Bir 1 Mayıs hikâyesi!

1 Mayıs 2024 Çarşamba. Hafta ortasında bir resmî tatil günü. Cibalili Deniz Taciri Mehmet Bey her zamanki gibi güne Söğütlüçeşme Camii müezzininin sabâ makamında okuduğu ezanla başladı. İlk gün ışığı camla selâmlaştıktan sonra sade kahvesini yudumlamak üzere Esat Işık Caddesi üzerindeki evinin balkonundaki sallanan koltuğa oturduğunda Kalamış’ta yatları ve yatların ötesinde, berisinde yelken yapan çocukları gördü

Abone Ol

“Kendi kendine hey gidi günler, 1 Mayıs İşçi ve Emekçi’nin Bayramı” cümlesini kurduktan sonra evinin salonunda taş plakta çalmakta olan Esengül’ün kadife sesini işitti. İçinden sadece hüzün ve arabesk geçen Türk filmleri kurgularında olduğu gibi hayatını hızlı yaşayan ve genç yaşta ölen Esengül’ün (Esen Agan 1954-1979) ölümünden üç yıl sonra yayınlanan bir plaktı uzançalardaki. Deniz Taciri, Moda burnundaki yelkencileri kendi halleri üzerine merfu bıraktığı esnada kırk yıllık hatırı olan kahvesini de bitirmişti. 

Balkonun kapısını usulca kapattıktan sonra sesin geldiği uzunçaların yanındaki bordo renkli berjere kuruldu! Çocukluk ve gençlik dönemindeki evlerinin hemen yakınlarındaki Unkapanı Plakçılar Çarşısı’ndan kaç plak satın aldığını o da bilmiyordu. Her neyse, Taç Plakçılık’tan  1981 yılında satın aldığı Esengül/Son Hatıram Full Albümü’nü dinmeye devam etti:
Seni nerden nasıl sevdim
Şu kalbime nasil girdin
Sakın sorma dertlerimi
Hiç bitmeyen kederimi

Uçan giden gençliğimi
Bana sorma bana sorma
Ağaran şu saçlarımı
Bana sorma bana sorma

(…)
Deniz Taciri Mehmet Bey sol elini ağaran saçlarına koyduktan sonra yaşıtı Esengül’ün şarkılarından ilhamla uzak deniz seferlerinden birinde Güney Amerika limanlarından satın aldığı büyük denizci defterine el yazısıyla böylesi diyalogları kaleme aldı:

“Esengül... 

Nelerimiz 
Varmış bizim
O yıllarda
Aklım bi karış havada
Havaiyiz yani!

Meğer,
Mahallemiz 
Haliç kıyılarımız…
Semtlerin Petrusuymuş!

Gecen gün; yazıştık
Nurullah ile,
Ucla’da sosyoloji masterı yapan arkadaşım…

:-Abi sen mahallenin kıymetini bilmiyorsun?
:-Nerden çıktı şimdi?
:-jazzın Amerika’ya etkilerini çalışıyoruz. Bak ‘Octav’ın kralı senin semtindeymiş! 
:-Nasıl yani Nurullah?
:-Abi, Eengül diye biri var mıydı sizin oralarda?
:-He vardı, az önce onu dinliyordum, n’olcak! Arabesk şarkıcıydı
:-Bak biz şimdi Amerika’da derste onu çalışıyoruz. Hocamız onun ses rengi için “Missisipi’nin ilk bluzzcuları ile aynıdır” cümlesini kuruyor. 
:-Kafa açıyorsun! Ucla’da ha.. Hadi ordan…

(…)
Vayy be… 
O bir Balkan Muhaciri. Mübadelede semtimize göçmüşler. Semtimize, Haliç kıyılarına… 

Roma’dan (um) yadigâr deniz tüccarlarının ihtişamlı konaklarının yamaç fenerine, hemen omuzbaşında Sefaradların gettosu Balat’a. Balat ki; Millî Sinema’nın tahta kilise koltuklarını temizlediğimiz ve antraklarında Olimpos gazoz satmışlığımız vardır…

(…)
Ve Fatih dönemimiz. Tillo’nun âlim Araplarının esrarkeş dubaracı torunlarının, torunlarının çocuklarının dolaştığı sokaklar… Haliyle en son bizim Rize-Trabzon… Ve İnebolulu büyük dedem mavnacılar… Ve dahi Çorlu, Burgaz, Hayrabol! Yani demen o ki her çeşit inmiş konmuş mescidler ve kahveler yatağındayız!

(…)
Tekrar Esengül’e gelelim. Henüz taze, 15-16 yaşlarındı. Okul hevesi yok. Çeşmede, kapı önünde dilinde hep bir şarkı!

(…)
O, adeta bir “arda!” Büyük yetenek. Daha çocuk yaşta mahallede söylüyor; hem de ne 
Söylüyor! Olur şey değil.

Yetim kızımız annesinin teşvikiyle düğünlerde başlıyor şarkıcılığa. Annesi geçim derdinde.   

Ve kısa sürede keşfediliyor! Ve dahi çakallar üşüşüyor başına! Kapatıyorlar kızcağızı, onsan sonra “Gelsin 45’likler!

45’likleri milyonlar satıyor Esengül’ün.

Esengül az önce earz etitğimiz gibi, hızlı, fırtınalı yaşıyor maalesef. Kısacık ömründe oraya buraya her rüzgâra kapılıp savruluyor!

Stardust’a çıkıyor mesela!
Kolay değil. Gacısı nüfuzlu, ayarlıyor! Amma... Kader bir yandan ağını örüyor!

Oflu İsmail çıkageliyor bir gece kulübe. İstediği şarkısı peçeteye yazıp yolluyor. Üç dakika geçtikten sonra da gece kulübünü bir sarhoş nârâsı kaplıyor: Oku!!! Esen önce sevgilisi, İstanbulspor’un ve Beşiktaş’ın futbolcusu Tayfun’a (Kalkavan) bakıyor, “okuma” mesajından sonra bu kez Oflu’nun 14’lüsü konuşmaya başlıyor!

(…)

Altın plak rekoru halen onundur: Taht kurmuşsun kalbime.

Esengül şarkılarında ezik ve hüzünlüdür, mahzundur. Derin hancereli arabesk söyledi hep.

(…)
Bu âlemin bir diğer yetimi kahır bülbülü Bergen’di.

Bergen’deki  ses ahengi bir tık daha diktir. Daha delikanlıdır belki. Kafa tutar alayına!

(…)

Her iki kızımız da iç âlemlerinin derinliklerinde babasızlığın onlara çocukluğunda yüklediği travmayı yaşamış ve bunun kederini haykırmıştır kısacık ömürlerinde.
haykırırlar adeta…

(…)

Cibali’de, kıyılarda, kadim Roma kalıntılarının taşlarında, şehrin rıhtımlarında çocukluk yıllarımızda bir ömür. Haliç ve köşe başı hemen her yer bir mektep bize çok şükür.”

Çocukluk yıllarından beri alnının teriyle geçinen Deniz Taciri’nin dudaklarından bir kez daha, bu kez belli belirsiz bir edayla “Bugün 1 Mayıs, İşçinin ve Emekçinin Bayramı” dedikten sonra gözlerini Dr. Zübeyde Cihan Özsayınar’ın sosyal medya paylaşımındaki celî ta’lik kalem güzeline mıhladı: El-kâsibu Habibullah/Rızkı için çalışan Allah’ın sevdiği kuludur.”

Cibali çocuğu Deniz Taciri, Sami Efendi’nin, ötelere, ötelerin ötesine su gibi akıp giden yazısında “be”nin keşîdesîni incelerken Söğütlüçeşme Camii imamının sabah namazının ikinci rek’akında okuduğu Zümer Suûresi’nin 53’üncü âyet-i kerimesinin meâlini düşünüyor: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”


İbrahim Ethem Gören 01.05.2024 Yazı No: 586