Burhan Ümit’in, Yunus Emre Divanı-I

Abone Ol

Bu yazımızda fazla bilinmeyen veya unutulan, ama benim çok önemsediğim Yunus Emre Divanı`na, hazırlayan Burhan Ü mid Toprak`a ve lisedeki hocasının etkisiyle yıllar sonra yöneldiği Yunus Emre`nin onun üzerindeki etkisini ifade etmeye çalışacağım.&nbsp

Burhan Ü mit`in Paris`te, Sorbon Ü niversitesi`nde Felsefe okumuştur. Mareşal Fevzi Çakmak`ın damadıdır. Yunus Emre Divanı`nın bu yazımızda çalıştığımız nüshası 1933 yılında Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi tarafından yayınlanmıştır. Yani ilk baskısı. Ü çcilt halinde basılan eseri Burhan Ü mit eşi Ayşe Muazzez hanıma ithaf etmiştir.&nbsp

Burhan Ü mid`in hazırladığı Yunus Emre Divanı`ndan ziyade kitaba yazdığı Başlangıçkısmı düşündürücü. Burada öğretmenin, öğrencisi üzerinde aradan uzun zaman geçse de kalıcı olan etkisini aynı zamanda Yunus Emre`nin hayatının anlamını yitiren ve boşlukta olan bir kişinin düşünce ve ruh dünyası üzerinde bıraktığı kalıcı izleri görüyoruz.

Divan`a yazar şu sözlerle başlıyor: 'Yunus Emre`yi keşfetmezden evvel Türk edebiyatının havasında bunalıyordum. Saz şairlerini lüzumundan fazla yeknesak, lüzumundan fazla sade, hatta bayağı buluyordum. Divan edebiyatına gelince: Bu edebiyatın kendisine mahsus Cachet`si, bedi ve beyan kaideleriyle tesbit edilmiş teşbih, istiare, mecaz ve sairesi klişeleri gül deyince arkasından bülbül, gülşen bahar, saba bade deyince yine arkasından bezm, saki, mahbup, canan, sağar, piyale kelimelerini sıralaması, nihayet daima ayni temrinleri, ayni fikirleri gevelemesi, en büyüklerinde bile beni kusturacak kadar iğrendiriyordu.'&nbsp

Devam ediyor Burhan Ü mid:

'İşte bu nefret beni edebiyatımızdan uzaklaştırmıştı. Sevdiğim muharrirlerin hemen hepsi ecnebi idiler. Lâkin onlara da tamamı ile kendimi verecek kadar ısınamıyordum. Ü zerinde doğup büyüdüğüm toprak, dedelerim ve kanım beni onlardan ayırıyordu.

Bir gün Alp dağlarında, sanatoryumda, zannedersem Pascal`ı okurken aklıma lisenin son sınıflarında hocamın aylarca okuttuğu Yunus Emre geldi. Pascal`da fevkalâde mühim bulduğum şeyleri Yunus`ta da görmüş gibiydim. İstanbul`a yazdım. On beş gün sonra Divan geldi. O günden itibaren bir dua kitabı gibi Yun&ucirc s Emre Divanını yanımdan ayırmadım.

Yun&ucirc s bana hiçkimsenin veremeyeceğini vermişti. Andr&eacute Gide`nin&nbsp meçhul tilmizine der ki

Sana şimdiye kadar hiçbir kimsenin yapmadığı tarzda derun&icirc ve samim&icirc hitap etmek istiyorum. Her birinde münkeşif (bulunmuş) olan hakikatlerden fazlasını anlayarak birçok kitapları bir bir arkasına açıp kapattığın... yine beklediğin ve mukavemetten mahrum olduğunu hissederek, şevkini yese teslim edeceğin gece saatinde sana gelmek isterdim. Yalnız senin için ve yalnız bu saatler için yazıyorum. Öyle bir kitap yazmak istiyorum ki onda her şahs&icirc fikir ve heyecan namevcut görünsün ve sen onda yalnız kendi şevkinin in`ikâsmı (yansıma) görüyorum sanasın. Sana yakınlaşmak ve senin tarafından sevilmek istiyorum.`

Yunus Emre işte böyle bir muharrirdi ve böyle bir kitap yazmıştı. Bana doğduğumdan beri hiçkimsenin hitap etmediği tarzda samimi ve derun&icirc hitap etti. Gece yarısı birçok kitapları açıp kapattıktan sonra şevkim yese inkılap ederken daima onun sesini duydum. O, bu kitabı sanki yalnız benim için ve böyle buhran saatleri için yazmıştı.

Ben o Divanda yalnız kendi şevkimin in`ikasını (yansımasını) görüyordum. O, benden bana gelen bir ses gibiydi. Bu yüzden onu bu kadar sevdim. Vakta ki yedi asırdan beri Türkçe konuşulan memleketler üzerine gölgesini yayan bu büyük şairin Azerbaycan`dan Macaristan`a kadar cahil, âlim, şeyh, allâme, münkir, mü`min, herkes tarafından birkaçparçasının ezber bilindiğini öğrendim, şaşmadım. &Acirc şık Paşa`lardan, Kaygusuz`lardan, Necip Fazıl`a kadar sayısız şairler üzerinde tesiri olduğunu müşahede ettim, yine şaşmadım. Niyazi Mısri`nin dediği gibi, Yunus un bir şiirini tefsir etmek için sekiz ay düşünüp çalışabilir. Gece rüyasında bile tahteşşuuru Yunus ile meşgul olur. Ve Yunus ona rüyasında tefsirinin bir kısmını tadil ettirebilir. Ondan sonra Şeyh İsmail Hakkı da bu şiiri tefsir eder. Bundan daha tabii ne olabilir? Ü stadın kanlı gözyaşları ile yazdığı şu mısralar için:

&nbsp &nbsp &nbsp &nbsp &nbsp &nbsp &nbsp &nbsp &nbsp &nbsp Cennet Cennet dedükleri birkaçköşkle birkaç

&nbsp &nbsp &nbsp &nbsp &nbsp &nbsp &nbsp &nbsp &nbsp &nbsp Huri&nbsp İsteyene ver sen anı bana seni gerek seni!

Yunus Emre Türk kurunu vusatının Summum`udur.-Türk ortaçağının sonu anlamında kullanmış olabilir- Onun divanı da bizim Divina Commedia`mızdır. O kitapta, ruhun büyüklüğü, vücudun faniliği, kendi talihimizi yaratmamak felâketi, varlığımızın kadın ve erkek taraflarının mücadelesi, insaniyetin bütün sefalet ve ulviyeti, ıstırap ve tesellisi vardır. O kitaptaki ıstırap, bacağı kesilen adamın ıstırabı kadar doğrudur. Gözyaşı gözyaşıdır, iştiyak iştiyaktır, heyecan kelimeleri doldurur ve kelimeler karşımızda kuru kafalar gibi sırıtmaz. Müteal (Ulvi-Ulu-Aşkın) fikirler karşısında daima lâkayt, insiyakların çamurunda boğulan adamların zihniyetine bu kitapta rast gelinmez. Zira onun her mısraının gayesi tefekkürdür. Burada san`at oyun değildir ve kalp ile kafa faciası bütün şiddeti ile kendisini gösterir. Bu divanda sefahatları, korkuları, ümitleri, nedametleri, isyanları, şüpheleri, teselli ve imanları ile bütün bir beşeri hayat vardır. Onun kitabını açarken bir muharrirle karşılaşacağınızı zannetmeyiniz. Hakik&icirc bir insanla görüşeceksiniz. Bundan emin olabilirsiniz.

Bu kadar büyük bir ihtirasla sevdiğim bu adamın hayatını, nasıl yaşadığını ve bu şiirlerini yazarken neler düşündüğünü, hangi manzaralarda yorgun gözlerini dinlendirdiğini, hangi aile içinde yaşadığını, yararak bize içini gösterdiği kalbinin nasıl heyecanlarla çarptığını, nasıl kırıldığını, ümitlerini kaybettiğini ne kadar öğrenmek isterdim. Fakat bunları tetkik eden ilim bize bu hususta müspet hatta takribi hiçbir mal&ucirc mat vermiyor.'

Sonra sözü Yunus Emre`nin nerede doğduğuna, nereli olduğuna, ne zaman doğduğuna, vefat ettiğine ve mezarının nerede olduğuna getiriyor. Fuat Köprülü başta olmak üzere ilim adamlarına da atıf yapmasına karşın muğlak ve müphem kalan bu sorular karşısında şöyle bir neticeye varıyor:

'Lakin bütün bunlar hakikat olsa da, Yunus`un mezarını çıkarsak ne olacak? Hiç. Binaenaleyh Yunus Emre`nin mezarı üzerinde niçin ısrar etmeli? Büyük bir ruhun bakiyesi nedir? O öldükten sonra tamamıyla kendisinde, yani bizdedir. Padişahlara, Enderun şairlerine, Mevlana`lara, sultanlarla vezirlerine muhteşem mezarlar lazım olabilir. Lakin bu boş şaşaadan nefret eden insanlar da vardır. Hakiki adamlar için dünyanın bütün türbeleri küçük ve dardır. Eğer bugün Rusların, Almanların, İngilizlerin ve Türklerin yaptıkları bütün araştırmalara rağmen Yunus Emre`ye ait hiçbir iz bulunmuyorsa şüphe etmeyelim ki Büyük Adam bu akıbeti kendisi istemiştir. O, deynumeti (devamlı-daimi) olana bağlanmış ve akıp giden yıkılıp, toza, çamura kalb olandan isteyerek ayrılmıştır'

Burhan Ü mit`in Yunus Emre Divanı isimli esere yazmış olduğu Başlangıçkısmında Fuat Köprülü`ye getirdiği eleştiriler ve divanı hazırlarken başvurduğu kaynaklar ise ayrı bir yazı oluşturacak hacimde...