Binbir Hatim nedir ve Hatim Geleneği-1

Erzurum’da yaklaşık 500 yıldır Binbir Hatimler okunur. Miladi yılın son on beş günü başlar yeni yılın ilk on beş gününden sonra tamamlanır.

Abone Ol

Yani 15 Aralık-15 Ocak gibi… Başlaması da bitmesi de Cuma günü olduğu için tarihlerde bir iki günlük değişiklik olur. Binbir Hatim ayı bu yıl 13 Aralık Cuma günü başladı. Elbette bu tarihlerin belirlenmesi Miladi takvimle değil günlerin kısalması ve yeniden uzaması, güneş sisteminin yeni bir başlangıcıyla ilgili… Günlerin en kısasından veya en uzun gecelerden (şeb-i yeldadan) günlerin uzamaya başlamasını kapsayan ay. Yeni başlangıca Kuran ile tanıklık ve dua etmek…

Neden Binbir?

Binbir sayısı veya kelimesi eski inançlarda olan ve çokluk, kesret bildirmek için başvurulan sayılardandır; üç, yedi, kırk gibi… Binbir meşakkat, binbir gece gibi… Tasavvuf ehlinde ise baştaki bin kesreti sondaki bir ise Allah’ı temsilen kullanılır. Yani binbir’deki “bir” vahdettir. Binbir Hatim ifadesindeki “binbir” tasavvufî anlamda kullanılmaktadır. Bir tasavvuf, tarikat, inanç sembolü olarak… Aksi halde her yıl okunan hatim sayısı on binleri bulmaktadır.

Binbir Hatim Geleneği Nasıl Başladı?

1514’te Yavuz Sultan Selim’in İran sınırındaki Çaldıran Ovası’nda yapılan savaşta Safevi hükümdarı olan Şah İsmail’i yenmesiyle Erzurum, Osmanlı Devleti’ne katılmıştır. Yavuz Sultan Selim kazandığı zaferle Safevi devletinin başşehri Tebriz’i Osmanlı toprağına katmış, bir müddet sonra ordunun yorgun ve huzursuz olması nedeniyle kışı geçirmek için İstanbul’a dönmüştür. Dolayısıyla Devlet-i Âlî (Osmanlı) savaşla aldığı birçok yeri tekrar Safevilere bırakmak durumunda kalmıştır.

Erzurum’da ve bölgedeki birçok bey Yavuz’un İstanbul’a dönmesinden sonra tekrar Safevilere katılmaya meyletmiştir. Erzurum’daki Afşar Beyi Sevündük Han da bunlardan biridir. Sevündük Han’ın bu ikili tutumundan sonra Pir Ali Baba ve Erzurum uleması bir araya gelip “Burası Şia değil ehl-i sünnet ve’l cemaat beldesidir.” diyerek beş vakit ezandan sonra salât ü selam okunmasını kararlaştırmıştır. Erzurum’un her türlü saldırıdan, afetten, belâ ve musibetten korunması amacıyla Pir Ali Baba şehrin etrafında atlı hafızlarıyla Kuran okuyarak şehri zırhlamış, böylelikle Binbir Hatim geleneği başlamıştır.

Pir Ali Baba Kimdir?

13. asırda Moğol istilasıyla büyük bir fetret dönemine başlayan Erzurum Yavuz Sultan Selim zamanında 1514’te Osmanlı’ya katılsa da mülki teşkilatlanmasını ancak Kanuni Sultan Süleyman zamanında tamamlamıştır. Kanuni’nin tarihçiler arasındaki diğer adı “Erzurum’un Bânisi”dir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde 1533 tarihli Arapça yazılı vakfiyelerden birinde Pir Ali Baba (muhtemelen vefatına çok yakında bir dönemde) meşayıhtan, ulemadan olan evlat ve halifelerine kendisine ait köyü ve araziyi vakfetmiştir. Bu durumda, Yavuz zamanında Erzurum Beyi Sevündük Han’ın ikili tutumuna karşı koyan Pir Ali Baba’nın Kanuni zamanına ait belgede zaviye sahibi olduğu anlaşılıyor. Vakfiyeye göre asıl adı Mevlâna Pir Ali’dir ve Mevlâna Veli’nin oğludur. Bir de Mevlâna Hüseyin adlı kardeşi bulunmaktadır. Bu durumda Pir Ali Baba’nın Mevlevî olma ihtimali yüksektir.

Adının başındaki “Pir” onun bir meslek grubunun şeyhi olabileceğini düşündürüyor. Bir rivayete göre Pir Ali Baba değirmencidir ve Kırk Değirmenler olarak bilinen Palandöken’den Gez Mahallesi’ne kadar sıralanmış değirmenlerin sahibidir. Adındaki “Baba” kelimesi de onun meşayıhtan biri, bir eren olduğunu göstermektedir.  Vakfiyedeki tarihlerin Erzurum’un Osmanlı devletine geçtiği yıllar olduğunu ve Pir Ali Baba tepesinin konumlandığı mevkinin stratejik özelliklerini dikkate aldığımızda bu mevkinin, Erzurum ovasına çıkan tüm yolları ve boğazları (Haydari ve Gürcü boğazları, Deveboynu geçidi, Daphan ovası…) gören ve ıssız dağ başında kurumsallaşmış, döneminde halkın Müslümanlaşması için  çok önemli misyonu olan, bunun yanında geçici konaklama, terbiye, eğitim, istihbarat ve gözetleme, ribat (karakol) işlevlerini de yerine getiren bir zaviye olduğu anlaşılmaktadır.

Tüm bu bilgiler ışığında Pir Ali Baba’nın hem alp hem eren hem de ahi şeyhi olduğu söylenebilir.

Binbir Hatim geleneğinin başlama nedeni sadece doğal afetler değildir!

Bugün sanıldığı gibi Binbir Hatimlerin sadece doğal afetlerden korunma amacıyla başladığı fikri yanlıştır, eksiktir. Hudut şehri olması nedeniyle sık sık işgal, yağma ve istilayla karşılaşan Erzurum’da Binbir Hatimlerin, Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’nin şiirinde söylediği gibi mülk-i İslamın muhafazası için okunduğu açıktır:

Hafızları binbir hatim okurlar, 
Nur-i Kur'an enharına akarlar, 
Nüzul-i merhametgahe bakarlar, 
Mevla'ya emanet olsun Erzurum.

Binbir hatim nuru arşı doldurmuş
Bela musibeti yerden kaldırmış
Düşmanları kahreylemiş öldürmüş
Mevla'ya emanet olsun Erzurum.

Kerem-i Kerim’den oldu inayet
Binbir hatim beldemizde kırâat
Gönlümüze doldu nûr-i şeriat
Mevla’ya emanet olsun Erzurum.
 
Rabbim hıfzeyleye düşman şerrinden
Gazab göstermeye berr ü bahrinden
Hususa ki Erzurum’un şehrinden
Mevla’ya emanet olsun Erzurum.

Beş asırdır Binbir Hatim okunan Erzurum neden zelzele ve işgaller yaşandı?

Sonda söyleyeceğimi başta ifade edeyim: Defalarca işgal ve tacize uğramasına rağmen netice itibariyle Erzurum ve çevresi, Allah’ın izniyle bir Türk toprağı olarak kalmıştır.

1915 Rus işgali Bolşevik İhtilali sebebiyle (Tabi ki Allah’ın takdiriyle) kendiliğinden sona ermiş, Türk ordusu Erzurum’u kalan Ermeni çetelerinden temizlemiştir. 93 Harbi’nde (1877-78) Erzurum’u işgal eden Ruslar uluslararası şartlar nedeniyle Erzurum’dan savaşsız çekilmiştir.

Erzurum Moğol istilası, Timur’un yakıp yıkması, Akkoyunlu-Karakoyunlu çatışması, Safevilerin işgali vs. yaklaşık 300 yıl harp meydanı olmuş, ciddi bir fetret yaşamış, ıssızlaşmıştır. 1530’larda Osmanlı toprağı olan ve Binbir Hatimler okunmaya başlanan Erzurum o gün bugün mülk-i İslamın kilidi olmuş, uzun soluklu huzur yaşamıştır.

Etrafında hatim okunarak zırhlanan başka bir şehir de Osmanlı devletinin batısındaki hudut şehri Saraybosna’dır.  Saraybosna çektiği sıkıntılara, soykırıma rağmen Avrupa’nın göbeğinde İslam toprağı olarak kalmayı başarmıştır.

Vahyin muhatabı nebilerin çektiği eza, cefa, hastalık ve sıkıntıları hangi kul çekmiştir? Allah’ın en seçkin kulları cefa çekerken “Onların duaları kabul olmadı mı?” diyeceğiz! Meselâ Hz. Eyyüb! Kitabı Mukaddes’te çektiği sıkıntı ve hastalıklardan teferruatlı bahsedilir. Kuran-ı Kerim’de Eyyüb peygamber sabrıyla Allah’ın takdiri, lütfu ve ihsanıyla ödüllendirilmiştir: “Ve Eyyüb’u da.. (an ki); hani o, Rabbine şöyle dua etmişti: Şüphesiz bu dert bana dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (Enbiya 21/83)

Belaların en şiddetlilerine Allah’ın en sevdiği kulları olan -başta Resulullah (sav.) olmak üzere- peygamberler ve salih kullar maruz kalmıştır. Eğer zannedildiği gibi musibet mutlaka kötü bir şey olaydı o zaman Allah en sevdiği kullarına bela ve musibetleri vermezdi. Çünkü hadis-i şerifte şöyle ifade ediliyor: “En ziyade musibet ve zorluklara maruz kalanlar, insanların en iyisi, en kâmilleridir.” Unutulmamalıdır ki dünya hizmet ve meşakkat yeridir, mükâfat ve rahat yeri değildir. İnsanın asıl vazifesi Rabbini tanımak ve emrettiği ölçüler içerisinde yaşamaktır. Bunun da yolu ibadetlerden geçmektedir.

İbadet iki kısımdır: Müsbet ibadetler, menfi ibadetler. İbadetlerin müsbet kısmı bildiğimiz namaz, oruç gibi ibadetlerdir. Menfi kısmı ise hastalık, musibet ve doğal felaketler karşısında insanın aczini ve zayıflığını hissedip Rabbine sığınması ve sabretmesi neticesinde kazandığı büyük sevaplardır. Kuran-ı Kerim apaçık ilan ediyor: “Sizi bir imtihan olarak şer ve hayırla deneyeceğiz. Hepiniz de nihayet bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya, 21/35)

“Binbir Hatim okuduk ama dünyevî faydasını niye göremiyoruz?” düşüncesi modernist, pragmatist ve maddeci bir zihnin mahsulüdür.