, medresenin yanında da, mutlaka tekke ve zaviyenin bulunması (ya da aranması) şenlendirmenin en temel prensibidir. Nitekim, (...), tarihi örnekleri ile İslam şehri de (şehirleri), bu temel prensiple;  kültürel hayatın sayılan bütün maddi ve manevi umdeleri (eserleri) arasında ki ahenk (denge) ile tebarüz etmiştir.”  Bu bağlamda vakıflar,  “kültürün maddi ve manevi (dünyevi ve uhrevi) kurumlarının her ikisini birden dengeli bir terkiple ihata eden; ve bunları değişen toplumsal ihtiyaçlar karşısında Tevhid inancına ve İslam’a doğru sürekli güncelleyen ve aynı zamanda sürdürülebilir olmalarını sağlayan yapılarıyla, söz konusu sentezin en önemli ve vazgeçilmez” unsurları ve  araçları olmuşlardır”.

Ne yazık ki bütün bunları bugün, mevcut modern-ben merkezli iktisadi faaliyet içinde artık çok az görebiliyor ya da hiç göremiyoruz... İktisadi faaliyet dışındaki sosyal ve kültürel alanlarda ise, şenlendirmenin pekçok sayısız örneğini (merhamet kültürünün mirasçıları olduğumuz içindir ki) elbetteki gözlemleyebiliyor ve bizzat içinde de yaşayabiliyoruz...

Bir tesbit olarak denilebilir ki, bugünün iktisadi faaliyeti, milletimizin bu coğrafyada hâlâ  yapmakta olduğu sosyal ve kültürel şenlendirmelerle maalesef hizalanamıyor...aynı hizaya gelemiyor... Ve sanırım bu, olması gereken “inanç, ahlâk ve değerler” manzûmesinin, hayatın tamamına (iktisadi faaliyet dahil sosyal ve kültürel bütün toplumsal hayata) nüfûz etmesinde de, en önemli engeli teşkil ediyor... 

İnanç ve ahlâk, parçalanmayı sevmez!
Zira inanç ve ahlâk, parçalanmayı sevmez! Bütünlüğü yani “Bir”liği, yani Tevhid’i sever... Belki bir başka mülâkatın konusu olmalı bu söyleyeceklerim... ama... bu eksiklik, (ki bu sadece işletmelerin ve kamunun eksikliği değil... iktisadi faaliyetin bir diğer tarafı olduğumuz için bizlerin de sorumlu olduğu bir eksiklik) ne yazık ki, medeniyet zihnini yeniden güncelleyecek terkibi keşfetmemizin önündeki en büyük engel... Ezcümle iktisadi faaliyeti yeniden “mânâ”landırmalı, mânâ ve merhamet ile yeniden buluşturabilmeliyiz..

İnşallah… Anadolu’yu mayalayan mânâ erenleri rızayı, Allah’ın yeryüzündeki halifesi insanın; ‘Hazret-i İnsan’ın ihtiyaçlarının karşılanmasında, sıkıntısının giderilmesinde ararken Ebu’l-Hasan Harakânî, “Âlim kişi sabah kalkar ilmini artırmaya çalışır, zahit zühdünü artırmaya çalışır, Ebu’l-Hasan ise bir kardeşinin (insanın) gönlünü mutlu etme peşindedir” cümlesini kurmuş. Bu meyanda gönlünüze düşenler…
Ne diyebilirim ki !...“Hayret”den başka bir şey düşmez gönlümüze... hoş! dilimize de...
Hazret’in malum-u âliniz bu meyanda pek çok, öyle ki, mânâsına ancak kendini bize açtığı kadar malum olabildiğimiz, sözleri var... Bunlardan, bendenizi en çok etkileyeni... ya da sırrını Allah’ın bir lütfu olarak bendenizi muhatap alarak açtığı... bir sözü var ki, bu söz, bize, şükürler olsun k bugün Cizre ve Şırnak’da yürütmekte olduğumuz, “Sofrada Ekmek” çalışmasını ilham etti....

Ebu’l-Hasan Harakânî: Her kim bu dergâha gelirse, ekmeğini veriniz ve inancını sormayınız. Zira Allah (c.c.) katında ruh taşıyan herkes Ebu’l-Hasan’ın sofrasında ekmeğe layıktır.
Bu sözlerle murad edilen sofra, esas itibariyle, insan dahil topyekûn bütün varlık âleminin davet edildiği “varlık” sofrasıdır... Esasen bu azme değer çabayla, sofraya, “merhamet”, yani  “O”nun rahmeti, yani teşbihen “O” davet edilmektedir... Sofranın azığı...azığının mahiyeti merhamettir...saygıdır...hoşgörüdür...karşılıksız paylaşmaktır...dayanışmadır...rızadır...hülasa birlik, kardeşlik ve barıştır...
Ve böylece, ümit edilir ki O’nun rahmetiyle, insan, kendini özgün ve biricik kılan bütün kimlikleriyle birlikte, (ve şüphesiz insan dâhil bütün varlık âlemi ile birlikte), bu sofrada “Birliğe”, yani Tevhide, yani “Huzur”a, yani “Barış”a erebilecektir. 


Hazret’in yaşadığı tarih ve mekân itibariyle sofranın açıldığı yer ise Anadolu’dur. Yakın zamanlarda yapılan belge tarihçiliği ile serâhetle söyleyebiliriz ki, Hz. Harakânî (963– 1033), Ömer Lütfi Barkan’daki, Anadolu’ya ilk gelen öncü kâfile reislerinden (ve aynı zamanda da Anadolu’dan neş’et eden ikinci medeniyet hamlesinin kurucu fikir babalarından) biridir… 1033 yılında Kars’ın ilk fetih hamlelerinden birinde şehit düşerken, kendisinden almış oldukları feyz ve irfan ile  ardılları, medeniyetin ikinci koşusunun (ya da hamlesinin) medeniyet zihnini (bugün “Anadolu irfânı” olarak kodlamakta olduğumuz medeniyetin kurucu felsefesini) hazırlamaktadır. Kendisini bilahare, Yunus Emre, Mevlânâ, Ahi Evran, Evhadüddin Kirmânî ve Hacı Bektaş Velî gibi, aynı varlık sofrasının hizmetkârları olan  yüksek  şahsiyetler takip edecektir. 

Gönlümüze düşeni sormuştunuz ya...

Eyvallah!
Bu bizim gönlümüze  düşeli bir hayli uzun zaman oldu ve Rabbim lütfetti, gönlümüzden de kalemimize aksetti...Öyleki Doktora tez çalışmamızda bu yüce şahsiyet ve kendisini takip eden diğerlerini bahis konusu eden bir bölüm yazdık. Yeri gelmişken, kendisini tanımamıza vesile olan kıymetli gönül insanı ve aile büyüğümüz rahmetli Celalettin Topçu’yu bu vesileyle hayırla anmayı bir borç biliyorum. 

Ulu Velî, Hacı Baba’ya Celalettin Topçu’ya (k.s.) rahmet olsun. 
Ve kezâ, Hazret’le tanışıklığımızı daha da derinleştiren Ebul Hasan Harakânî Vakfı  Mütevelli Heyeti Başkanı değerli dostum, Yavuz Selim Uzgur’a da  yine bu vesileyle selâm ederim. 

Sözün bu yerinde Ebu’l-Hasan Harakânî Hazretleri için büyükçe bir paragraf açalım…
963 tarihinde Horasan’ın Bistam şehrinin kuzeyinde dağlık bir alanda bulunan Harakan köyünde dünyaya gelmiştir; bir Türk mutasavvıfıdır. Üveysîdir; Bayezid-i Bistamî’den (ö. 874) mânevî yolla beslenerek sülukunu tamamlamıştır. (...), geçimini çobanlık, yük taşıyıcılığı ve çiftçilik yaparak kazanmıştır.

Medeniyetin ilk hamlesinin (kuruluş-ilk gelişme-yayılma ve yükselme) çözülmeye başladığı dönemin başında yaşamıştır (963-1033). (....), yaşamış olduğu dönem, zaman zaman meydana gelen “parlamalar” ile birlikte, artık, 10. asrın sonları ve 11. asrın başlarından itibaren yaklaşık 300 yıl sürecek olan, kaotik çağların başlangıcıdır. Dönemin başında, “ handiyse durulmuş ve neredeyse gerilemeye başlayan bir İslam hakimiyeti söz konusudur”. O, Cüneyd-i Bağdadî (ö. 909), Bayezid-i Bestami (ö. 874), gibi, ışıltılı ve parlak dönemlerin kurucu “muvahhid” sufisi değildir; fesad çağlarının başında, Tevhid inancına bağlı olarak yeniden “dirilme”yi, “kevn”i, “oluş”u, “iyi”leşme ve “yenilenme”yi hazırlayan irfânî düşüncenin ilk temsilcileri arasındadır. 

Yaşadığı dönem, aynı zamanda, Anadolu’da ilk tekke-zâviye ve imârethane vakıflarının kurulmaya ve Ömer Lütfi Barkan’da geçen kodlamasıyla, şenlendirme hareketlerinin başladığı dönemdir. Kendisi ve takip eden müridleri tarafından Kars, Pasinler ve Erzurum merkezli olarak kurulan tekke-zâviye ve imârethane vakıfları, Anadolu’da vakıf zihniyetinin oluşmasındaki, (ve böylece Anadolu’nun şenlenmesindeki),  ilk kurumsal örneklerdendir.
 
Nitekim, Anadolu’daki ilk zâviye ve tekkelerin, 1016-21’lerden itibaren Selçuk Bey’in oğullarından Çağrı Bey tarafından Anadolu-Kars’a başlatılan ilk akınlarda kurulduğu bilinmektedir. Hz. Harakânî bu kurucu fikir babalarının (ya da Barkan’da bahsi geçtiği üzere, “müteşebbis kâfile reisleri”nin) ilklerinden biri olarak dervişleriyle birlikte bu akınlara katılmış ve kroniklere göre Ani etrafındaki çarpışmalarda şehit düşmüştür. Anadolu’ya gelen Hz. Harakânî ve müridlerinin, yerleşmek üzere Ani, Kars, Pasinler ve Erzurum’u merkeze alarak ilk zaviye ve vakıfları kurdukları bilinmektedir. 

Nitekim Prof. Dr.Ahmet Kala ilgili eserinde Hz. Harakânî ile ilişkili bulanan, Anadolu’daki en eski tarihli iki vakfa işaret etmektedir. Bunlardan birincisi, Hz. Harakânî’nin kendi yaşamış olduğu döneme tekâbül eden ve fakat vakfiyesi günümüze ulaşmayan, Ebu’l-Hasan Harakânî Zaviye Vakfı’dır. Kala’nın tespitlerine göre ilgili vakıf, bilahare 1591’de, 3. Murat tarafından kurulan Harakânî Zaviyesi Vakfı ile ihyâ edilmiştir. Diğeri ise Şeyh Halil Divani (Yağanpaşa) Zâviye Vakfı’dır. Yağanpaşa Zâviye Vakfı, Kala’nın tespitlerine göre, 1048’de muhtemelen Harakânî’nin ardılı olan müridleri tarafından kurulmuştur.

Birinci Bölümümün Sonu.

YARIN-Dr. Ceylan: Ebu’l-Hasan Harakânî’yi  önemli kılan insan odaklı irfânî düşüncesidir.