‘’Her çınarda bir dede edası vardır. Onlar toprağımızın hakiki gururudur, belki de dedelerimiz, o heybetli vakarı, o dağ sükûnetini onlardan öğrendiler.‘’ diyen Ahmet Hamdi Tanpınar, ince üslubu ile duygularıma lisan olur. 

Topkapı Sarayı Bâbü’s Saade kapısından geçip Arz Odası yanındaki basamakları aşınca, tarihi çınar ağacıma kavuşurum. Köklerime ulaştığımı hissederim. Ruhumu bulduğum ağaçtır. Duygusal coşkunluk çınar karşısında yerini sükût ve düşünceye bırakır. Büyük bir hürmet, sessizlikle vaktin nasıl geçtiğini fark etmem. 

Çınar, derin düşündüren, kendini bir başka saydıran, bu saygınlığı sonuna kadar hak eden bir ağaçtır. Yorgun yaşlı gövdesinin ortasındaki kocaman oyuğa rağmen, köklerinin toprağa sımsıkı tutunması ve her köşesinden irili ufaklı çıkan dallar aileyi hatırlatır. 

Tarihi çınar ağacı1

Türk toplumunda ağaç birliğin sembolüdür. Ailenin, boyun, devletin birliği ve gücü ağaç üzerinden sembolleştirilmiştir. Ağaç yerle göğü birleştirir. Destansı alıntılarda hayatın kaynağı, tanrının yaratırken araç olarak ağaç kullanması, ağacın Türk kültürünün temel unsurları arasında önemli bir yer edinmesini etkileyen nedenler arasındadır. Bazen bir boya isim olur ‘’Kıpçak’’ ağaç kovuğu anlamına gelir. Oğuz boylarından Üçokların soyunun ağaçtan geldiği, annelerinin bir ağaç olduğu destanda anlatılır. 

Dede Korkut: 

‘’Başına doğru bakar olsam, başsız ağaç
Dibine doğru bakar olsam, dipsiz ağaç’’  derken, Türk toplulukları arasında ağacın hükümdarlık, ata ve sülaleyi temsil ettiği inancına işaret eder.  Anaya ataya saygı olarak da nitelendirilen ağaca saygı kültürel olarak önemlidir.  

İslamiyet’in kabulünden sonra da hikâyelerde karşımıza çıkar. Dede Korkut hikâyelerinden birinde kahraman ‘’Basat’’ ‘’Tepegöz’’ e kendini ‘’Kaba Ağaç Oğlu’’ olarak tanıtır. 

Moğol hükümdarları Ögeday ve Kubilay Han kendileri için birer ağaç dikip bu ağaçlara asla dokunulmaması gerektiğini emretmişlerdir. Türk ve Moğol toplumlarında, mezarların ağaç altına yapıldığı, mezarlara ağaç dikildiği araştırmalarda tespit edilmiştir. 

Osman Gazi rüyasında, Osmanlı Beyliği’ni dünyayı saran bir çınar ağacı olarak görür. Anadolu ve Balkan coğrafyasında kurulacak Türk hâkimiyetinin, dünyanın üç kıtasına yayılacağını, uzayan dalları ve kılıçlaşan yapraklarıyla haber vermektedir. 

Lübnan’ın sediri neyse Osmanlı’nın çınarı da odur. Osmanlı çınarı ‘’Doğu Çınarı’’ ismiyle bilinir. Hükümranlık, devamlılık, sahiplik arz eder. İlk fethedilen yerlere yapılan namazgâh ve çeşmeyle birlikte çınar da kalıcılık ve üstünlük ifadesi olarak dikilir. İnşa edilen kamu yapılarının hemen yanına onunla beraber yaşayıp, yaşlanması için bir çınar ağacı dikme geleneği de vardır. 

Hanların, beylerin soyları çınarla sembolleştirilmiştir. Manas Destanı’nda ‘’Ulu Çınar’’ konaklama ve sığınma yeridir. Çınarla devlet arasında bağ kurulduğu gibi çınarla çocuk arasında da bağ kurulmuştur. Çocuklar uzun ömürlü olsun diye çocuk doğunca onun için çınar dikilir. 

Cenap Şehabettin, döneminde ülkenin durumunu kaleme aldığı bir yazısında, vatanı ihtiyar bir çınara benzetir. Faruk Nafiz Çamlıbel, Ayda Bir adı altında yayınlanan bir dergide ‘’Çınar Gölgesi’’ başlığı altında yazdığı bir makalesinde çınar ağacını şöyle döker satırlara: 

‘’Şark ağaçlarının en büyüğü çınar, ağaçların en düşündürücüsüdür. Çok zaman gölgesinde bir pınarın, bir ırmağın çağıldayışını dinleyerek uzun asırlar geçiren bu güzel, gürbüz ve yüksek ağaç, muhakkak âdemoğluna en yakın bir ruh taşır. Şarkta, bir çınar kadar gölgesine insan toplayan başka hangi ağaç vardır.’’ 

Tabiatın en nadide parçalarından olan hangi ağaç insanı tefekkür dünyasına, derinliğine, mânâya sevk etmiyor ki?