Yirmi birinci yüzyılda devletlerin güçleri, toprak genişliğinden ve sermaye büyüklüğünden daha çok, etik derinliklerinden ve küresel kuruluşlarından kaynaklanacaktır. Onlarla bilgi toplumları etik toplumlara evrilerek, insanlar kötülüklerin önüne iyilikle, yanlışlıkların önüne doğrulukla geçeceklerdir.
Tarım, sanayi, bilgi toplumu kuruluşlarının yan yana,el ele olduğu bir dünyada,etik ilkeler saygı göstermeyen kuruluşların ürünlerine, hiçbir ülkede saygı gösterilmeyecektir. Üretimde ve yönetimde, etik ilkeler ekonomik gelişmelerin tetikleyicileridir. Etik ilkelerin ayaklar altına alındığı kuruluşlarda, ekonomik başarıların sürdürülebilir olması mümkün değildir.Bunun için bütün ülkelerde, etik ilkelerin korunmasından, kuruluşlarla birlikte toplumların, bütün kesimleri sorumludur.
Dünyanın kanlı savaş yüzyıllarının, başında gelen Yirminci yüzyıl, etik ilkelerin en çok çiğnendiği yüzyıl olmuştur. Kutsal kültürün kaynaklarının kurutan savaş yüzyılında, ilkesizlik ilke, etiksizlik etik sayılmıştır. Ekonomik,siyasal ve kültürel hayatın merkezine, etik insan değil,ekonomik insan yerleştirilmiştir.Etik ilkeler kutsallıklarını yitirirken, ekonomik ilkeler kutsallık kazanmışlardır.Ekonomik ilkelere dört elle sarılan, seküler Batı dünyası, bütün ülkeleri savaş alanına çevirmiştir.
Dünyada kutsal kültürün kaynaklarını dinamitleyenler, ellerine geçirdikleri ekonomik zenginlikleri korumak için, üretimde ve yönetimde etik dışı, her yönteme başvurmuşlardır.Onların ellerinde yalnızca şehirler değil, denizler de toplu mezarlara dönüşmüşlerdir. Onlar bütün ülkelerle işbirliği yaparak, ya bilgi toplumlarını etik toplumlara dönüştürecekler, ya da Musa’ya karşı savaşan Firavun’un askerleri gibi, Kızıldeniz’de seçilen ve seçilmeyen krallarıyla, yok olup gideceklerdir.
İnsanları zamanda ve mekanda, uzun yolculuklara çıkaran, genel kabul gören etik ilkeler, bütün insanlığın yüzyılların içinde oluşturduğu, küresel değerlerdir.Dünyada benimsenen etik oldukları kadar, ekonomik de olan ilkeler, dinlerin ortak değerlerine dayanır. Etiğin ilkeleri, yönetimin kuralları ve ekonominin yöntemleri, tarihin her döneminde, birbirleriyle iletişim ve etkileşim içinde olmuşlardır. Onların örtüştüğü ortak alan, her insana içinden seslenen, insanlığın ortak vicdanı olmuştur.
Dünyanın ortak vicdanın, tarihin derinliklerinden gelen, uyarıcı sesini duymayan kuruluşlar, üretimde ve yönetimde etik ilkelerin, çiğnenmesinin yol açtığı haksızları,hiçbir zaman önleyemezler. Ürettikleri ürünlerle, etik ilkeleri içselleştirerek, özümseyen kuruluşlar, kendilerini bilgi toplumundan, etik topluma götürecek, aydınlık yolda bulurlar. Karanlıkları aydınlatan etik değerlerin kapsamadığı hiçbir alan yoktur. Onlara içtenlikle sarılanlar, kötülükleri iyiliklere dönüştürmede güçlük çekmezler.
Etik toplumlar birbirleriyle, iç içe olan tarım,sanayi ve bilgi toplumlarının ortak alanlarına, yeni zenginlikler kazandırarak,hep birlikte dönüştürürler. Bilgi toplumlarını etik toplumlara dönüştürmeye çalışmayanlar,ekonomik,siyasal ve kültürel hayatın kaynaklarını kuruturlar.
Etik toplumların temellerinde,insanların vicdanına dayanan, her insanın bildiği ortak doğrular vardır.