Doksanlı yılların sonuna doğru, evinde veya işyerinde bilgisayarı olan halktan kişiler internete girmeye başlamışlardı. O günlerde çıkan internet dergileri de vardı. “.net” adlı dergide yaşı oldukça ileri bir hanımefendiyle yapılan bir röportaj okumuştum. O röportajda hanımefendi internette en sevmediğim şey şu kısaltmalar demişti. Böylesi bir başlık yazınca aklıma o röportaj geldi.

CPTPP,  İngilizce “Progressive Agreement for Trans-Pacific Partnership” sözcüklerinin kısaltması. Türkçesi ise Pasifik Ötesi Ortaklığı için Kapsamlı ve Aşamalı Anlaşma. Bu bir ticaret anlaşması, üye ülkeler arasındaki gümrük vergilerini en aza indirerek, ticareti geliştirmeyi amaçlıyor. 2018’de anlaşmaya imza atarak birliğe katılan ülkeler; Peru, Avustralya, Kanada, Yeni Zellanda, Şili, Japonya, Malezya,  Meksika, Brunei ve Vietnam. Bu on ülkeye geçtiğimiz pazar günü İngiltere de katıldı. İngiltere’nin İş Dünyası ve Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kemi Badenoch, katılım belgesini imzalarken, İngiltere için "tarihi bir günde olduklarını belirterek, bağımsız bir ticaret ülkesi olarak statümüzü, Birleşik Krallık ekonomisinin büyümesine yardımcı olacak heyecan verici, büyüyen, ileriye dönük bir ticaret bloğuna katılıyoruz dedi.

İngiltere’nin ünlü haber televizyonu Skynews’te internet sitesinde bu katılımı “İngiltere’nin ticareti için önemli bir dönüm noktası: İngiltere, 12 trilyon sterlinlik Hint-Pasifik Ticaret Bloğuna katılmak için anlaşma imzaladı” şeklinde duyurdu. İngiltere’nin Başbakanlık resmi hesabından Twitter’da yapılan açıklamada ise “Birleşik Krallık, şu anda Brexit'ten bu yana en büyük ticaret anlaşması olan CPTPP'nin bir parçası oldu.” denildi. Bu tweetinin altında da hem Başbakan Rsihi Sunak hem de Ticaret Bakanı Badenoch’un heyecanlı anlatımlarıyla, bu katılımın İngiltere’ye sağlayacağı faydaları açıklayan özel hazırlanmış bir video yer aldı. 

Yapılan açıklamalarda iki önemli konu dikkatimi çekti. Bunlardan birincisi Brexit, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılışı, diğeri de bağımsız bir ticaret ülkesi olmanın ön plana çıkarılması. Anlaşılan İngiliz hükümeti özellikle de iktidardaki Muhafazakâr Parti, kendi kamuoyuna Avrupa Birliği’nden ayrılmanın bir dezavantaj olmadığını anlatma derdinde. Buna ilaveten, Avrupa Birliği gibi bir bloğa üye olmayınca, daha özgür bir ülke olduklarını ve Pasifik ötesinde bile ticaret anlaşmaları imzalayabildiklerini vurguluyorlar. Bu anlaşmanın dikkat çeken bir diğer yönü de, ilk defa bir Atlantik ülkesinin, Hint-Pasifik Bloğuna katılmış olması. CPTPP üyesi diğer ülkeler de İngiltere’nin bir G7 ülkesi olarak kendileriyle böylesi bir ticaret bloğuna katılımının, ticari ilişkilerdeki standartlarını yükselteceğine inandıklarını belirtiyorlar. Kısacası herkes memnun. Anlaşmanın hemen ardından da İngiltere Başbakanlık ofisinin sitesinde CPTPP üyesi ülkelerle bire bir kurulmaya başlanılan ticari ilişkilere dair haberlere yer veriliyor. İlk haber Şili ile yapılan yeni anlaşma. İngiltere ile Şili arasındaki ithalat ve ihracat sürecini basitleştirecek ve aynı bloğun üyeleri olarak iki ülke arasındaki iş ortamını iyileştirecek deniliyor.

İngiltere’nin bu bloğa katılımından on beş gün önce 4 Temmuz Salı günü de bir başka ülkenin, bir başka bloğa katılım haberi dikkatimizi çekmişti. İran’ın Şanghay İşbirliği Örgütüne kesin üye olduğu resmen açıklandı. On beş yıllık gözlemci ülke pozisyonunun kesin üyeliğe dönüşmesi, küresel çapta yaşanan olayların ortaya çıkardığı etkilerden kaynaklanıyor. Pandemi sonrası başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın dünyada Doğu-Batı şeklinde iki kutupluluğa giden yolu açtığı, İran’ın ve diğer ülkelerin tercihlerini bu bloklaşmaya göre yaptığı şeklinde yorumlar var. Şanghay İş birliği Örgütü, Çin ve Hindistan gibi iktisadi açıdan yükselişte olan ülkelerin örgütte yer alması sebebiyle ekonomik bir birlik gibi görünmesine karşın, siyasi bir nitelik de taşıyor. Bu açıdan bakıldığında gerçekleşen bu kesin üyelik, İran’ın yakın geçmişte yaşadığı sosyal/siyasal çalkantılı dönemi akıllara getiriyor. Şanghay İşbirliği örgütüne üye ülkeler kendi aralarında toprak bütünlüklerinin korunması konusunda da dayanışma içerisindeler. Örgüt, aynı zamanda uluslararası güvenlik ve savunma işbirliği niteliğini de taşıyor.

Hem İngiltere’nin CPTPP üyeliği, hem de İran’ın Şanhghay İş birliği Örgütü’ne kesin üyeliği, aslında yeni dünya düzenine dair ipuçları içeriyor. Her ikisi de Amerika’da Trump dönemi sonrasında Demokrat Partinin iktidara gelişiyle başlayan sürecin etkilerini taşıyor. Küreselciler dünyaya kendi istekleri doğrultusunda çeki düzen vermek istiyorlar. İlgilendikleri sadece Amerika değil, Amerika onlar için bir merkez üssü konumunda. Demokratlar, iktidarı bundan böyle Cumhuriyetçilere vermemeye kesin kararlılar. Trump’ın karşı karşıya kaldığı suçlamalar ve hakkında iki yüz civarında davanın açılmış olması, gelecek seçimlerde kazanma şansı düşük başka bir cumhuriyetçi aday çıkarılmasına yönelik çabaların göstergesi. Trump döneminde ortaya çıkan bazı gerçekler, Amerika’da üslenmiş küresel sermayenin, Amerikan çıkarlarına hizmet etmediğine dair turnusol kâğıdı işlevi görmüştü. Trump, sadece FED ve diğer küreselci örgütlere karşı aldığı tavırla değil, Amerika’nın dünyada konumlanma şeklini değiştirmesiyle de küreselcileri rahatsız etmişti. Küreselcilerin Amerika’yı gözden çıkarmadıklarını, fason üretim merkezi olarak seçtikleri Çin’in komünizmde direneceği net olarak anlaşıldıktan sonra, Joe Biden gibi silik bir adayın Amerika’ya başkan yapılması için verdikleri kıyasıya mücadele ile anlamıştık. Trump’ın başkanlığının son günlerinde yaşanan parlamento baskını da bu amaca hizmet eden gerçek bir komploydu.

Peki, bunun İngiltere ve İran’ın kendilerini konumlandırdıkları yerlerle ne alakası var? Avrupa Birliği, Amerika’da üslenen küreselcilerin entegre bir yapılanması, Amerikan Demokrat Partisinin entegre bir uzantısı niteliğinde. Bakınız uyumlu demiyorum, entegre diyorum. İngiliz devleti, Avrupa Birliğinde kaldıkları müddetçe, ülkenin tamamen güç kaybettirilerek fakirleştirileceğini; imparatorluğa ait yılların kazanımı olan İngiliz Milletler Topluluğu CommonWealt’in dağılacağını, Birleşik Krallığın birleşik olarak kalamayacağı gerçeğini çok iyi anlamıştı. İngilizlerin Amerika’sı, Demokratların değil, Cumhuriyetçilerin yönettiği Amerika’dır. Brexit de bu netleşen ayrımların sonucu olarak, İngiltere’nin, küreselci entegrasyon olan Avrupa Birliği’nden çıkışının adıdır. İngiltere’yi ayakta tutan orta ve küçük ölçekli işletmelerin, orta direk ve küçük esnafın desteğiyle başarıldı. Şimdi İngiltere, küreselcilere karşı verdiği bu varoluş mücadelesinde, hiçbir yere göbek bağı olmayan kendi deyimleriyle “özgür bir ülke” olarak, eski günlerine dönmeye çalışıyor. 

İran’a gelince. Demokrat Partili Başkan Barack Obama döneminde imzalanan uranyum zenginleştirme faaliyetlerine kısıtlama getiren anlaşmaların küreselcilerle aralarında gerçek anlamda bir güven tahsis edemediğini fark eden İran, kendisine karşı uygulanan ambargoların tam olarak kaldırılmamasının verdiği yılgınlıktan sonra, yakın dönemde yaşadıkları ve ülkeyi sarsan iç karışıklıkların ateşinin küreselciler tarafından körüklendiğini gözlemledi. Cumhuriyetçiler, rejimi ve yönetimi değişmiş bir İran isterken, Demokratların ise sadece rejimi ve yönetimi değişmiş bir İran değil, aynı zamanda İran’ın siyasi haritasında değişiklikler istedikleri son yaşanan olaylarla netleşti. Çünkü küreselciler hiçbir zaman güçlü, köklü geleneklere dayalı, küresel sermayeye karşı dik duran devletler istemiyorlar. Ülkelerin toprak bütünlüğü aleyhine faaliyetleri de bu yüzden. Amerika’daki iktidarlar, Arap ülkeleri ve İran ilişkileri için belirleyici olmuştu. Amerika’da cumhuriyetçilerin iktidarda olduğu dönemde Arap ülkeleri Amerika’ya yakınlaşmış, İran uzaklaşmıştı. Demokratlar iktidardayken de tam tersi oluyordu. İşin gerçeği bu süreçlerin yaşanmasında asıl etken İngiltere’nin Amerika’daki Cumhuriyetçilerle olan bağlarıydı. Arap ülkelerinin geçmişte kendilerine haritada bir devlet armağan eden kraliyete olan gizli bağlarıyla Cumhuriyetçilere olan iş birliği anlayışı buradan gelmekteydi. Görünmez İngiliz’in etkisi Arap ülkelerinde asla yok olmadı. Bu etki, Trump döneminde Ortadoğu’yu barış bölgesi yapmaya niyetlenmiş ve Araplarla İsrail’in yakınlaşmasına da sebep olmuştu. Hatırlarsınız barış ortamına Türkiye de katılarak İsrail ile karşılıklı ziyaretler gerçekleşti, “iyi niyetler” açıklandı. Kısacası İsrail ve Mısır ile olan yeniden diplomatik ilişki tesisinin arkasında da bu rüzgâr bulunuyor. Çünkü barışın her zaman tarafların lehine sonuç vereceğini herkes biliyor.  

Geçtiğimiz mart ayında İran ve Suudi Arabistan aralarını düzeltme ve karşılıklı diplomatik temsilciliklerini açma kararı aldılar. Ortadoğu’da küreselcilerin egemenliğindeki Amerika merkezli paradigmanın sonuna gelindi. İran da Şanghay İşbirliği Örgütüne katılarak kendisini yeni Doğu bloğunda konumlandırdı. 

Peki, Arap dünyası yeni dünya düzeninde ne yapacak? Hiç kuşkusuz, her ülkenin kendi geleceğine dair planları ve dilekleri var. Ama bölgesel olarak barışın tahsis edildiği, ticaret ve güvenlik konularındaki adımların atıldığı günlerdeyiz. Bu açıdan bakıldığında Başkan Erdoğan’ın Körfez Turu olarak adlandırılan Basra Körfezi ülkelerine yaptığı ziyaretin önemi de büyük. Suudi Arabistan ile başlayıp Katar ile devam eden Körfez Turu, Birleşik Arap Emirlikleri ziyaretiyle sona erdi.

Suudi Arabistan ile pek çok konuda mutabakata varılarak anlaşmalar imzalandı. Enerji alanında ve savunma sanayiinde iş birliği ve araştırma geliştirme faaliyetlerini yürütme planı imzalandı. Baykar ile yapılan iki anlaşma ile de Akıncı projesi kapsamında Baykar tarafından geliştirilen Akıncı TİHA’ları Suudi Arabistan ordusunun envanterine katılacak. Ayrıca iki devlet arasında doğrudan yatırımların teşvik edilmesine ilişkin mutabakat zaptı da imzalandı. Yani şirket satın almak yerine, doğrudan yatırım niteliğinde fabrikalar ve üretim tesisleri kurulması mutabakata bağlandı. 

Katar ile oluşan yakın dostane ilişkilere ek olarak Birleşik Arap Emirlikleri ile de daha yakın ilişkiler kurulmasına yönelik adımlar atıldı. BAE, Arap dünyası içerisinde hiç kuşkusuz çok önemli bir ülke. Yapılan görüşmeler neticesinde toplam 13 adet anlaşma belgesi imzalanarak kabul edildi. Anlaşmaların toplam tutarının 50.7 milyar dolar olduğu açıklandı. İki ülke arasında Mart ayında imzalanan CEPA (Comprehensive Economic Partnership Agreement) “Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması” nın yürürlüğe girmesiyle ticari ilişkilerin ve karşılıklı yatırımların daha da artacağı emirliğin resmi ajansı WAM tarafından açıklandı. Birleşik Arap Emirlikleri, kendisini Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya açılan bir kapı olarak tanımlarken, Türkiye’nin de Avrupa’ya açılan bir kapı olduğunun bilincinde. Hem yatırım alanlarının önemini, hem de küresel tedarik zincirinin önemli bir halkası olduğunu iyi biliyor ve bunu değerlendireceklerini söylüyorlar.

Türkiye’nin bu üç ülke ile yaptığı anlaşmalar ve iş birliği başlattığı projeler, geleceğe dönük önemli adımlar anlamına geliyor. Körfez ülkeleri başta Suudi Arabistan olmak üzere fosil yakıtlar döneminin bitmek üzere olduğunu ve ülkelerini geleceğe taşıyabilmek için yeni projelere ihtiyaçları olduğunu çok iyi biliyorlar. Onların küresel aktör olma yolundaki çabalarında şimdiden yanlarında olmak, işbirliğinde bulunmak ülkemize, insanımıza çok şey kazandıracak.

İngiltere ve İran, özgür ülkeler olarak halklarının geleceğini düşünerek, yeni dünya düzeninde kendilerini özgürce konumlandırırken, Türkiye’nin buna benzer çabalarının olması çok doğal ve gerekli. Küreselcilerin dünyayı kötülüğün egemen olduğu bir gezegen yapma çabalarına rağmen, dünyada iyilik ve barışın hâkim olması için biz Türklere büyük görev düşüyor. Çünkü biz hem kadim medeniyetler döneminde, hem de yakın tarihlerde barışı dünyada tesis etmiş bir milletin evlatlarıyız. Bu yöndeki çabalarımız, küreselci çömezlerinin engellemelerine, kötülemelerine rağmen sürecek.