Dışardaki hayatın hızından ve enerjisinden uzak bu silik tavır, birbirine yaslanarak ve birbirini onayarak bir varlık mücadelesi vermektedir. Buradaki varlık daha ziyade maalesef nefsî ve maddî varlıktır.
İslam topraklarındaki İsrail zulmü karşısında, sosyal medyada merhum Sezai Karakoç’un “Geldik, çağı gördük ve ürperdik!” sözünün ve merhum Cahit Zarifoğlu’nun “Ben bu çağdan nefret ettim/ Etimle kemiğimle nefret ettim!” mısrasının çok paylaşılması Müminlere yakışmayan bir ağlama hissi uyandırıyor, bir ümitsizlik!
Kanaatimce bu iki cümlede de mukaddesatçı iki şairin “bu çağ” vurgusu Kuran’da bir bütün olarak verilen zaman gerçekliğinden, muvazeneden kopuk, romantik! Üstatların bu ifadesini lirik şair hassasiyetlerine veriyorum.
Şöyle ki;
Bu iki şairle sohbet etme fırsatım olaydı şu soruyu sorardım:
“Madem öyle, bir Mümin ve Müslüman olarak sizin nefret etmediğiniz çağ var mı?”
Çağı şairlerin “kendi ömürlerinde tanık oldukları olaylarla sınırlı zaman” olarak ele alırsak, birkaç yıl süren “asr-ı saadet” dışında kan ve gözyaşının olmadığı yıl var mı? Peygamberimizin mücadelesi, Müslümanların çektiği ezalar, savaşlar da “saadet” asrına dahil değil midir? Bir de işin bu tarafı var tabi.
Asırları çağ olarak ele alırsak, yüz yıl…
Resullulah'tan (sav) evvel, Resulullah (sav) devrinde ve sonrasında… Hangi çağda Allah yolundakiler sıkıntıya düşmedi? 124 bin Peygamber hangi çağa, neden geldi? Demek ki “bu çağdan nefret etmek veya bu çağdan ürpermek!” diğer tüm çağları atlayan bir şair duygusallığından öte bir şey değil.
Bin yıl evveli de şimdi de biz hep aynı çağda doğduk aynı çağda yaşıyoruz aslında! Yanılgımız; herkesin kendi ömrünü bir çağ sanıyor olması, insanın hafızasız ve hatırasız olması… Fotoğrafın tümüne bakan hiçkimse bu çağa şaşırmaz!
Hz. Adem'den bugüne, hayat tekrardan ibaret bir çarkıfelektir. Kabil Habil'i katlettiğinde dünya çıldırarak dönmeye başlamıştı, yaşadığınız ne yeni ki şaşırıp ürperiyorsunuz?
Evet, her çağ bu çağ gibi acılarla doluydu zaten. Bu çağdan ürperen, dünyanın tüm tarihinden ürpermeli. Karakoç'un veya Zarifoğlu’nun cümlesini sevmiyorum. Cümle şöyle olmalıydı belki: “Geldik dünyayı gördük, ürperdik!” Dünya ilk günden beri aynı dünya! Ben İsmet Özel ağabeyimiz gibi düşünüyorum:
Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat
her şeyi gördüm içim rahat
gök yarıldı, çamura can verildi...
Zulmün sarmaladığı vakitlerde bize Necip Fazıllar, Mehmet Âkifler, İsmet Özeller lazım... Masallarda kaybolmayan; günü, çağı ve zamanın ruhunu kavramış ve Allah’ın kendisine yüklediği mesuliyeti bir an unutmayıp dimdik ayakta duran ve çevresine enerji, güç ve kuvvet veren adamlar daha çok lâzım.
Sosyal medya ağlarına bakıyorum. Bizim muhafazakâr kesimde bir romantizm, bir mızlama, bir şikâyet, bir ümitsizlik! Ağlak ağlak paylaşımlar! Şahit olduğu olaylara, savaşlara, acılara bakınca cami kürsülerinde, şehir meydanlarında, gazete ve dergi sayfalarında haykıran Mehmet Akif'in tırnağı olamaz bizim muhafazakâr romantikler. Evet ağlak şiirler, metinler… Ruh inşasına, cemiyet dirilişine pek katkınız olmaz!
Merhum Erdem Beyazıt erkekçe, yiğitçe bir sesle “Savaş Risalesine Zeyl” şiirini yazarken hangi çağda yaşadı?
Haydi kalk savaşçı!
Madem mesafeler girmiş Afgan cephemizle aramıza
Ve madem ayaklarımıza bağ olmuş
Yolumuzu kesmiş rotatifler teleksler
Holdingler Karteller
Çok uluslu ebu Cehiller
Öyleyse ey şair sen de davranmalısın!
Şiiri bir mızrak gibi kullanmalısın!
Mısralarını şarjör gibi sürmelisin damarlara
Kalbinin titreşimlerini ayarlamalısın!
Hindikuş dağlarından
Yeryüzüne neşrolan
Şehadet
Dalgalarına.
Bize "öfke, akıl, umut, mücadele ve meydan" adamı lâzım, münzeviler değil.
Bize tüm çağları, dünyayı, imtihan sırrını, katledilen ve her türlü zulme uğrayan Peygamberlerin mücadelesini bir an unutmayan, maddi dünyayı dertlenen ama manevî yozlaşmayı, manevî terörü, manevi yıkımı daha çok önemseyen erkek sesli şairler ve mütefekkirler lazım.
Yaşamaktan kaçmayacak adamlar! İsmet Özel’in dediği gibi “Yaşamak umrumdadır!” diyebilecek Müslümanlar! Tüm zulümlere, gâvurluğa rağmen “Dünya bizim!” diyecek yiğitler lazım. Yaşamak dediğiniz nedir ki? Yaşamak Yahya Sinvar olmaktır, tastamam!
Sezai Karakoç’un dünyaya “sürgün” demesini de eleştirdim hep. Dünya bizim! Dünya ahiretimizin kapısı. Sürgün olmak zulme uğramaktır, sürülmektir. O halde bizi dünyaya süren kim? Haşa, sümme haşa! Dünya sonsuz nimetleriyle donatılmış, varlığımızı Allah yoluna verdiğimiz bir fırsat! Şükür ve hamd menzili!
Merhum Sezai Karakoç çok iyi lirik bir şairdir. Kalbi pırıl pırıldır. Arzuları aşmış münzevî bir derviştir. Çağdan ürpermesi ondan; çünkü çağa karışma, çağa bulaşma cesareti olmamıştır. Münzevî adamlar ve onların peşinden gidenler, zor zamanlarda cemiyete güç veremez. Ağlarlar! Sezai Karakoç olmuş bitmişleri güzel, müşfik ve aşkla mırıldanır. Eski zamanların bir mesnevi şairi gibi. Dervişane dolaşır eskilerde... İsmet Özel meydan okur, şaşırmaz, kabullenmez, gardını alır, öfkelenir; Karakoç sadece hüzünlenir.
Dinamik fikir ve öfke, mücadele ve kavga anlamında Mehmet Akif, Necip Fazıl ve İsmet Özel başka! Şiir geleneğimizdeki "fikrî ve tasavvufî" öğreti de "Kahrın da hoş lütfun da hoş!" yahut "Derdim bana derman imiş!" gibi ümitvar edadadır. Ötesi, anlık duygu yoğunluğu, gelgitler, şikâyet, Fuzulî gibi perişan olmak… Sezai Karakoç iyi fotoğrafçıdır. Olmuşu ve olanı çok iyi tasvir eder, münzevi menzilinden seyreyler alemi; bizi bize gösterir, o kadar! Meselâ Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi hem milli mücadelede cepheden cepheye koşmuş hem dergâhında alperen yetiştirmiş hem de muhteşem şiirler (gazeller) söylemiş Allah dostudur. Bir Şeyh Şamil talebesidir.
Bu dünya Müslüman için Hakkı hâkim kılma yolunda cihat meydanıdır, konfor yeri değildir. Ağlayanlara diyorum ki: Ne bekliyordunuz? Siz bu kadar konfor beklentisindeyken veya ürperip ağlarken Resulullah'tan (sav) utanmıyor musunuz? Ümitsizlik ve şikâyet asla yok bizim imanımızda! Ve çağın çağdan farkı yok!
Evet, “her şeyi gördüm, içim rahat!”
Velhasıl, zor zamanlarda:
O çağ bu çağ demeden zalimler karşısında bir kenara çekilenlere ve ürperenlere değil, meydanın orta yerinde, iman koltuğunda ayak ayak üstüne atıp bıçkın yüreğiyle "düşmanı ürperten" adamlara daha çok ihtiyaç var.
Şehit Yahya Sinvar gibi…
Not: “Dil ve Edebiyat” dergisi genel yayın yönetmeni Üzeyir İlbak’ı köşe yazılarında medeniyete, çağa, cemiyete, İslam dünyasının ve münevverlerinin düştüğü acze yönelik yaptığı cesur eleştirileri, tespit ve önerileriyle kısık sesli koronun dışında tutuyorum. Sayın İlbak’ın yazılarını takip etmenizi öneririm.