CHP bir kere daha bölünürken 1925'ten ders çıkarmak

TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ

Abone Ol

Önümde bir kitap; Kapağında beş kalpaklı ve fesli adam. Kalpaklılar belli ki asker, fesliler ise sivil. Sağdan sayıyorum: Refet Paşa, Rauf Bey, Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Dr. Adnan Adıvar.

Ümit akıyor yüzlerinden. Savaştan çıkmış bir cengaverler kadrosu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ceng ü cidâle devam ediyor.

Silahsız bir savaş olacak bu. Tek bir mermi patlamayacak ama yüz yıllık bir hesaplaşmanın tetiğinin çekileceği bir saatteyizdir. Öyle yaman saat ki gölgesi yaşadığımız vakte kadar düşecektir.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurucuları Adnan Adıvar, Ali Fuat Cebesoy, Kâzım Karabekir, Rauf Orbay ve Refet Bele bir arada.

Cumhuriyetin ilanı zannedildiğinin tersine basit, olağan bir parlamenter krizle başlayan sürecin son halkasından ibaret bir çözüm noktasıydı. Mustafa Kemal Meclis Başkanı sıfatıyla yürütmeyi de kontrol etmek istiyor, Meclis başkan vekili ve İçişleri Bakanının kendi belirlediği adaylar olmasını dayatıyordu. Ancak Meclis hükmî şahsiyetini (tüzel kişiliğini) koruyarak kendisi seçim yapıyor ve bu rest Meclis ile Meclis başkanı arasında bir krize yol açıyordu. Hükümet çalışmıyor, Meclis inat ediyordu. Çözümü bulmak reise düştü.  O da bakanlar kurulunu ve başbakanı cumhurbaşkanının atayacağı Cumhuriyet rejimine geçilmesine karar verdi: “Efendiler! Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz!” sözünün hakiki manası buydu. ‘Cumhuriyet’ bu rejim krizine bulunan bir çözümdü ve bizim kendisine yakıştırdığımız nice vasıf sonraki devirlerin mahsulüdür ve tarihi geriye doğru yazma alışkanlığının eseridir.

Rauf Bey ve Mustafa Kemal Paşa.

Lakin burada dikkatimizi çekmesi gereken nokta, Meclisin tüzel kişiliğini koruma noktasında nasıl büyük bir kıskançlıkla hareket ettiğidir. Parlamenter rejime asıl darbe “Başkanlık Sistemine” geçildiği tarihte değil, 1923 yılının 29 Ekim’inde vurulmuştur. Meclisin  şahsiyeti müteakip günlerde kurulacak olan Halk Fırkası’nın demir pençesine teslim edilecek ve tek partinin katıldığı göstermelik seçimlerle 1946 yılına kadar getirecekti. İlk tek dereceli ve çok partili seçim 1946 Temmuz’unda yapılmış ama o da “şaibeli seçim” olarak geçmişti tarihe.

Biz tekrar 1923’e, daha doğrusu fotoğrafın çekildiği 1924 yılına dönelim. Yolların ayrıldığı nokta burası çünkü.

Kazım Karabekir, Latife Hanım ve Mustafa Kemal Paşa.

Cumhuriyetin ilan edilmiş olması değildi asıl mesele. İlan ediliş tarzıydı. Padişahlık 1922 Kasım’ının  ilk günü çıkarılan kanunla kaldırılmış ve 16 gün sonra sâbık Padişah Vahdettin, “Halife-i Müslimîn” unvanı üzerindeyken Malta adasına gitmişti. Yani bir yıldır padişah da, saltanat rejimi de yoklara karışmıştı.Fakat asıl tehlike, bir tek adam ve tek parti rejimine doğru gidilmekte olmasıydı.

İstiklal Harbi’nin kazanılmasında birinci derecede pay sahibi olan fotoğraftaki şahıslar Cumhuriyeti ilan eden top seslerini duyduklarında şaşkına dönmüşlerdi; çünkü haberleri yoktu. Bu büyük cidâlin içinde kan ve ter akıtmış liderler nasıl olur da yeni rejimin kurulması sürecinden dışlanırdı? Haberleri nasıl olmazdı? Mücadeleye beraber başlamış ve zafere el ele ulaşmamışlar mıydı? Mesele tam olarak neydi? Erik Jan Zürcher’in deyişiyle “Cumhuriyetin ilan edilmesi kararı alınırken onlara ne danışılmıştı ne geri çağrılmışlar ve hatta ne de durumdan haberdar edilmişlerdi.

101 pare top atışı yapılırken fotoğrafta görülen paşa ve beyler İstanbul’daydı ve şaşkınlıkları yüzlerinden okunmaktaydı.

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Siyasal Muhalefet:

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924-1925) adlı kitabın yazarı Erik Jan Zürcher süreci şöyle özetlemiş:

Cumhuriyetin ilânında oku yaydan fırlatan olay, BMM tarafından hükûmetin önerdiği adaylar olarak Yusuf Kemal (Tengirşenk) ve Ferit (Tek)’in yerine Rauf (Orbay)’ın meclis başkan yardımcısı  (bizzat Mustafa Kemal’in başkanlığı altında) ve Sabit (Sağıroğlu)’nun da dahiliye vekâletine seçilmeleri olmuştu. Mustafa Kemal, hükûmeti bu olayın bir güvensizlik göstergesi olduğuna ve istifa etmesi gerektiğine ikna etti. Fethi (Okyar) hükûmeti 27 Ekim’de beklendiği gibi istifa etti. Yürürlükteki anayasa uyarınca bu durumda meclisin hemen yeni vekiller heyetini (bakanlar kurulunu) oluşturması gerekirken, Mustafa Kemal tüm önde gelen taraftarlarına yeni hükûmette görev kabul etmemelerini önceden tembih ettiğinden, yeni kabinenin kurulmasının imkansız olduğu ortaya çıktı. İçine düştüğü çıkmazda kımıldayamaz hale gelen meclisin kendisine danışmaya karar vermesi üzerine, Mustafa Kemal duruma radikal bir çözüm önerdi. Bir gece önce hazırlanmış, seçimle gelen bir cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanının atadığı başvekil ve başvekilin bir vekiller heyeti unsurlarını içeren ve böylelikle tek tek seçilmiş vekillerden oluşan konvansiyonel hükümet sisteminin yerine bir cumhuriyet rejiminin ilan edilmesi önerisini meclise sundu. Bunun güçlü ve istikrarlı bir hükümet için tek reçete olduğunu da belirtti. Bölünmüş durumdaki meclis, biraz da gafil avlandığından önergeyi kabul etti. Aynı gün daha sonra,  Mustafa Kemal Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanı seçildi. O da ertesi gün İsmet (İnönü)’yü başvekil olarak atadı.” (s. 54)

İşte fotoğrafımızdaki beşli bu oldu bittiye karşı ne yapılacağını kararlaştırmak üzere buluşmuştu. Refet Bele istifa etmiş ama istifasını geri almıştı. Diğerleri Meclisteydi ama dışlanmıştı. Asıl hesaplaşma Ankara’da olacaktı. Mustafa Kemal 18 Ekim 1924’te Ankara’ya döndüğünde Rauf ve Adnan beyler onu karşılamaya gitmemişti. Bir şeyler dönüyordu. Nutuk’ta ortalıkta bir şeylerin döndüğünü o anda anladığını yazar.

Neler oluyordu? Dokuz Umde’si ilân edilen Halk Fırkası bölünüyor muydu? Gazeteler bir bölünme ihtimalini gündeme taşımakla meşguldü. Musul sorununda başarısızlık kapıdaydı. Yunanistan’dan mübadele ile Türkiye’ye getirilen mültecilerin durumu ve sayısına dair bir dizi soru önergesi veren Hoca Esad Efendi, bardağı taşıran damlayı düşürmüştü bile. Nihayet Kâzım Karabekir 1. Ordu Müfettişliğinden istifa edip milletvekilliğine ağırlık vereceğini açıklayınca işin rengi ortaya çıkmaya başlamıştı. Muhalif bir parti çıkıyordu Halk Fırkası’nın bünyesinden II. Meclise tekrar ilk, yani Gazi Meclisin ruhu sirayet etmiş, muhalefet gücünü ve ağırlığını göstermeye başlamıştı. Nitekim Hoca Esad Efendi’nin gensoru isteği geldi arkadan.

Sultan Vahdettin ve Mustafa Kemal Paşa.

Kopma haberleri peş peşe geliyordu. Karabekir Paşa’dan sonra Ali Fuat (Cebesoy) ve Çanakkale 18 Mart kahramanı Cevad (Çobanlı) Paşalar da istifa edecek söylentisi yayılmıştı.

Mustafa Kemal Nutuk’ta bunun bir komplo olduğuna inanmış görünür. Ona göre iki yıldır hazırlanıyorlardı ve komplocu paşalar ordunun desteğini alarak iktidarı ele geçirmeye çalışıyordu. Buna sert tepki gösteren Mustafa Kemal Fevzi (Çakmak) Paşa’dan mebusluktan istifa etmesini istedi. Dünden razıydı Paşa. Askerliğe tutkundu. Artık Mustafa Kemal’in tarafına geçmişti. Siyasi görevleri bulunan bütün ordu ve kolordu kumandanlarının vekillikten istifasını istedi. Muhalefete yakın olan Cafer Tayyar (Eğilmez) ve Cevad Paşa sebebini sorma gafletinde bulundu. Cafer Paşa görevden alındı Cevad Paşa da.

Gensoruyu hükûmetin güven oylamasına dönüştüren Başvekil İsmet Paşa Meclisten 19 oya karşılık 148 oyla güvenoyu almayı başarınca muhalif vekillere yol görünmüştü.

İyi ama kaç kişi istifa edecekti Halk Fırkası’ndan? Ya vekillerin çoğunluğu istifa eder de Halk Fırkası azınlığa düşerse? Yeni kurulacak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası çoğunluğu ele geçirip iktidara gelirse ne olacaktı?

Ne ki Mustafa Kemal ve ekibinin korktuğu olmadı. İstifa seli sınırlı kaldı. 49 vekil istifa etmiş olmakla birlikte bağımsız kalanlar haricinde TCF’ye 32 kişi katılacaktı.

Muhalif  yeni partinin isminin Terakkiperver (İlerici) Cumhuriyet Fırkası olacağı söylentisi yayılınca “Cumhuriyet”i kaptırmamak için o zaman kadar Halk Fırkası olarak bilinen parti isminin başına Cumhuriyet’i ekleyecekti. 17 Kasım’da başvuru yapan TCF İçişleri Bakanlığı’nca tescil edildi. Ardından beyanname ve programını resmen yayınladı.

Bunun akabinde ilginç bir gelişme oldu ve 12 gün önce ezici bir çoğunlukla güvenoyu almasına rağmen İsmet Paşa başbakanlıktan istifa edecek ve yerine daha ılımlı bir politikacı olan Fethi (Okyar) başbakanlığa atanacaktı. Bu, TCF’ye verilen bir taviz gibiydi. Ancak asıl oyun bundan sonra açılacak ve Şeyh Said Vak’asında sert zabıta tedbirlerinden yana olmayan Fethi Bey istifa ettirilecek ve 1 Mart 1925 tarihi itibariyle İsmet Paşa yeniden Başvekilliğe  geçtikten hemen sonra Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkaracak ve muhalefeti ağzını açamaz hale getirecek bir süreci başlatacaktı. İstiklal Mahkemeleri kurulacak, gazeteler kapatılacak, 9 Şubat’ta Deli Halit Paşa Mecliste vurulacak, “hükûmetteki  demokratik olmayan ve otoriter olarak adlandırılan eğilimlere” hücum eden TCF’nin İstanbul şubesine baskın düzenlenecek, otoriter sistem 20 Nisan’da tamamlanacak. Meclis 23 Nisan’dan bir gün önce tatile sokulacaktır.

Gazeteler de kapatılmış Meclis de kapatılmıştı. Bu durumda muhalefetin eli kolu bağlanmıştı. İstiklal Mahkemesi 5 Mayıs’ta TCF’nin kapatılması için hükümete başvurdu. 3 Haziran’da hükûmet kararıyla TCF’nin bütün şubeleri ve merkezi kapatıldı. Karar resmen 5 Haziran 1925’te açıklandı.

İş burada kalmadı. 15  Haziran’da İzmir’de bir suikast düzenleneceği komplosu ortaya çıkınca bütün TCF liderleri İstiklal Mahkemesine sevk edilerek idamla yargılanacaklar, onlar beraat edecek ama Ahmet Şükrü, Abidin, Halil Turgut, İsmail Canbolat, Rüştü ve Ayıcı Arif adlı vekilleri asılacak, Rauf ve Adnan Adıvar 10 yıl kürek cezasına çarptırılacaktı.

Böylece bir ana muhalefet partisi CHP’nin içinden çıkmış ama tam da bu sebeple ona tahammül edilememişti. CHP kendi içinden bir başka partiyi 1946’da Demokrat Parti olarak çıkaracak ama ona “affetmez bir kin" duyacak ve nihayet aleyhine darbe yaptırmak suretiyle kapattırdığı hiç yetmezmiş gibi, Başbakan ve iki bakanı Astırarak rahatlayacaktı. Bülent Ecevit'in DSP'si de CHP'den çıkacak ama onu da affetmeyen CHP, eski genel başkanı olmasına rağmen muhalefette ona rahat vermeyecekti.

Şimdi de bölünme noktasına gelen CHP'den nasıl bir ucube zuhur edeceğini bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa CHP'nin eriye eriye bir mum gibi tükeneceğidir. Bereket versin ki Türkiye artık CHP'nin ipine bağlı olmaktan kurtuldu. O Türkiye’de  millî partilerine kavuşma yolunda 1946'dan bu yana ciddi sınavları göze alıyor.

TCF programında yer alan "Dini fikir ve inançlara saygılıyız" cümlesi o zaman da, şimdi de CHP'lileri rahatsız ediyorsa onların cephesinde bir şey değişmemiş demektir ama milletin cephesinde çok şeyler değiştiğini 74 yıldır hiçbir seçimi kazanamamalarından anlayabilirsiniz.

CHP paketlenip itinayla arşiv raflarına kaldırılmadan bu millete rahat yok.

Kazım Karabekir.