Otuz yıl önce bir kişiye yolunuz yabancı bir şehre düşse yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu diye sorduğunuzda alacağınız cevap şu olurdu: Kitap, ekmek ve güvenilir bir dost. Peki, bugün aynı soruyu aynı kişilere sormuş olsanız alacağınız cevap ne olur sizce? Otuz yıl önce tercih hakkını kitap, ekmek ve güvenilir bir dosttan yana kullanan insan bu gün de aynı şeyleri tercih eder mi? Sanmam…
Teknolojinin hayatımızın bütün alanlarında etkin olarak kullanıldığı bir dönemde insanların bu soruya verebilecekleri cevap eminim ki şu olurdu: Pizza, cep telefonu ve bilgisayar… Artık kitabın ve güvenilir bir dostun yerini cep telefonları aldı. İletişim terapistleri insanın kendi türüyle iletişim kurmaya ve yakınlık duymaya ihtiyacının olduğunu vurgulasalar da artık dünya dijital bir sürece doğru evriliyor ve kabul etsek de etmesek de insanın yerini bu araçlar alıyor.
1994 yılında kullanıma sunulan ve kısa sürede tüm dünyaya yayılan cep telefonları artık bireylerin yaşam pratiklerinin içinde yer alıyor ve elzem görülüyor. İlk zamanlarda sadece arama ve resimli mesaj gönderme özelliğine sahip olan cep telefonları artık e_ posta, internet erişim, oyun, eğlence, müzik, iş, tv izleme, fotoğraf çekme gibi pek çok alanda kullanılabiliyor ve kolay taşınabilir olması hasebiyle de tercih ediliyor. İnsanlar sosyal yaşamlarını koordine etmede, farklı gruplarla bağlantı kurmada ve gündelik hayatlarında bu aracı fonksiyonel olarak kullanıyorlar.
Tarihi çok eskilere dayanmayan cep telefonları kısa sürede bütün dünyada kabul gördü ve insanları bağımlı hale getirdi. Sabahın erken bir vaktinde evinden çıkan kişi çantasına önce cep telefonunu sonra cüzdanını koyuyor ve adeta dünyayı küçülterek çantasına sığdırıyor.
İletişim temel bir ihtiyaçtır ve insan tarihi süreç içinde bu ihtiyacı karşılayabilmek için güvercin, duman, ateş, telgraf, mektup ve kitapları kullanmış ve ulaşımı sağlamaya çalışmıştır. Bugün ise akıllı telefonlarla birkaç dakikada istediğiniz kişiye istediğiniz vakitte ulaşabiliyor ve istediğiniz bilgileri elde edebiliyorsunuz. Fakat insanlar bu araçları kullanım alanının dışına taşıyarak sosyal ve duygusal ihtiyaçlarını karşılayacak bir güç olarak kullanıyor ve yakınları ile ilişkilerini minimalinize edip sanal dünyada kendilerine bir alan açmaya çalışıyorlar. Güne aile sıcaklığı ile başlamak yerine sosyal medya hesaplarını açıp yapılan yorumlara, beğenilere, eleştirilere, sergilenen fotoğraflara ve hiç işine yaramayacak malumatlara odaklanan insanlar gerçek hayattan uzaklaşarak yalnızlaşıyorlar.
İş ortamında kullandığınız bir eşyayı evinizde unuttuğunuzda eksikliğini yaşarsınız ancak duygusal bir yoksunluk hissetmezsiniz fakat ne ilginçtir ki cep telefonunuzu unuttuğunuzda derin bir yoksunluğa düşüyor ve kendinizi yalnız hissediyorsunuz. Zira insanlar iletişim ve yakınlık ihtiyaçlarını artık bu araçlarla gidermeye çalışıyor ve insan ilişkilerinden elde edecekleri kazanımlardan mahrum kalıyorlar. Bu mahrumiyet onları derin bir boşluğa itiyor ve ruhen zayıflatıyor. İnsan aklını, iradesini ve vaktini teknolojinin esaretine terk ediyor ve bu araçların gölgesine çekiliyor. Oysa teknolojinin tek bir rolü var o da; işimizi kolaylaştırmak ve bize hizmet etmek, bizi esaret altına almak değil…
Teknolojinin bir ürünü olan cep telefonları iletişimi sağlayan ve bilgiye ulaşımı kolaylaştıran bir araç olarak önemli bir işlev görüyor ancak bu araçlar insanın iletişim kurma, yakınlık duyma, sevme, sevildiğini hissetme ve paylaşma ihtiyacını karşılayamaz. İnsan bu gereksinimlerini ancak kendi türüyle ilişkiler kurarak elde edebilir.
Teknolojinin nimetlerinden faydalanabiliriz ancak bu araçlara insan rolü vermeye kalktığımızda mevcut düzen sarsılır ve hesapta olmayan sorunlar ortaya çıkar. O nedenle eşyayı ait olduğu yerde tutmak ve yüceltmemek gerekir.