Buram buram Anadolu, sağanak sağanak şiir: Musandıra!

Abone Ol

Hâmiş: Her gün ağlayan güneş o gün gülerek doğdu! Sevgili Peygamberimizin (sav) kutlu doğum yıldönümünün hayırların fethine, şerlerin define, hayır ve bereketlere, iyiliğe, sağlığa vesile olması niyazıyla…

(…)

Boğaziçi Üniversitesi Güney Meydan’da sıradan bir gün… Günlerden Cumartesi, yatsı namazı vakti. Nafi Baba Camii’nin imamı Osman Kemikli hocaefendinin gönül diliyle okuduğu yatsı ezanını boğazın lacivertleşen sularını temâşâ ederken dinliyorum. Kelâm, “hayyaalelfelâh”a geldiğinde üç-dört öğrenci nefes nefese camiye doğru koşar adımlarla karanlık yokuşta kayboluyor!

(…)

Birinci kız yurdunda öğrencilerin namaz mahalli belledikleri odadan, “Ezan-ı Muhammedî” kıraatinden sonra “Cezallahu annâ seyyidenâ Muhammed’en sallalahu aleyhi veselleme mâ hüve ehluhû” salavâtı işitiliyor. Bu demde Eğitim Fakültesi öğrencisi Gülay, çalışma masasının hemen yanı başında asılı duran, Osmanlı Türkçesiyle “Tarîkunâ fe-tarîku’s-sohbeti/Bizim yolumuz sohbet yoludur” ibareli, “Mahmûd tilâmîz-i Ali Alparslan” ketebeli celî ta’lik levha için “kalem güzeli böyle bir şey olsa sezadır” cümlesini kuruyor.

“Vakt-i merhûnunda birkaç satır yazarsın!”

Akabinde Nafi Baba Dergâhı türbedarının kendisine “vakt-i merhûnunda birkaç satır yazarsın!” istirhamıyla hediye ettiği Musandıra nâm şiir kitabını eline alıyor: “Musandıra”yı ilk elime aldığımda kitabın ismi çok dikkatimi çekmişti. “Acaba ne demek?” diyerek hemen önsözünü okudum. Musandıra Anadolu’da gündelik ihtiyaçlar için bir nevi depo vazifesi gören, duvar içindeki dolaba verilen admış. Yani bizim bildiğimiz şekliyle gömme dolap.

Musandıra aslında bana çok tanıdık!

Musandıra aslında bana çok tanıdık! Ben küçükken bizim köylerde de musandıralar vardı, ne yazık ki şimdi her biri teker teker dolduruldu. Benim gözümde musandıra, içinde çok gizemli, değerli eşyaların saklandığı, hem göz önünde hem de gizli kalması istenen şeylerin bulunduğu yerlerdi. El emeği, göz nuru çeyizler, köylerde çok bulunmayan iğne, düğme, kol saati, ampul, gaz lambası, pil, çakmak taşı, kristal bardaklar, gümüş tepsiler, vb… bir gün lazım olursa diye saklanan eşyalar, hepsi musandıraların müdavimiydi. Ama beni en çok ilgilendirense musandıralarda saklanan, bir bayramdan diğerine kalan şekerlerdi. Bu şekerler, iki bayram arası orada saklanır, eğer bu arada önemli birileri misafirliğe gelirse dedelerin ceplerinde devamlı saklanan anahtar, olduğu yerden çıkar, bize musandıranın gizli derinliklerini ifşa ederek içindeki gizli hazineyi ortaya çıkarırdı. Şeker, dolaptan bir seremoniyle çıkar, gelen misafirlere tutulduktan sonra geriye kalan     -ve de en önemli olan biz– çocuklara ise teker teker verilerek seremoni tamamlanırdı. Ve tabi vazifesini yerine getiren musandıra hemencecik örtülüp kitlenerek sessiz uykusuna terk edilirdi, tabi şekerleri de yanına alarak…

“Musandıra”nın bana ilk hatırlattıkları bunlardı, fakat Osman Bülent Manav’ın kaleme aldığı bu güzel şiir kitabını okuduktan sonra çok daha farklı hislere kapıldım.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki ne edebiyat eleştirmeniyim ne de bu konuda ehil bir kişiyim. Burada bir okuyucu olarak bu şiirleri okuduktan sonra neler hissettiğimi yazabilirim ancak.

Şair Manav: Musandıra, sırları olan bir toplumun gerçeğiydi.

Osman Bülent Manav, önsözünde kitabının amacını kendi sözleriyle şöyle ifade ediyor:

“Musandıra, sırları olan bir toplumun gerçeğiydi. Televizyon ekranında aile içi sırlarını döküp saçmak için sıraya giren, kamera önünde tanışan, sevişen, evlenen, kavga eden ve yine kamera önünde boşanan insanların dünyasında kendine yer bulması imkânsızdı… Bulamadı da… “Mahrem kuytularımıza düşen ışık”, musandıraların sonu oldu… İşte bu yüzden, tam da bu noktada söylenmiş bir söz, dikilmiş bir ağaç, yola berkitilmiş bir kilometre taşı olması ümidiyle ortaya çıktı. Ve yine bu sebeple adına “Musandıra” dendi…

İstedim ki, bizden sonra gelenler, tükenişimizin izlerini takip edebilsin ve bu toplumun hikâyesini yazarken “musandıra”yı atlamasın.”

Musandıra beni köyüme, her şeyin daha bozulmadığı, saf ve temiz kaldığı yerlere götürdü.

Önsözünden de anlaşılacağı üzere Osman Bülent Manav içinde yaşadığımız toplumun bu denli hızlı değişmesinden ve özellikle de kötüye doğru meyletmesinden muzdarip. Eski değerlerin bir bir yok olduğu, benlik ve kimlik bunalımının yaşandığı, böyle bir dönemde “Musandıra”yı okumak beni çok etkiledi. O beni geçmişe, çocukluğuma, köyüme, her şeyin daha bozulmadığı, saf ve temiz kaldığı yerlere götürdü.

Bu kitabın iyi yanlarından biri dilinin açıklığı ve anlaşılırlığı idi. Her seviyedeki okuyucuya hitap etme noktasında bu özelliği ile şair büyük başarı göstermekte. Kitabın sonunda yer alan “Musandıranın musandırası” adlı son kısımda ise O. Bülent Manav, kendi şiir dilinin sözlüğünü eklemiş kitabına. Burada, her yerde karşılaşamayacağımız tabirler ve şairin kendi hayatından anekdotlar var.

Kitap beş bölümden oluşuyor, “Çocukluğumla giden” adlı ilk bölümde şair daha çok kaybettiklerimizden bahsetmiş. Bizi çocukluğumuza, umut dolu baharların olduğu o güzel yıllara götürüyor ve artık onlardan uzaklaştığımızdan bahsediyor.

İkinci bölüm “Yaşarken”de delikanlı çağları anlatılıyor. İnsanın hayata balıklama daldığı, bütün heyecanı, bütün yanılgıları ama yine de en doludizgin geçirdiği bu dönemi dile getirmiş.

Üçüncü bölüm ise hepimizi buluşturan, ortak noktamız, göz bebeğimiz, kalbimizin şehri İstanbul’u anlatmış. Şairin bu şehre bakış açısının yanında şiirini şehirleştirdiğini ve bu şehre olan sevdasını da görüyoruz bu bölümde.

Son bahar şiirleri

“Son bahar şiirleri” adlı dördüncü bölümde –ki benim en çok beğendiğim bölüm- şair bizi alıp memleketimize, doğup büyüdüğümüz, sıla özlemi çektiğimiz, için için yandığımız o topraklara, yani Anadolu’ya götürüyor. Hem de bizi öyle derin, öyle çaresiz ve öyle hazin duygulara sevk ederek… 

Buradaki ve kitabın diğer bölümlerindeki pek çok şiir çok güzel. Fakat beni en çok etkileyen “Son bahar” şiiri oldu. Şair bu şiire başlamadan önce şiire bir “önsöz” yazmış. Ayrıca şiirin içinde de yer yer düz yazıdan faydalanarak bize durumu tasvir etmeye çalışmış. Kanaatimce şairin düzyazıdaki kabiliyeti –buna düzyazı demek hata olmazsa- şiirdeki kabiliyetini bu noktada aşmış.

Son olarak bir şeyleri kaybetmeye başladığımız, yeniye modern diye körü körüne bağlandığımız fakat bununla birlikte pek çok değeri de yitirdiğimiz bir dönemde “Musandıra”  tam zamanında çıkmış bir kitap bence. Okumayanlarınıza bu kitabı tavsiye ediyorum. Bu kitapta herkesin kendinden bir şeyler bulabileceğine eminim.  En azından bizim gibi düşünen, hisseden ve yaşayan insanların hâlâ var olduğunu bilmek çok sevindirici.

Yazımı, şairin “Son bahar” adlı şiirin son dörtlüğüyle bitirmek istiyorum:

(…)

“Şiir, tevekkülle isyan etmektir,

Hırçın rüzgârlara, suskun dağlara…

Umulur ki Leylâ yeniden gelir,

Bürünüp akşama ve son bahara…”

İbrahim Ethem Gören-Yazı No: 522