Bu şehirlilik kibrinden başka bir şey değil!
Köyü ve toprağı doğuyla zihnine kodlayan ve kaba taklitle Batıcılık gösterisi yapan aptal şehirlilik! Özünden kopmayı, teknolojik gelişmeleri, zenginliği ve konforu “medeniyet” sanan lümpenlerin, müsteşriklerin zihni bu! Sömürge beyinlerin!
İsmet Özel “Üç Frenk havası” adlı şiirinde şehrin insanını şöyle ifade eder:
Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
Pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin
…
Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
Kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin!
(Kendilerince) mütegallibelerin gözünde; dizilerde ve filmlerde, Yeşilçam’da dışa vurdukları üzere bu toprakların aslî unsuru ve Türk irfanının temsilcisi köylüler komiktir, yabandır, cahil ve kabadır,” aval”dır! Yakup Kadri’nin “Yaban”ındaki, Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu”ndaki, Fakir Baykurt’un “Yılanların Öcü”ndeki gibi…
Sanki ahlâk ve erdemi önceleyen, binlerce yıllık Türk töresini ve kültürünü, alperenlik müessesesini, vatanperverliğin destanını yazan ve yaşatan köyler, köylüler yokmuş gibi… Halbuki köylü bütün bir ülkeyi besleyen ana gibidir. En zor şartlarda toprağı işler, üretir; tarım ve hayvancılığın tüm çileleri onun sırtındadır. Evet, son dönemde, bilhassa salgın günlerinde bir daha anlaşıldı ki köylü şehirlinin efendisidir. Toprakla ve hayvancılıkla uğraşanlar adeta çağın can kurtaranlarıdır.
Hal böyleyken köy filmlerinde açık veya örtülü mesajlarla köylüler ya komiklikle, delilikle, saflıkla, avallıkla, kabalıkla, pislikle, mantıksızlıkla ya da hiddetle, acımasızlıkla, adaletsiz toprak ağalıkları ve aşiret kavgalarıyla işlenir. Üstelik bizde köylü-çiftçi ayrımı henüz tam yapılmamışken…
Filmlerde ve dizilerdeki köylünün zamanın dışına itilmiş halleri en çok da gençlerin tarıma, toprağa, hayvancılığa mesafe koymasına neden oluyor. Halbuki tarım ve hayvancılık ülkenin “milli güvenlik meselesi”dir. Toprakla uğraşanların yaş ortalaması ileridir, yaşlıdır. Gençlerin bu alana teşvik edilmesi elzemdir.
Modern çiftliklerin, temiz yüzlü gençlerin, ahlâk ve erdemin öncelendiği, düzeyli ilişkilerin ve profesyonel ticaretin işlendiği, tarım ve hayvancılıkta aile şirketlerinin ve ortaklık kültürünün özendirildiği diziler ve filmler ziraat fakültelerinden ve her türlü reklamdan daha tesirli olacaktır. Ziraat fakültesi demişken, bugün üniversiteye giriş sınavlarında belki en düşük puan alanlar ziraat fakültelerini tercih ediyor. İşte acınacak durumumuz. Bir zamanlar tıp fakülteleriyle yarışan ziraat fakültelerinin durumu! Ziraat, olmuş zıra/at! (Zır, dilimize zero’dan evrilmiştir. Sıfır demek. Zırıncı da sonuncu demek)
Bakınız vahşi Batı, kendisini doğuya ilkin kovboy filmi dediğimiz çoban filmleriyle, sonra Dallas gibi dizilerle tanıttı. Western filmlerindeki kovboylar kimdir? Büyük sığır sürülerini güden kovboylar… Bir ara Marlboro sigarasının reklamlarında bu kovboyların (sığır çobanlarının) resimleri vardı. Hollywood sığır çobanlarını parlatırken biz televizyonda, hikâyelerde çobanları ya yetim ve kimsesiz, garip ya saf ya deli, cahil tiplerle gösterdik. İşte fark bu! Aşağıladığımız kişiye “Buna iki dana teslim edilemez!” türünden cümleler kurduk! Yani o kadar aşağı! Şimdi de çoban bulamıyoruz. Afganistan’dan gelen Türkler olmasa sürülerimiz dağlarda sahipsiz kalacak!
Halbuki çobanlık, bizde peygamber mesleği olarak bilinirdi!
1978’de çekilen ve 80’lerde tek televizyonlu Türkiye’de milleti ekrana kilitleyen “Dallas” filminde hikâye büyük bir çiftlikte geçerdi. Ucu görünmeyen sığır sürüleri ve muazzam bir zenginlik ve modernite… O filmdeki aile ilişkileri ve ahlâkî yapı bize tersti; ama çiftlik filmleri yapıp düzeyli aile ilişkileri, ahlâk ve erdemi işleyebiliriz, bunu yapmalıyız.
Bir de “Küçük Ev” dizisi vardı. Küçük bir köyde geçen. Ne kadar güzel bir diziydi. Aile bağları, kendilerince dini değerleri… İnsan sevgisi, doğa sevgisi, hayvan sevgisi, dostluk, dayanışma ve vefa…
Evet, bizim nesil ABD ile sembolleşen Batı’yı evvela köy ve çiftlik filmleriyle tanıdı.
Ziraat meslek ortaokulları ve liseleri açılmalı, sinema ve tv sektörü düzeyli köy ve çiftlik dizilerine eğilmeli artık, tarım ve hayvancılıkla ilgili kısa filmler ve belgeseller çekilmeli, daha birçok şey… Tarım ve hayvancılıkla uğraşmak, gençlerin hayali olmalı.
Yazımı “Sefer Tası” adlı şiirimle tamamlıyorum:
güneşin dudakları öpünce başakları
buğday pası çizgiler alnında tutar çarkı
toprak gökle sevişir, terle yıkanır cevher
balçıktan heykeldirler harman eden köylüler
yoktur hiçbir fanide "ne olacak?" tasası
bir koca âlem taşır köylünün sefer tası
köy yolunun sefili, turnalara soytarı
gözlerimdir gözlerim, arzın derin mezarı..
çelik çomak oynarken şehir kendi kendine
kendi halinde mes'ut, türkü çağıran dere
söyle kaç havan döver, kaç değirmen öğütür
al kırk yıl ıslanmamış kütüklerini götür
sırlı hayat; besmele, hamdele ve salvele
kasavettir gerisi, beyhude bir velvele..
bir dirhem baldan yoksun şehir, arı kovanı
caddelerinden geçmez bir tevekkül kervanı..