Değerli okuyucularımız bugünkü yazımız gıdalarımızdaki katkı maddelerine dikkat çekmek. Ancak hangi gıdada nasıl bir katkı maddesi var? İsimleri nelerdir? Etkileri tehlikeleri nelerdir vb. gibi detaylara girmeyecek ve büyük bir soru işaretine dikkat çekeceğiz.
Sekiz on sene öncesinde ellili yaşlarda tehlike olarak gösterilen metabolik sendrom, insülin direnci, haşimato hipotiroidi gibi konular şimdilerde gençlerde üniversite çağı çocuklarda gündeme gelmekte.
Nedir metabolik sendrom?
Normal şartlarda konuyu gündeme getirdiğinizde size derler ki:
Bu modern çağın hareketsiz hayatına ve beslenme şekillerine bağlı olarak ateroskleroza bağlı kalp damar hastalıklarında artış görülmesidir. Aşırı kilo olması bel çevresi kalınlaşması ve kalp hastalıkları riski taşıdığı gibi yüksek tansiyon ve şeker hastalığı risklerini de beraberinde yaşamaktır. Kan damarlarındaki sertleşmeler, tıkanmalar inme ve kalp krizi riski vardır. Ü lkemizde 50-60 yaşlarından itibaren bu riskler gözükmektedir.
Bunun üzerine de sağlık uzmanları, diyetisyenler akademisyenler yazılı ve görsel basında hep kilo problemlerine, beslenme düzenlemelerine, sağlıklı yaşam egzersizlerine vb. dikkat çekerler;
Ü çbüyük tehlike
Sağlığımızla ilgili kilo sorununa dikkat çeker ve şu üçbüyük tehlikenin altını çizerler
Kalp krizi, Yüksek tansiyon, şeker;
Bu konuda sağlık uzmanları gerçekten haklıdır;
Hatta 30-40 sene önceki Yeşilçam filmlerini izlerken oradaki insanları görürüz; Genel olarak bel çevresi kalın şişman tiplere pek rastlanmaz; Ya da ninelerimiz, dedelerimizle ilgili siyah beyaz fotoğraflara baktığımızda bu tür anormal vücutlara rastlamayız; Şişman olan bile komple tombuldur; Basenden löp löp kilo almış, sadece göbeği çıkmış, omuzu göçmüş hantal tiplere rastlamayız;
Bugün ise insanların bu tür bedensel kilo problemleri var; Genel olarak bel bölgesinde kalınlaşma var. Santral obezite var; Dolayısıyla kalp damar hastalıkları tansiyon şeker metabolik hastalıklara davetiye var;
Modern ve hareketsiz hayat
Bunun sebebi de bir şekilde açıklanıyor; Sebep, modern şehir hayatı deniliyor; Hareketsiz hayat; Yüksek kalorili gıdalar; Vücut ne yapsın? Dolayısıyla metabolik sendrom bir endüstri ve kentleşme hastalığı; Sabah kahvaltısız işe başlama, bütün gün masa başında oturarak çalışma, bilgisayar başında robot gibi hareketlere bağlı kalma, bir saatlik öğle arasında vakit kalsın diye ayaküstü atıştırma; Akşam da yemeklere yüklenip sonra televizyon başında uyuyup kalma; Bu hareketsizliğe vücut ne yapabilir ki?
Buraya kadar tamam; Ama bugün ülkemizde çok farklı bir sorun daha var;
Gençliği bekleyen tehlike
O da hayatının baharında olup, üniversite çağında olup ve santral obezite dediğimiz bel çevresi kalınlaşmamış, kilolu olmayan aksine görünüşü atletik yapıda olan nice gençte ortaya çıkan bir sorun var;
Nedir o?
Bakıyorsunuz karaciğer yağlanması var. Bu arada belirtelim ki sarımsak en iyi antioksidanlardan biridir ve karaciğerin yenilenmesinde oldukça önemli bir besindir.
Diyor ki çocuklar:
'Hocam yemek yediğimde yüzüm gözüm kızarıyor'
'Tatlı yediğim zaman yüzüm uyuşuyor'
'Yemekten bir saat sonra elim ayağım boşalıyor gibi oluyor'
'Yemek yedikten sonra tatlı yemezsem kendime gelemiyorum'
Bunu diyen gençlerde kilo problemi de yok; Genel görünüşleri gayet sağlıklı. Ama bakıyorsunuz kan tahlillerine karaciğer enzimleri yükselmiş, ultrason raporlarına bakıyorsunuz karaciğer yağlanması çıkıyor.
Bu çocuklar ne yiyor?
İşte burada akla başka bir soru geliyor:
Bu çocuklar ne yiyor? Nasıl besleniyor? Yedikleri içerisinde ne var?
O halde fastfood yiyeceklerde sadece kalori hesabı mı yapılacak?
Yoksa fastfood içerisindeki katkı maddeleri de dikkate alınacak mı?
Çocuklar zayıf olmasına zayıf ama buna rağmen karaciğerleri yağlanmış. Buna rağmen metabolik sendromları var. İnsülin dirençleri var.
Neden?
Öyleyse yiyeceklerimizdeki katkı maddelerinin de tekrar tekrar ve çok ciddi sorgulanması gerekmiyor mu?
Biz burada a maddesi, b maddesi vb. diye ayırt etmeyeceğiz. Ama bu tür yiyeceklerden içeceklerden ambalajlı gıdalardan benzeri beslenme programlarının bir an önce sorgulanmasına dikkat çekmek istiyoruz.
Ve bir an önce bu konularda gençler başta olmak üzere toplumsal bilinçseviyesinin artırılması gerektiğini dile getiriyoruz.
Diyet merkezleri dikkat
Bu anlamda tüm diyetisyenler ve bu konuda çalışan tüm uzmanların kalori hesabından ziyade organik gıda ile beslenme temelinde bir program uygulamalarının esas olduğuna inanıyoruz.
Gelecek budur neslin kurtulması sağlıklı kalması bu şuurla hareket etmeye bağlıdır, diyoruz.
Çünkü üniversitede, aileden uzak ve çoğunlukla mecburiyetten ve kolay geldiği için abur cubur fastfood ve benzeri gıdalarla beslenmiş çocuklarımızın büyük risk altında olduğuna dikkat çekiyoruz.
Ü niversite çağında gencecik bedenlerin karaciğeri yağlanmış. Gencecik yaşta insülin direnci gelişmiş, alerji ile boğuşur olmuş gençlerimizi gördükçe kahroluyoruz;
Kendisine baktığınızda zayıfça ve sağlıklı gözüküyor ama yediği içtiği katkı maddeli gıdalar sebebiyle sağlığı allak bullak olmuş; Bu çocukların kan basıncına bakıyorsunuz 14 -15 -16 çıkıyor. Kan şekerleri 115 -120 -130`larda çıkıyor.
Yazık değil mi gençliğimize? Yazık değil mi geleceğimize?
Bizim burada dikkat çekmek istediğimiz konu, kilolu olanlar zaten risk altında da kilolu olmayan ama bu tür beslenme sebebiyle sağlıkları allak bullak olan çocukların çığ gibi çoğaldığıdır.
Ve bu soruyu buradan kamuoyuna duyuruyoruz:
Burada çocuklarımız gençlerimiz ne yiyor? Yediklerinin içerisindeki katkı maddeleri ne?