DİRİLİŞ MUŞTUSU ÜZERİNE BAZI NOKTA VE NOTLAR 

Abone Ol

Kıymetli Okurlarım; 

Cümle Dergisi (Edebiyat-Kültür Sanat Dergisi), eserleriyle bir döneme damga vurmuş değerlere dair özel sayılar yayınlamakta. Bu sayılarda ilgili üstadın eserleri didik didik edilip uzmanlarınca değerlendirilmekte ve böylece oluşturulan özel sayı ile bir nevi külliyatın hülasası okurlarıyla buluşmakta. Ciddi bir emek ürünü hakikaten.  

Ben de bu yazımda sizlerle Üstad Sezai Karakoç özel sayısı için hazırlanan çalışmada Sezai Karakoç’un “Diriliş Muştusu” eserine ait değerlendirmelerimi paylaşacağım.  

Hadi başlayalım müsaadenizle… 

İlk baskısı 1980’de yayınlanmış ve 1960-80 dönemine ait Sezai Karakoç’un kaleminden derleme yazıların yirmi altı başlıkta bir yaşam biçimi ve fikriyat yolu olarak temellendirdiği Diriliş eylemi ve anlayışı Diriliş Muştusu olarak isimlendirdiği bu eserinde karşımıza çıkıyor.  

Diriliş Fikri, bir bakıma eserin kaleme alındığı dönemde hâkim ideolojiler olan Marksizm, Kapitalizm, Komünizm, Anarşizm gibi akımlara karşı bir duruş ve onlardan apayrı bir noktada hakikat merkezi olarak konumlandırılsa da eserin neredeyse tamamına yayılmış bir tanımlama vurgusu dikkat çeker. Bu tanımlamaların özünde eseri; bir diriliş eri karakterini ve ona diriliş yolunu tarif etme kılavuzu olarak değerlendirmek de mümkün.  

Karakoç’a göre Materyalist akımlar, sonlarına izm’ler takılarak bir sistem ve öğretiymiş gibi takdim edilseler de isimleri ayrı, özleri aynı çerçeveyi doldururlar. Bu bakımdan kapitalizmi sömürüyle, komünizmi terörle, batıcılığı anarşiyle özdeşleştirmektedir. Hâlbuki Diriliş Fikri; sömürüyü değil paylaşmayı, terörü değil barış ve kardeşliği, anarşiyi değil huzur ve asayişi, maddeyi değil ruhu, taklitçiliği değil değer üretmeyi öncelemekte ve savunmaktadır. 

Komünizm, kapitalizm gibi materyalist akımların dünya görüşleri ve hayat tarzları üzerinde kimi yerde kurumsallaşmış teslim oluşlarla kimi yerde serbestlik ve özgürlük halesiyle ruhun kıpırdayamayacağı kendilerine özgü bir sıkıdüzeni vardır. Hakikatin de sıkıdüzeni vardır, ancak bu düzen laubalilik ve anarşi içinde kendini göstermez, aklı susturmaz ve eleştiriyi durdurmaz. Kâinat nizamına ahenk tutmuş uyum, ağırbaşlılık ve güven içinde bir sıkıdüzen. Dıştan buyurucu değil, içten bir disiplin.  

“Çağımız üzerine çöken kâbus Materyalizm kâbusudur. Çağımız tam bir ‘düşükler çağı’dır. Hatta yaygın bir kürtaj çağıdır. Maddi sultanlar tarafından vaktinden önce düşürülmektedirler.” Materyalist blok, diriliş kıpırtılarını muazzam bir başarı ile henüz olgunlaşmaya fırsat vermeden söndürme kudretine sahip ve bu açıdan ruhun dirilişine imkân ve ihtimal yokmuş gibi görünüyor. “Umutsuzluğu doğuran sistem ve yapılar ebediymiş gibi, hiç yıkılmayacakmış gibi görünürler. Ama bu aldatıcıdır.” Gerçekte “en sağlam kaleden daha sağlam gözüken dev yapılar, gerçekte birer örümcek ağı, yuvası kadar çürük, temelsiz ve askıdadır.” Çünkü “Tanrı’nın desteğinden mahrum yapılar donuk ve etkisiz kalmaya mahkûmdur.” Buna ilave olarak “Ruhun aydınlığına karşı barikat karanlığı”, barikat kültürü mevcut. Fakat “Barikatın ömrü azdır. Çünkü amaç çokça şarta bağlıdır. Şartla soluk alıp şartla soluk vermektedir.” 

Bütün bunlar yıkılmaz görünenin yıkılışına delillerdir. Ancak Karakoç’a göre Diriliş Muştusu’nun asıl temellendiği zemin daha başkadır. Karakoç, insanlık ve medeniyet akışını mevsimlerin döngüsü gibi görüyor ve Diriliş Muştusu’nu daha çok bu devinimden bekliyor. Nasıl ki mevsimlerin yazı, kışı ve baharı var. Ve de her biri ardınca dönüp duruyor. İnsanlık medeniyeti açısından da durum bundan farksızdır. Ruhsuzlaşan ve kaskatı kesilen çağımıza rağmen, yakın gelecekte yeni ve taze bir muştuya kavuşacağı muhakkaktır. Birbirinden koparılmış olan hakikat ve insanlık, bir gün diriliş ruhunda birbirlerine kavuşacaklardır. “Geçmiş zamanın mahkûmu bir gelecek zaman anlayışı insanlık tarihinin gelişimine ters düşer ve değerini çerçevelemekte yetersiz kalır.” Bu bir diriliş hakikatidir ve vahiy uygarlığının, hakikat uygarlığının her atılımında böylesi yenileniş ve diriliş her defasında gözlemlenmiştir.  

Sakin gökyüzünü getiren saat, fırtınalardan geçerek gelecektir.” Devinim sürecinde muştuya kavuşmak kolay olmayacak, oldukça sıkıntılı ve sancılı süreçler yaşanacaktır. Sezai Karakoç, insan medeniyetinin mevsimsel döngüsünü üç periyot ile sembolleştiriyor. Birinci periyot Katı Dönem ya da Donma Dönemi. Bu dönemde “Sanki geçmiş batmış, şimdiki zaman kararmış, gelecek zaman gelmeyecektir. İnsanlığın sonu gelmiş gibidir.” İkinci periyot Buhran Dönemi. Bu dönemde de bunalım ve zulümler var, ancak kara bulutlar dağılma eğilimindedir. Üçüncü periyot ise Diriliş Dönemi’dir. Yaşadığı çağın konumunu ise Bunalım Dönemi’nin sonu, Diriliş Dönemi’nin başlangıcı olarak tespit ediyor. 

Diriliş gecesinde insanlığın karakter ve ruh sağlamlığı ağır imtihanlara maruz kalmaktadır, kalacaktır. Asıl mesele kirlenmeden, yara almadan, iç arınışı gerçekleştirip kötünün çekiciliğine karşı sabır ve sarsılmaz direnişle bu çetin geceden sabaha kavuşabilmektir.  

“Elbette ki bu geliş büyük çalışmalar ister. Fakat süreç ve çalışmalar bilinçli ya da bilinçsiz başlamış ve devam etmektedir.” Çünkü karanlık er ya da geç aydınlığa kavuşmak mecburiyetindedir. Burada ince ama çok önemli bir noktayı vurgulamak gerek. Şöyle ki Karakoç’a göre Diriliş Muştusu döngü akışı gereği kendi doğallığı ile her halükârda gelecek, ancak diriliş erleri bilerek ya da bilmeyerek bu gelişe yol açacak ve yol olacaklardır. “İşleri Tanrıya ısmarlama ancak alın teri dökmüşlerin hakkıdır.” Kişinin çabası ve duruşu öncelikle ve özellikle hak etmişlik duygusunu doyurur, ancak dolaylı da olsa kapının açılmasına katkı sağlar. Kapı, “dışarıdan değil, içeriden” açılacaktır ama “dışardakiler içeri girmeye layık olunca” açılacaktır.  

Diriliş fikrinde hazır oluş eylemi, her türlü zorluk ve zorbalıklara rağmen kapı önünden ayrılmama çabası önemli bir motivasyonu işaret etmektedir. Evet, yaşanan çağda dönemin ideolojileri bakımından “azgın bir kış yaşanıyor” lakin bahar çok yakındır, kapı açılacaktır, muştuya kavuşulacaktır. “Kapı açılıncaya kadar önünden ayrılmama sabrını gösterenler, direnişçilerdir.”  

“Diriliş, zoraki bir eylem peşinde olamaz. Ama günü saati gelince eyleminden de kaçınamaz.” ve “Diriliş eylemi pasif değil, sakindir… Yıkıcı değil, yapıcı... Tepkici değil, tepki doğurucudur.” ifadeleri ile Karakoç, Diriliş anlayışının her daim bir hedef üzerinde olduğu, ancak bu hedef için ısrarcı ve hesapsız olunmayacağını, sabırlı ve vakur duruşundan taviz vermeden nerde ve ne zaman ne şekilde hareket edeceğini bilen bir anlayışı tanımlıyor.  

Diriliş eylemi, her şeyden önce bir “varoluş ısrarı”dır. Yıkılabilen ama yıkıldığı yerden kalkan, ölen ama öldüğü gibi dirilebilen, mevsimsel ve geceli gündüzlü döngüler gibi varoluş ısrarı diriliş eyleminin esrarını simgeliyor. Temel mesele, kara gecede mücadeleyi kazanmak ya da kaybetmek değil, kişinin hangi tarafta durduğu ve kapı önünde bulunup bulunmadığıdır. Varoluş ısrarı, kapı açıldığında kapı önünde bulunmayı gerektirir. 

  

“Ruhun ahirete açılışı Rönesans devrinden bu yana en çok çağımızda zayıfladı, soluklaştı”, “Bilim, teknik, felsefe, plastik sanatlar, görüntü sanatlarındaki ilerlemeler ruhun öz pencerelerinin aralanışına yardımcı olacakları yerde çoğu kez onu kapayan, erteleyen, yenilgiye batıran çağın üzerinde umutsuzluk kâbusunun öğeleri olmuştur”, “Çağımızın vebası tutsaklıktır. Vücuda girdiği yerden etkisini hızla beyne doğru ileten kuduz mikrobu gibi sabırlı, ısrarlı ve kararlıdır bu tutsaklık ruhu.”  

Karakoç’un yukarıdaki ifadelerinde, Materyalist akımların müspet sayılabilecek öğeleri dahi kendi kontrolünde ve mecrasında işlettiği, sinsice hayat damarlarımıza sokulup insanı madde dünyasına çekmekte olduğu, ihtiyaç duyurduğu her bir meta veya meta versiyonu insanı bir adım daha kendi tutsağı haline getirdiği, insana kanaatkârlığı unutturup yeni yeni heveslerle zaman ve emeğini peşinen satın almakta olduğu vurgulanıyor.  

Elbette böylesi bir kuşatma her nevi güç ve iktidarına rağmen yıkılacaktır, ancak çağın benliğine karşı erliğine özeleştirişsel tavsiye ve çağrılarda bulunuyor. Mesela; fikir ve inançta lafzın önemini ve ötesini sıklıkla işaret etmektedir. Allah’a tapanlar ile Allah’ın ismine tapanları ayrıştırıyor. Belki de buna inat pek çok kere “Tanrı” söyleminde ısrar etmektedir. Mesela, ilacın prospektüsünü ezberlemek değil, acı da olsa ilacı içmeyi salık vermekte. Sadece söyleme, eylemini de göster. Sadece inanma amelinle de inan. Amelin inandığını göstersin. Yeni bir değer ortaya çıkartamayan eleştiri laf-ı güzaftır, taklitle başkalarını yaşama gibi tavsiyelerde bulunmaktadır.  

“Diriliş Yolu; erler, erenler, pirler yoludur.” Eserin temel vurgusu “diriliş eri” üzerinedir. Direniş ve diriliş erlik ister, mütevazılık gerektirir. Eserin geneline yayılmış tasvirlerde diriliş eri; iç arınışını gerçekleştirmiş,  Amentüyü ruhuna geçirip ruhunu Amentüleştirmiş,  mizacını müminleştirmiş, benliğini bir misafir gibi gören, adsızlık ve ünsüzlüğe razı, ödevini yolu bellemiş, değer üreten ve eyleme müteveccih, gözlemleriyle eleştiren ama eleştirilmeyi tercih eden, ön kabulleri müspet eğilimli ve uyarıcı, özgür ve cesur, sabırlı ve ağırbaşlı gibi niteliklerle karakterini inşa etmiş, zindanda ve sarayda duruşunu muhafaza edebilen kişi olarak tanımlanıyor. 

“Ahım şahım bir gezegen değildir Dünya. Bir cennet hiç değildir. Belki olabilirlikler yumağıdır. Onu cennete ya da cehenneme yaklaştırmak da insana verilmiş bir olabilirlik ya da yapabilirlik”, “Bütün zulümler, haksızlıklar, eksiklikler bu dünyayı bu dünyadan ibaret bilmekten kaynaklanıyor.” Bu noktada “dirilişçi, ne yapıp yapıp bu dünyayı ‘Öteki Dünya’dan haberdar kılmalı, onunla tanıştırmalı, hatırlatmalı, cennete doğru uzatmalı.” Dünyayı cennete benzetmenin, yakınlaştırmanın en pratik ve en elverişli yolu Dünya ile Öteki Dünya arasında sağlam köprüler inşa etmektir, aradaki bağı güçlendirmektir. 

“Dışın kuvveti değil, için zayıflığı tehlikeli. Tehlikeli olan ruhun ölümüdür. Ruhta ölüm olduğu vakit, çare ruhta diriliştir”, “İnsan ruhu bir ney gibidir. Onun ahiret âlemine açılan pencereleri var. O pencereler açık kaldıkça ruh gereğine kavuşur. Oruç bir penceredir, namaz bir penceredir, hac bir penceredir.” Bir afet anında, can tehlikesi yaşadığımızda ve müminler için Ramazan ayının cadde, sokak ve hanelerinde Öteki Dünya’nın ruhu hissedilir. Ancak bunu benliğin gerçeği haline dönüştürmek için ibadet pencerelerini ruhun diriliş yoluna açmak gerekir. 

  

                          

  

Sezai Karakoç, yaşadığı çağın nüfus artışı, açlık ve sefalet gerçeği ile israf ve safahat çelişkisi, haksız ve ardı sıra süregelen savaşlar, büyük devletlerin iştahı, anarşi ve terör, beyinleri yıkanmış kitleler, hakikatin örtüsü, yalanın süsü ve insana tapıcılığın insanlığı bir yere götüreceğini ifadeden sonra esasen bakıldığında insanlığın sonu gibi değerlendirilebilecek bu kara tablolara rağmen bir kırılma yaşanıp sürecin bir dirilişe evrilebileceğini işaret ediyor. Ona göre insanlığın şansı tükenmemiş, bu trajediden insanlığın tamamı sorumlu değildir ve hakikatin henüz sözü tükenmemiştir. 

“Kaç kere artık hiçbir çözüm kalmadığı ve insanlık tarihinin kapandığı sanılmış, fakat adeta hiç beklenmeden uzanan bir el, zamanın örtüsünü aralayarak insanlık destanında yeni bir perde açmıştır.”  

“O çocuğu bekliyoruz. Dünyayı değiştirecek, yenileyecek, meşhur kelimemizle söyleyelim, "diriltecek" çocuğu...”  

Diriliş fikrinde belirgin bir kurtarıcı özlemi vardır. “O çocuk” tabiriyle bu özlem somutlaştırılmıştır. O çocuk, diriliş muştusunun ve diriliş devrinin kahramanıdır, kapıyı açanıdır, karanlığın kalbine mızrağını batırandır. Diriliş Döneminin karakterini ibda ve inşa edecek, diriliş erlerinin lideri ve kendine karşı olanların bile kurtarıcısı olacaktır. “Yargılamak için gelmeyecektir, belki kendini yargılamışlar için gelecektir.” 

“Gün gelmiştir ama vakit ve saat henüz ermemiştir. Vakit için henüz bir alamet yok ama belki tohum atılmış, filiz topraktan başını çıkarmıştır. Hamile vaktin karnı iyice şişti. Doğum belki de bir vakit ve saat meselesidir.” 

Sezai Karakoç, Diriliş Muştusu eserini muştu ile noktalıyor. Yazıların kaleme alındığı dönem ruhun dirilişi açısından namüsait şartlara sahip olduğu halde görünenin ardındakine odaklanmak, bunu bir Diriliş Fikri olarak inşa etmek ve donatmak, direniş için motivasyon oluşturmak, gaybın hakikatini saklananda aralamak bir çıkış yolu aramanın tezahürü değil, bizatihi hakikatin kendisi olarak tarif edilmiştir. 

  

Ahmet ÇİÇEK