Bir Baroncelli hikâyesi!

Hâmiş: Üstad Cemil Meriç kapısına kilit vurulan mecmualar için “Bir devrin vasiyetnamesidir dergi, vasiyetnamesi yahut mesajı. Kapanan her bir dergi kaybedilen bir savaş veya intihar” diyordu. Eski(mez) bir dergici olarak dergilerin kapanmasının müessislerinin mâşerî vicdanında meydana getirdiği tesirleri ayne’l-yakîn bilirim.

Abone Ol

Günümüzde matbu dergilerin bir kısım fonksiyonlarını haber bültenleri yerine getiriyor. Kapanan haber bültenleri için de Cemil Meriç’inkine benzer hâlet-i rûhiyeye giriyoruz! Bu meyanda Son Devir haber portalında uzun süre köşe yazısı kaleme almıştım. Son Devir, refikleri Dünya Bülteni ve Dünya Bizim portalları gibi sessizce yayın hayatından çekildi. Haliyle isimlerini andığımız portallardaki yazıların linkleri düştü. İttifak’taki bugünkü yazımızda Son Devir’de 8 Ekim 2015 Cuma günü kaleme aldığım ve yakın zaman önce linki düşerek gözlerden nihân olan, içinden hakikat geçen bir hikâyeyi güncelleyerek değerli okuyucularımın irfanına arz ediyorum. 

Bir Baroncelli hikâyesi

Hayatın adı sürpriz. Yaşam tevâfuklarla dolu. Ne zaman ne olacağı belli değil... Heyecan fırtınası... Fânî olmanın getirdiği bir güzelliktir acı-tatlı sürprizler. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in deyimiyle “Beyaz kâğıdın üzerine sütle yazılmış olan kader” insanı bazen bulunduğu yerden alarak çok uzaklara götürebiliyor.

Böyle bir girizgâhtan sonra konumuza; daha doğrusu köşemizin konuğunun hayat hikâyesine doğru ilerleyelim… Klasik bir Türk filminin kahramanı o!  Tüm Yeşilçam filmleri gibi sonu mutlulukla biten bir senaryonun başrol oyuncusu… Galiba filmin tek eksiği kötü adam karakterinin olmayışı! Onun hikâyesinin içinden insan, zaman, mekân, hayat, ölüm, hakikat, azim, sebat, vefâ, kararlılık, şehir, şehircilik, mimarlık ve kentlerimizden kaybolup giden güzellikler geçiyor… Bir de Bursa ile Cenova…

Bursalı Gürol, Osmanlı Cihan Devleti’ne başkentlik yapmış olan yeşil kentte ilkokulu, orta okulu ve liseyi bitirir. Ortaokul yıllarından itibaren hayali Boğaziçi Üniversitesi’nde okumaktır. Lakin üniversite sınavında yanlış kodlamadan dolayı kendini Uludağ Üniversitesi’nin Matematik Mühendisliği bölümünde bulur. Daha sonra mutlu olmadığını fark edip İtalya’nın Cenova Üniversitesi’nin imtihanlarına girer ve ardından adını andığımız okulun Mimarlık Fakültesi’ni kazanır…

Sanat ve estetik güzellikleri ruhunun derinliklerinde hisseden; bir adım öte yaşayan Bursalı Gürol, bir gün İtalyan Baroncelli ailesiyle tanışır ve tabiri caizse hayatı değişir. Onun, Baroncelli Ailesi ile tanışma hikâyesi şöyledir. Bursa’da ailesinin antika halı dükkânı vardır. Mezkûr şehirde üniversitede okuduğu yıllarda yaz tatillerinde ve fırsat bulduğu her zaman ağabeyiyle birlikte dükkânlarında halı-kilim satar. Bursalı Gürol, Baroncelli Ailesi’nden Flavio-Annalisa Baroncelli ile Bursa’daki dükkânlarında tanışır, epeyce sohbet eder. Flavio Baroncelli daha ilk hasbıhalde kahramanımızın matematik bölümünden memnun olmadığını anlar…

-Flavio, Bursalı Gürol’a, ilk teşrik-i mesailerinde İtalya’da hoca olduğunu söyler. Gürol, muhatabının önemli bir Profesör olduğunu sonraki yıllarda öğrenecektir.-

Bu yazının kahramanı, Baroncelli çiftine epey izzet ve ikramda bulunur. Onları, Türklerin, Müslümanların misafirperverliğiyle tanıştırır. Aile, Türkiye’ye sık sık gelmektedir. Bir ziyaretlerinde kaza geçirirler. Gürol Efendi, hadiseyi haber alır-almaz derhal kaza mahalline; Samsun’a, İtalyan dostlarına yardım etmeye gider. Orada tedavi müddetince kalarak misafirlerinin yaralarına merhem olmaya çalışır. Kazanın akabinde Flavio Baroncelli’nin bir ayağı sakat kalır ve “Türkiye’de bir ayak bileğimi kaybettim ama bir oğul kazandım” demeye başlar.

Hayat fânî… Herkes için vakt-i merhûnu geldiğinde fenâsını gösterir. Bu bağlamda Bursalı Gürol 1991 yılında babasını kaybeder. Ardından “Tebdil-i mekânda ferahlık vardır” mülâhazasıyla Prof. Dr. Flavio Baroncelli’nin daveti üzerine İtalya’ya giderek “Hangi fakülteye yazılabilirim?”i düşünmeye başlar. Önceleri tıp dâhil birçok alan üzerinde durur. İtalyan büyüklerine mimarlık mesleğine hayran olduğunu söyleyince Annalisa (İtalyan annesi) “Hem okul çok uzun, 5 yıl, artı tez, artı yeterlilik imtihanı, hem de İtalyanlar bile zorlanıyorlar, boş ver!” deyince İtalyan baba Flavio ona inandığını ifade ederek Mimarlık Fakültesi’nden başarılı bir şekilde mezun olabileceğini söyledikten sonra şu cümleyi kurar: “İstersen bu okulun sınavlarına müracaat edebilmen için sana yardımcı olabilirim.” Böylelikle Bursalı Gürol Cenova Üniversitesi’nde okumaya karar verir.

İtalya’da her üniversite kendi imtihanını yapmaktadır. İtalyalı Gürol, Cenova Üniversitesi’nin Mimarlık Fakültesi sınavlarına girer. Sınav sonuçları açıklandığında ismini, bu okulun en yüksek puanla kazanan öğrencilerinin arasında görür.

Gurbet elde kirada yaşamaya başlar. Evinin etrafında uyuşturucu satıcıları vardır. Evinin bir odasını dolduracak kadar eşyası bile yoktur. Tevekkül eder, takdire rıza gösterir. Ticaret yaparak tahsil masraflarını karşılamaya başlar. Cenova meydanlarında halı-kilim satar, pek çok iş ile birlikte tercümanlık ve şoförlük yapar… Hatta İtalyanlara özel dersler verir. Arada da Baroncellilerin evlerine gidip gelir. Bu esnada Flavio Baroncelli’nin İtalya çapında tanınmış bir felsefe profesörü ve meşhur bir yazar olduğunu öğrenir.

Flavio, estetik, fakirlik, pauperizm, ırkçılık ve tolerans çalışma alanlarında eserler veren bir bilim adamaıır. Din Felsefesi ve Politika Felsefesi üzerine de çalışmaları bulunan Flavio, aynı zamanda İtalyan Komünist Partisi’nin de ileri gelenleri arasındadır. Flavio Baroncelli bir müddet sonra arkadaşlarına gülerek “Komünist partisindeyim, ateistim ama Müslüman, dindar bir oğlum var” diyecektir.

Bursalı Gürol, Cenova’daki mimarlık tahsilinde arkadaşlarına örnek bir talebe olur. İtalyancasını geliştirmek için çok kitap okur; özellikle tarih ve sanat tarihi kitaplarını… Üç dört günde bir kitap özeti çıkarır, Flavio ona özel dersler verir. Bir yerlere götürür, “Paris’e gidelim, Avusturya’ya gidelim” der.

İtalyan aile, Bursalı Gürol’la özel olarak ilgilenir. Flavio Baroncelli, ailesinin tek erkek evladıdır. Annalisa Baroncelli de ailesinin tek kızıdır. Çocukları da yoktur. Çevrelerinde pek çok kişi vardır, ama yakınları, akrabaları yoktur.

Hep Flavio’dan bahsettik değil mi? Annalisa için de bir paragraf açmakta fayda var. Profesör biyologdur Annalisa… Bilim kadınıdır ve gerçek bir entellektüeldir... İtalya’da kanser üzerine araştırma yapan önemli bir merkezin yöneticisidir aynı zamanda.

İtalya’da üniversite tahsili kesinlikle bambaşka bir âlemdir, Türkiye’dekiyle kıyaslanacak olduğunda iki ayrı dünya gibidir. Bu ülkede yüksek tahsilde her şey öğrenci odaklıdır. Öğrenci her şeyden önce kendi imtihanlarına karar verebilmekte; hocasına “Benim için imtihan yapın” diyebilmektedir. Üniversiteden atılma diye bir şey söz konusu değildir. Dolayısıyla öğrenciler tehdit ve stresten uzaktır, “aman atıldım, atılacağım” korkusunu yaşamamaktadır.

İtalya üniversitelerinde ekonomik ve kültürel imkânlar çok fazladır. Üniversite Bakanlığı vardır her şeyden önce. Yurt dışına zaman zaman kültür-sanat gezileri düzenlenir. Bu gezilere Bursalı Gürol da iştirak eder, Avrupa’yı gezer. Cenova Üniversitesi 50.000 lirete, yaklaşık 50 Mark’a bir zamanlar Mark vardı değil mi!- Barcelona gezisi düzenler, mimarlık talebesi Gürol da böylelikle efsane şehri ziyaret eder.

İtalya gerçek anlamda sosyal bir devlettir. İmkânı olmayanlar için yurtdışı gezi masraflarının bir kısmını ilgili bakanlık üniversiteye ödemektedir, “öğrenci gidip gezsin, gitsin görsün” mülahazasıyla... İtalya üniversitelerinde öğrencilere ücretsiz bilgisayar ve çıkış alma imkânları sunulmakta olduğunu ve 1991 yılında kampüslerde ücretsiz internet hizmeti verildiği de muhatabımızın aktardığı bilgiler arasında yer alıyor.

Çok iyi düzenlenmiş müzeler vardır tarihi kentte. Cenova’da mimarlık okuyan bir öğrenci için, mimar adayı için, bir Ortaçağ binasını incelemek, yakından görmek, Rönesans yapılarını incelemek, renklerin uyumunu görmek bulunmaz fırsattır.

Bursalı Gürol’a bir zaman renklerin uyumunu sorduğumda şu şekilde bir cevap verdiğini hatırlıyorum: “İtalya’da tarihi merkezlerde, kadim şehirlerde bina cephesinde herkes istediği rengi kullanamaz. Mahalle mahalle renk skalaları vardır. “Burada bunu kullanabilirsiniz, renk kartelâsından birini seçebilirsiniz.” 

Sözün bu yerinde Cenovalı Gürol’un eğitim hayatına müşfikâne nazar edelim! İtalya’da mimarlık eğitimi beş yıldır. Bu sürenin üzerine de tez yazılır ve sözlü savunma verilir. Yaklaşık 7 yılda Mimarlık Fakülteleri bitirilir. Türkiye’de ise 4 sene sonunda bitirme projenizi yaptığınızda mimar olup gidip Mimarlar Odası’na yazılabilirsiniz.

Kelâmın bu yerinde Gürol Baroncelli’nin âvâzına kulak verelim: “İtalya’da mimarlık bir sanattır ve herkes mimar olamaz, Mimarlık Fakültelerini bitirenlerin büyük bölümü de mimarlık yapamaz. Mimarlık Fakültesi’nde 7 yılınızı geçirdiğinizde hâlâ mimar değilsinizdir, Mimarlık Fakültesi mezunusunuzdur. Mezuniyetin akabinde önce 5 yıl tecrübesi olan bir mimarın yanında altı ay çalışmanız lazım gelir. Onun oluruyla tüm İtalya’da aynı gün yapılan bir yazılı imtihana girersiniz. Bu sınav, Mimarlık Fakültesi mezunlarının ancak yüzde 6’sinin geçebildiği bir yeterlilik sınavıdır. Daha sonra yazılıyı geçenlerin yüzde 20 ya da 25’inin başarılı olabildiği sözlü bir imtihana daha tabi tutulursunuz. Ayrıca Kurul karşısında bir gün içinde bir proje yaparsınız. Projeyi imtihan mekânında çizmek durumundasınız. Kurul, projenin kurallara, normlara, estetik değerlere uygun olup olmadığına karar verir.”

Böylesi zorlu süreçlerden başarılı bir şekilde geçen Bursalı Gürol’un projesi ibadet binasıdır. Cami projesi çizer ve çalışması büyük bir hüsn-ü kabul görür.

Türkiye’deki fiili durumun aksine İtalya’da Mimarlar Odası sivil toplum kuruluşu değildir. Bu ülkede Mimarlar Odası, Adalet Bakanlığı'nın bir birimidir ve Mimarlar Odası Başkanı hâkim statüsündedir.

İtalya’da Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanıp suçlu bulunanların elinden mimarlık yetkisi alınır. Her hangi bir mimar İtalya’da cinayet işlese, mafyaya bulaşsa yahut da kendisinden yüz kızartıcı bir fiili sadır olsa belirli bir süre mimarlık yapamaz. Yetkisi elinden alınır. Yani bir İtalyan mimar, karısını öldürecek olsa işsiz kalır.

İtalya’da Mimarlar Odası’nın saygınlığı vardır. Oda hükümetle birlikte çalışır, hiç boş durmaz, Türkiye örneğinde olduğu gibi kısır siyasi tartışmaların içerisine girmeyerek, “Mimarlar için neler yapılabilir, mimarlık mesleğine ilave hangi katma değerler üretilebilir?”in derdindedir. 

Bursalı Gürol da Cenova Mimarlar Odası’nın üyesidir. Ona göre mimarlık bütün güzel sanatları içinde barındıran bir alandır. Ve eğer şehre önem verirseniz insana önem veriyorsunuz demektir. İtalya’da her şey çevrenin ve dolayısıyla insanın etrafında döner.

Mimar Gürol’un anlattıklarını dinlemeye devam edelim… “İbrahim Ethem Bey, mimarlık, politikadan ayrılamaz. Güzel sanatlar içerisinde iki boyutlu sanatlardan resmi ele alalım. Leonardo da Vinci, Mona Lisa’yı ısmarlama üzerine yapmıştır. Ama bu onun kendi için başka resimler yapmasına engel olmamıştır. Çünkü bütün ihtiyacı olan bir tuval ve boya idi. Leonarda’dan üç boyutlu güzel sanatlara gelecek olursak… Michelangelo meşhur Davut heykelini yaparken sipariş üzerine yapmıştır. Ama bu arada kendi için de birçok heykeller yapmıştır. Bunun nedeni bütün ihtiyacının bir parça taş ile çekiç ve keski olmasıdır. 

Mimarlıkta önce size güvenip parasını emanet edecek bir işverene ihtiyacınız var. Sizin çok güzel bir fikriniz, harikulade projeniz olabilir ama bunu realize edecek biri yoksa fikriniz sadece fikir olarak kalır. Doğmamış bir çocuktur yani. Yine yetmedi… Paranız var, size güvenen; inşaatı yapacak biri var ama politik gücünüz yok, şehir o binayı orada yapmanızı istemiyor. Bu durumda o binayı oraya yapamazsınız. Bu yüzden mimar politikadan ayrı kalamaz.”

Eyfel Kulesi’nin ilk tasarlandığı zaman Parislilerin şehirlerinin orta yerine çok çirkin olduğu gerekçesiyle böyle bir binayı istemeyerek “Şehrimize bütün binalardan yüksek, bu kadar çirkin bir bina yaptırmayız” dediklerini belirten Mimar Gürol, Amerika’daki özgürlük heykelinin de tasarımcısı olan Gustave Eiffel’in ve dönemin Fransa Cumhurbaşkanın da mason olduğunu, birlikte siyasi bir karar alarak Eyfel kulesini yaptıklarını söyledikten sonra konuşmasına şöyle devam ediyor:“ Yılda 6 milyon turist çeken kule şu anda Paris’in simgesidir. Dolayısıyla konumuza dönecek olursak mimarın ve yatırımcının politik gücü olmasaydı Eyfel Kulesi projesi realize edilemezdi.”

Ömürler hayatın içinden geçip gider. Geriye ameller ve hatıralar kalır… Hayat, Baroncelli ailesi için de fenâsını gösterir… Baroncelli Ailesi Baron’dur ve ölümlerinin ardından tüm miraslarıyla birlikte Baronluk unvanı da Mimar Gürol’a geçer. Cenovalı Mimar Gürol’a İtalyan ailesinden dolayı Baronlukla ilgili vesika da takdim edilir. Böylelikle Baroncelli nâm ikinci bir soyadına ve İtalya vatandaşlığa daha sahip olur…

“İtalya’da şehir, herkesin malıdır. Herkes kente gözü gibi bakar. Cristopher Colombo Cenovalıdır. Bugün evi hâlâ ayaktadır. Andrea Doria Cenovalıdır, evi son derece sağlamdır, insanların yaşadığı bir yerdir” diyen Mimar Baroncelli’nin İtalya’daki evi Milâdî 900’lerden kalmadır, 1100 küsur yıllık bir binadır. Bin yıllık binalar İtalya için sıradan yapılardır.

Bugünkü zamanda Cenova ile İstanbul arasında mekik dokuyan Bursalı Gürol, telif ettiği mimari projelerde İstanbul’u önce entelektüellere sevdirme gayretinde bulunuyor. Ona göre münevverler bir şehri sevdiğinde yazılarında bahseder, öznesi şehir olan şiirler yazar, kentin tarihi ve tabii güzelliklerini tuvallerine yansıtır, kitaplarında bahseder, öğrencilerine tanıtır, hâsılı kentinin reklâmını yapar.

Sanatın tüm nevilerinde, estetikte, öz sanatlarda olduğu gibi mimaride de denge ve denge unsuru önemli. “Mimaride geçmişi unutmayıp geleceğe bakmak lazım gelir” diyen Baroncelli'nin sözleriyle yazımıza nihayet verelim:

“Geçmişten bir parça alırız, gelecekten bir parça alırız ve şu anı yaşarız. Yani ben, sizinle konuşuyorum. Bana telefon açtınız, konuşup kapatacağız. Geçmişte konuşmaya başladım, Gelecekte kapatacağım ama şu anı yaşıyorum. Eğer geçmişte biraz fazla kalırsanız, eğer gelecekte biraz fazla kalırsanız harmomiyi kaybedersiniz ve her şey anlamsızlaşır! Daha çok geçmişte veya gelecekte yaşamamamız lazım. Geçmişimizi unutmayıp geleceğe bakarak yaşamamız lazım.

Şehrin de, yapıların da, eserlerinde geçmişten izler taşıması lazım. Ama geleceğe de bakması; gelecekten de izler taşıması lazım.

İstanbul’un kimliksizleştirildiğini düşünüyorum. İstanbul bir an önce özüne dönmeli; silkinip üzerindeki atâleti atmalı. Özellikle birileri TOKİ’ye ve ondan ilham alan müteahhitlere dur demeli. Dur diyemiyorsa bile en azından yol, yöntem ve usul öğretmeli. Mimarlık öyle bir şey ki yapılan devasa binaları “yıkıyorum” diyemiyorsunuz, çünkü işin içinde para var. Çocuklarımız, torunlarımız biz toprağa karışıp gittikten sonra “Bu binaları, bu çirkinliklerini dedemiz, babamız yapmış” dememeli. TOKİ’nin bundan sonra en azından tasarım ve estetik bir kaygılarla hareket etmesini diliyorum.”

İbrahim Ethem Gören/21.09.2024 Yazı No: 618