Şahsi olarak ne CHP ne de DEM ile uzaktan yakından işim olmaz. İyi bir Atatürk sevdalısı olarak Atatürk'ü siyasetine alet eden kim varsa o tarafa doğru mesafemi korumaya gayret ediyorum. Aynı mesafem din tüccarları için de geçerli. Her türden din sömürüsünü kapsamakla beraber Alevilerin ruhani olgularını da sömürenleri aynı gruba dahil edebiliriz.
İktidar partisini “Siyasal İslamcılık” yaftasıyla tasnif etmeye çalışan muhalif güruh, aynı yaftayı kendi seçmen kitlesi olan Alevi vatandaşlarımız için yapınca neden “Siyasal Alicilik” olmuyor? CHP'den başka partiye yanaşan Alevileri “Yol Düşkünü” ilân etme cesaretini gösterenler, konu kendilerine gelince üç maymunu oynamaktan geri durmuyorlar.
Mesele sadece din ya da Atatürk sömürüsü de değil. Kürtler de hallaç pamuğu gibi bir o yana bir diğer yana savrulup duruyorlar. Geçmişte bölücü örgütün silahlı dayatmasıyla mecburen Kandil'in kurdurtmuş olduğu siyasi partiye oy vermek zorunda kalan Kürt kökenli vatandaşlarımız, Selahattin Demirtaş'ın cumhurbaşkanı adayı olduğu dönemde partinin tek başına da yol alabileceğine ve hatta bölücü örgütten bağımsızlığını kazanabileceğine inanmışlardı. Hâl böyleyken birdenbire CHP ile başlayan masa altı çarpık ilişki hem Türk ulusalcıların hem de Kürtlerin kafasını sürekli bulandırarak kendi kitleleri karşısında zor durumda kalmalarına sebep oldu.
Kürtlerin tamamının otomatik olarak DEM Parti seçmeni olduğunu zanneden CHP zihniyeti, kendi gelecek vizyonunu Kandil'in iki dudağı arasına sıkıştırarak aslında kendi ayağına sıktığının da farkında değil. Çıkıp sokakta üç beş kişiye sorsalar aslında tüm gerçeklerle yüzleşecekken kafalarını kuma sokup bir seçimin daha başarısızlıkla nihayete ermesini bekliyorlar. CHP yöneticilerinin asıl derdi iktidar olmaktan ziyade parti içindeki kendi mevcut konumlarını muhafaza etmekten öte gidemiyor.
Son günlerde seccade ve zikirmatik hediyeleriyle seçmenlerin kapısına yanaşan CHP'li belediye başkan adayları, il ve ilçe binalarındaki seküler ve din düşmanlığı içeren sohbetlerden haberdar olmayan dindar vatandaşlarımızın gönüllerine girmek için atmayacakları hiçbir takla olmadığını bir kez daha bizlere ispatlamış oldular. Atatürk ile uzaktan yakından alakası olmayan tiplerin doluştuğu teşkilat binaları 80 öncesi sosyalist konsomolların bile önüne geçti. Dışarıda marjinal olmadığını iddia edip içeride marjinal kafaları toparlayan ve adeta Gezi olaylarındaki vandal birlikteliklerin konsorsiyum halinde çatı bulduğu CHP örgütleri, iyi niyetli Atatürkçü ve ulusalcı seçmeninin haberi olmadan bilinmez bir yöne doğru ivme kazanıyor.
Her fırsatta özgürlüklerden ve diktatörlükten dem vuranlar, son günlerde DEM Parti'nin kendilerine uyguladıkları dikta rejimini ve aday belirlemede ellerinden aldıkları özgürlükleri sorulduğunda ise sus pus oluveriyorlar. Kürtlükle alakası olmayan ve en büyük zulmü Kürtlere yapan DEM ve hâmisi Kandil neredeyse CHP'nin kendi adayları konusunda bile söz sahibi olur hâle geldi. “Atatürk yaşasaydı” diye söze başlayanlar şunu iyi bilmelidir ki; Atatürk yaşasaydı hepinizi sopayla kovalardı. Dünya siyaset tarihine altın harflerle yazılmış ve bir cumhuriyet inşa etmiş böylesine bir köklü siyasi partimizin içinde bulunduğu durum, maalesef dünya üniversitelerinin siyasal bilimler fakültelerinde büyük bir başarısızlık hikâyesi olarak okutuluyor.
Gelen her genel başkanın çıta olarak bir öncekinden daha yüksekte olması gerekirken, Atatürk'ten bugüne kadar koltuğa oturan herkesin bir öncekinden vizyon olarak daha da geride kalması CHP'nin kaderi midir bilmem ama en azından gerçek Atatürkçü ve ulusalcıların partiden atılmadığı günleri de görebileceğimiz zamanlar gelse de keşke gerçek muhalifleri karşımızda görebilsek.