Büyükada yolculuğu başlı başına bir maceradır. Kabataş İskelesi’nde sıcakta vapura alınmayı beklerken bir an daralırsınız, zincirler açılınca insanlar zincirden kopmuş gibi birbirini ezercesine koşarak vapurda yer kapma telaşına düşerler. Vapurun düdüğü ötüp de hareket etmeye başlayınca hafif bir rüzgâr ferahlığın habercisidir. Kınalıada, Burgazada, Heybeliada’ya uğrayarak Büyükada yolunu tutan vapurun en üst bölümünde açık alanda oturuyorsanız, hem güneş hem deniz hem de yeşile doyarsınız. Deniz yolculuğu boyunca martılar vapuru hiç yalnız bırakmaz. Yolcular da martıları çekmek için simitlerini almış tedbirlidir.
Martılar ve deniz, hangisi âşık hangisi maşuk bilinmez. Denizin dalgaları arasına, öbek öbek beyaz bulutları toplayan masmavi semanın gerdanına inci tanesi gibi dizilir martılar. Yolcuların ilgisinin de farkındadırlar tüm marifetlerini gösterirler martı gösterisi ile deniz seyahati devam eder. Tabiatı okumak, dinlemek, dinlenmek tercihiniz olsa da hızla değişen, dönüşen toplum içinde kendi görgü kurallarımız, zevklerimize karşı on türlü karşıt tepki ile karşılaşırız. Hiç dinlemediğimiz bir müziğe maruz bırakılmak, yasak olan sigarayı ısrarla içerken külünden rüzgârla gözlerimizin nasiplendiği, üstümüze sıçrayan sular da Büyükada sefasının ön ödemeli bedelidir. Büyüklerimizden dinlediğimiz hatıraları süsleyen, lavanta kokulu güverteler, birbirine yer gösteren nazik beyefendiler, zarif hanımefendileri hayal etmek dahi çok güçken, umudumuz adada karşılaşma ihtimalidir.
Vapur çinileri ile buradayım diyen iskeleye yanaşırken, heyecan başlar. Büyükada’nın 1899 tarihinde açılmış ahşap vapur iskelesinin yerine yapılmış olan günümüz iskelesinin planı Mimar Mihran Azaryan’a aittir. Osmanlı Neo-Klasik akımın örneği olan bina, V.Mehmed (Reşad) döneminde 1914’te yapımına başlanmış 1915’te tamamlanmıştır. Çinileri Kütahyalı Mehmed Emin Efendi’ye aittir. Güneş som altın gibi parlamakta, yağmur toplayan bulutların arasında bir görünüp bir kaybolmakta, vakit ilerledikçe kristal huzmelerini bırakıp denizin üstünde desenler çizerek batmaktadır. Bir başka iklime geçilmiştir bir saatlik mesafeden sonra. Büyükada bir akşamüstü sadece tabiatın tınısı sarar insanların seslerine kulaklarım kapalıdır. İskeleden çıkar çıkmaz karşı yokuşun tepesinde meydanda begonvillerle sarılı saat kulesi dikkat çeker. Yol boyunca dondurmacılar, lokmacılar Büyükada’nın tatlı lezzetleri olarak karşılarken, kıyı boyunca balık lokantaları, kıyıya paralel mahalle boyunca da taş fırından, esnaf lokantasına kadar aradığınız her lezzeti bulmak mümkündür. İskeleden uzaklaştıkça, ahşap konaklar, begonviller, yaseminler, ortancalar sizi içine çeker. Kocaman tarihi ağaçların gölgesinde yemyeşil mahalle aralarında konaklar arasında yürüyüş yaparsınız, bisiklet sevenler kiraladıkları bisikleti çoktan kapmıştır.
Bir akşamüstü Büyükada’yı ziyaret sebebimiz, Adalar Kültür Derneği Bahçesi’nde “Şiir şiir İstanbul” şiir dinletisinde, altın ses Harun Yöndem beyefendi ve zarafeti ile yitirmeye yüz tutmuş umudumuzu tazeleyen Reyhan Çınar hanımefendiyi dinlemek. Sanatın inceliği etrafında toplanan insanlarla buram buram ada kokusu, gökyüzünde hilal, çiçek kokuları, arka fonda martı sesleri ile İstanbul şiirlerini öyküleri ile dinlemek. Program sonrası ahşap konağın önünde çay sefası da bize, canım İstanbul’un vapur güvertesindeki keşmekeşi unutturup başka bir dünyaya kapı aralar. Bu gece adada kalmak vardı keşkeleri ile dondurmacının yolunu tutup oradan vapura yetişiriz. Sanatkârlarımız yanımızda olunca İstanbul şarkıları, simsiyah gecenin bağrında elmas gibi parlayan öbek öbek adaların arasından şehrimize dönüş, yine başlayan keşmekeş toplu taşımalar bitmeden yetişme telaşı. İnsan bu telaşa bile âşık söz konusu İstanbul ise…